Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

Affedilmeyi Sevmek

Özellikle üniversite öğrencileriyle olan buluşmalarımızda, en çok sorulan ve endişe vesilesi olan hususun, gençlerin günâhlar karşısındaki bazen bitmişlikleri, bazen ye'isleri bazen de çaresizlikleriyle ilgili olduğunu gördük. Evvelemirde, onlarla günâhlarla iç içe olma ve muhatap olma noktasında, yedisinden yetmişine hiçbirimizin ayrı bir tarafımızın olmadığını anlatırız.

Nefis her zaman gençtir ve haindir. İnsanı hiç ummadığı yerde ve zamanda yakalar ve tuş edebilir. Nefsin bu yaklaşımları, bazen sureta hayırhah şeklinde olduğu gibi, bazen tersi de mümkündür. Bazen de seni havalandırır, yükseğe çıkarır, över, övdürür; sonra en yükseğe çıkardığında bir izafet ile (hasenata sahip çıkararak) seni dirilmeyecek şekilde yere atar. Bazen tehire (geciktirmeye) bazen vesveseye bazen de güya daha güzeli bulmaya yönlendirerek seni usandırır ve yapabileceklerini de bıraktırır.

Mahiyetindeki en önemli özelliğimiz olan "unutkanlık" yüzünden insan ismini almışız. Başta neyi unutur insan? "Kendini unutmuş, kendinden haberi yok." ifadeleri, bunu anlatıyor. Yani kendini unutur, kendi varlığından haberi olmaz. Bir insanın kendinden haberi olmaz mı? Olmayabiliyor demek ki. Gerçi huzuzatta (nefse hoş gelen şeylerde) unutmaz. Fakat yaratılış gayesine, ibadete, hizmete, hayra koşmaya, ölüme gelince unutur. Peki, başka hangi varlıkların bu yönüyle kendinden haberi olmaz? Mesela, deve koca yapısıyla kendinden, varlık gayesinden haberdar mıdır? Yoktur. O, kendisine ilham edilen görevi kabiliyetine göre yapar sadece.

İnsan kendini unutunca, mahlukat içinde "en câmi, en âciz, en aziz, en zayıf, en latif bir mucize-i Kudret" olduğunu da unutuyor. Başka neyi unutuyor? Allah'a muhatap ve misafir olma şerefine yükseldiğini de unutuyor. Başka neyi unutuyor? Başından geçen her şeyin küçük bir defter hükmündeki kendi hafızasına yazıldığı gibi, bu küçük defterin işaret ettiği daha büyük keyfiyetteki defterde de kayıt altına alındığını unutuyor. Pişmanlığını, tövbesini de unutuyor bazen.

Küçük bir unutkanlığın, bir emri terkin, sebep olabileceği dehşetli neticelerden kendini kurtarmak ve nihayetsiz bir rahmete sığınma ihtiyacını görmek için, Cenab-ı Hakk'ın "Gafur ve Rahîm" gibi iki isminin tecelli-i âzamla ehl-i imana teveccüh ettiğini de unutuyor. Asıl felâket de bu oluyor ve buradan başlıyor zaten.

Gençlere bunları anlatıyoruz. Allah'ın bütün günâhları bağışlayacağı müjdesini hatırlatıyoruz. Kulun Rabbine yönelmesi, azarlanacağı bir makama yönelişi ve sonucu belirsiz olan bir müracaat değil. Tekrarla hatırlatılan bir kavuşmayı ifade ediyor. Kaldı ki yöneliş tek taraflı değil. "Dönmek, geri dönüş yapmak" anlamındaki tövbenin mahiyetinde de bu var zaten. Dönen, sadece sen değilsin anlaşılan. Sen dönünce, Allah da sana dönüyor. Ne ile dönüyor? Sonsuz rahmetiyle.

Hani hatıralarda anlatırlar ya. Denizli hapsinde Karadenizli, cinayetkâr birisi Hüsrev abiye affolup olamayacağına sormuş. Hüsrev abi de ona "Karadeniz'den bir damla su alınsa, denizde bir azalma olur mu? Ya da aksi durumda çoğalma olur mu?" diye sorar. Olmaz, cevabını alınca da bu sefer "İşte senin günâhların okyanusyanlar misali bir rahmet karşısında bir damla su gibidir. O'nun seni affı, O'nun rahmetinden bir şey eksiltmez. Çünkü "O, bütün günahları bağışlar, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir." Son cümlelerin âyet meali olduğunu hatırlatırız.

Buraya kadar anlattıklarımız, aslında maksadımıza bir giriş içindi. Geçenlerde, Kur'an okumalarımızda, bu konu ile ilgili bir âyet daha dikkatimi çekti ki hazineler değerinde. İslâm tarihinin acı ve üzücü olaylarından biri de öncülüğünü meşhur Medine münafıklarından Abdullah Bin Ubeyin çektiği Hazret-i Ayşe validemize atılan iftira olayıdır. Nur suresi 11. âyeti ile iftara olduğu ortaya çıkan bu elim ve feci olayın yayıcılarından biri de Hz. Ebubekir'in (RA) çokça yardım ettiği halasının oğlu Mistah idi. İftira ortaya çıkınca, Hazret-i Ebubekir bu müfteriye yardım etmeyeceğine dair yemin bile etmişti. Fakat bu yemininden sonra Nur Suresinin "İçinizden yardımseverler ve zengin olanlar, akrabaya, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere artık bir şey vermeyeceğiz, diye yemin etmesinler. Bağışlasınlar, hoş görsünler; Allah'ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz? Allah çok esirgeyici ve bağışlayıcıdır." mealindeki 22.ayeti nazil oldu. Hz Ebubekir de yeminini bozdu ve o kişiye yine yardım etmeye başladı.

Başta Hazret-i Ebubekir ve sahabeyi bu affa yönelten, âyetin "Allah'ın sizi bağışlamasına arzu etmez misiniz?" mealindeki اَلَا تُحِبُّونَ اَنْ يَغْفِرَ اللّٰهُ لَكُمْۜ "Elâ tuhibbûne en yeğfirallâhu lekum" kısmı idi. Ne muazzam bir duyuru, lütuf ve vesile-i bağışlanma değil mi?

Allah'ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz? Ah! İstemez olur muyuz? Hem de bin can ile. Onun şartlarını sayıyor âyette Cenab-ı Allah. Bağışlayın ve hoş görün. Hatta bu, Hazret-i Ebubekir örneğinde olduğu gibi, kızına düşmanlık yapsa dahi. Bunları yaparsanız, Allah da sizi bