Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

Ceza, Cinayetin Müddetine Göre mi Yoksa Mahiyetine Göre mi Verilir?

Filistinli Müslümanların, hususen Gazze özelindeki kardeşlerimizin son zulme karşı gösterdikleri sahabe tarzı mücahede ve mücadele, hem biz bunu dert eden Müslümanların hem de dünyanın dört bir kenarındaki vicdanlı insanların üzerinde unutulmaz izler bıraktığı gibi, bazı Kur'an'î hakikatlerin anlaşılmasını da daha bir kolaylaştırdı. Kolaylaştırdı dedik ya. Bu, boş veya delilsiz bir iddia değil.

Hani birkaç yazımızda bahsettiğimiz, kendini sıfırcı olarak tanıtan bir arkadaş, bazı âyetleri, hadîsleri ve kader gibi önemli iman hakikatlerini kendi kuruntularına göre yorumluyor ve itiraz ediyordu. İşte, o ve onun gibi bazılarının bir itirazı da kâfirlerin sonsuz cehennemle cezalandırmaları ve bunu haber veren bazı âyetlerin tasvirlerine idi.

Peki, bazı Kur'an'î hakikatlerin ve bu ceza âyetlerinin anlaşılmasını kolaylaştıran şey neydi? Belki siz de denk gelmişsinizdir İsrailli bir bayan asker, iki Filistinli öldürdüğü için çok sevinçli ve mutlu olduğunu anlattığı bir videosunun yayımlandığı aynı gün, orta yaşlı Yahudi bir bayan da başka bir video yayımlıyordu. Bu bayan ise, Gazze'yi yerle bir eden, kendine göre suçlu değil de öldürme hakkı olduğunu iddia ederek hem de bunu bazı muharref Tevrat metinlerine bağlayan, başta Yahudi zalimlerinin ve onlara destek veren Asya münafıkları ve Avrupa kâfirlerinin akıbette kendilerini ebedî cehennemde bulacaklarını haber veren âyetleri, hususan Nisa Suresinin "...Onların derileri pişip acı duymaz hale geldikçe, derilerini başka deriler ile değiştiririz ki acıyı duysunlar..." mealindeki 56. âyetini önceden hiç anlayamadığını ve itiraz ettiğini, şimdilerde çok iyi anladığını anlatıyordu. Fakat devamı çok daha önemli. İsrail ve ona şartsız destek veren, şimdiye kadar kendilerini sevimli maskelerle saklayabilmiş; mazlum milletleri sömürüp yok etmelerinin korkunçluğunu, dünyadan sinsice gizleyebilmiş Avrupa kâfirlerinin Filistin ve Gazze'de uyguladıkları ve beşerin isim ve mantık bulmada zorlandığı bu zulme şahit olduktan sonra, Allah'ın kâfir ve münafıkların ahirette karşılaşacakları sonu anlattığı bu ve emsal âyetlerin beyanının tam bir adalet olduğunu, daha önce itiraz ettiği noktaları şimdi çok iyi anladığını da ifade ediyordu.

Gerçekten Kur'an'ın ruhuna yabancılaşmış, Allah'ın mutlak adaletinin tecelli edeceği uhrevî âlemi anlayamayan bazıları, küfre düşen insanların Allah'ı ve Allah'ın bin bir isminin tecellilerini; zerreden tut kürelere tüm varlıkların Allah'a olan işaret, tesbihat ve ilticalarını inkâr ile nasıl bir cinayet işleyip nankörlük içine düştüklerini anlayamıyor. Küfre düşenlerin uhrevî cezalarının ebediliğini anlayabilen İsrailli bayan paylaşımcı, insanın inkâr ile ömür saniyeleri adedince nasıl bir nankörlük içine düşüp mevcudatın hukuklarına nasıl zulmettiklerini de bilmiyor. Sadece zulümlere bakarak, bu zulmün kısa bir ömürde işlense de bu zulmün karşılığının ancak ebedî hem de âyetin tarif ettiği şekilde bir ceza ile karşılık bulmasının tam bir adalet olduğunu itiraf ediyor. Yani insanın Allah'ı ve O'nun bin bir ismini, her bir mevcudun O'na şehadetini inkârla nasıl bir cinayet işlediğini; yine sırf Allah'ı tanımak ve ona iltica ve ibadet için yaratılan başta insan, diğer mahlukatın mevcut ve muhakkak bu tesbihat ve ibadetini görmemek ve kâinatın yaratılış gayesini kendi âleminde iptal etmekle nasıl bir hukuksuzluk işlediğini, bunların da ancak yaşadığı süreyle değil; işlediği cinayete denk olan, ebedî cehennemin tam bir adalet olduğunu anlatmaya çalıştığımız bazı müterediddlerin başka birkaç suali de oluyor bazen. Ki bunların cevapları da nurlarda verilmiş.

İnsanı yaratan ve her nefeste iki defa insanın hayatını bağışlayan ve onu nazik ve nazenin bir şekilde misafir edip her saniye yaşatan ve mutlak âdil olan Allah, bu kadar lütufta bulunduğu ve kendi kulu olan insana, hak etmediği şekilde ceza verir mi? Bu, O'nun sonsuz şefkatine sığar mı? Ömrünü küfür ve isyanla geçiren ve her saniyesini bu isyan ve küfrüne şahit tutan bir insan, mevcudat ve zerreler adedince zulüm işlemiştir. Ve buna verilecek ceza ebedî de olsa âdildir ve zulümden beridir. İşte, bu önemli hususta akla gelen veya sorulan suallerin bazılarının üzerinde de kısaca duralım.

Mevcut ömrünü, ebedî bir azabı hak ederek yaşayan birisi, biraz daha yaşasaydı belki hidayete gelip istikameti bulacak mıydı? Kadere de taalluk eden bu sualin cevabını üstad, İşarat-ül İ'caz'da veriyor. "Küfür üzerine ölen bir kâfir, ebedî bir ömür ile yaşayacak olursa, o sonsuz ömrünü de behemehal (kesinlikle) küfür ile geçireceği şüphesizdir." Cümle bu. Bunun sebebi de devamında açıklanıyor. Yani o sıfatla ölen birinin ne kadar yaşasa yaşasın, o sıfat da öleceği kesindir. Cenab-ı Allah, kâfirin ne kadar yaşasa yaşasın neticede o sıfatla öleceğini ezelî ilmiyle bildiği için, onun ömrünü onun aldığı nefes sayısınca takdir etmiştir. İlm-i İlâhîye nüfuz edemeyiz. Ve adl-i İlâhiyi de mülkündeki tasarrufunda sorgulayamayız elbette. Çünkü O, mülkün sahibidir ve mülkündeki tasarrufta zulümden beridir, O'na zulüm ve şerri işlemek isnad edilemez. Bu, aklen de şefkaten de mümkün değildir.

Yine, küfre karşılık verilen, hikmete, adalete de muvafık ebedî olan bu cezayı merhamet ve şefkat-i İlâhîye cihetinden de inceliyor üstad İşarat-ül İ'caz'da.

Kâfir için, iki ihtimal var. Yok olmak veya cehennem de olsa, varlık dünyasında kıymet kazanmak. Nefis karışmamak, akıl şaşırmamak şartıyla normal bir insan, var olmanın ve meşakkatli de olsa hayatı cehennemde sürdürme nimetinin, bir insan için yok olmak karşısında kıyasa gelmez bir lütuf olduğunu anlar. Hele varsa, hadîste bildirilen bazı güzel ve hayırlı amellerinin hürmetine, zamanla cehennemle ülfet(alışmak) nimeti ise, kâfir için bulunmaz ve tarifi zor bir merhamet tecellisidir. Bunu daha iyi anlamak için, rahmetli Kırkıncı Hocamız gerçeğe yakın bir kûfe hikayesi anlatırdı. Sırtındaki kûfe ile yıllarca hamallık yapan, yaşı da kemâle eren bir adam, bundan artık bıkar ve ömrünün son bulması için Allah'a dua eder. Bir zaman sonra Azrail, ruhunu teslim almak için hamalın yanına gelir. Hoş beşten sonra kendini tanıtır. Kendi istediği için, ruhunu almak için geldiğini söyleyen Azrail'e hamal, hemen kûfesini gösterir ve "Hele bir kaldır da omuzuma versene şunu." der. Yani hayatın meşakkatli de olsa devamını arzu eder. Bozulmamış fıtrat bunun en önemli delilidir.

Başlığa daha yeni geldik. Peki, altmış yetmiş senelik gibi mahdut bir küfrî hayatın cezasının, küfür günahı sonsuz bir cinayet de olsa dahi, mahdut (sınırlı) olması gerekmez mi? Yani cezanın bir yerde bitmesi daha âdil olmaz mı? Evet, bu sualin arkasında insanı ve mahiyetini, vazife ve rütbesini tanımamak yatıyor. Yüz çalışanı olan gemi düşünelim. Bu gemi seyir halindeyken geminin kaptanı dümen başında birkaç saat kadar uyuyor, vazifesini terk ediyor. Hâliyle gemi kayalara çarpıyor ve çalışanların bütün emekleri boşa gidiyor. Ve gemideki yolcular zarar görüyor. Savunma konumundaki kaptan: "Ben ne yaptım ki sadece bir saat uyudum. Cezam da bu bir saate göre olmalıdır." diyebilir mi? Diyemez. Onun cezası, ihmalinin müddetine göre değil; ihmalinin büyüklüğüne, neticesine göre olmalıdır, değil mi? Yine tam bir adalet için, bir dakikada işlenen bir cinayetin cezası, o bir dakika müddetine göre değil, cinayetin neticesine göre veriliyor. Adalet de ancak öyle yerini buluyor.

İşte, insan kâinatın bir halifesi, Allah'ın diğer canlılar üzerinde zabitlik mertebesi verdiği mükerrem bir misafiri ve has bir muhatabı, sevgili bir abdi, hülasa Peygamber Efendimizin insan olması cihetiyle de kâinatın yaratılış gayesi, medarı konumunda, yani şu uçsuz bucaksız feza denizinde bütün semavata mukabil tutulan şu dünya gemisinin şuurlu bir kaptanı mertebesinde. Bu dünya, insan şerefine açılmış; ona musahhar edilmiş, her şeyin dizgini onun eline tutturulmuş. Her şey ona göre tanzim edilip dizilmiş.

Bu insan için bir seyir defteri açılmış ve her hareketi kamerayı alınıyor. Bütün dikkatler üzerinde. Cüz'i külli her ameli kaydedildiği gibi, ihmalleri, vazifelerini terkleri de takip ediliyor. Bu konumdaki bir insanın ihtimalinin, isyanının, inkârının, ona verilen seyir kılavuz defterinin ona gösterdiği hedefi takip etmemesinin cezası da bu ihmal ve inkâr ve isyanının süresi kadar olamaz elbette.

Evet dostlar, "Bu âlemde çok taifelere kumandanlık yapan ve karışan ve bazen karıştıran"ın cezası da vicdanlı Yahudi kadının dediği gibi, insanlıktan çıkararak bu zulümleri yapan insanın cezası da bu zulümleri yapma müddeti kadar olmayacaktır elbette.

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.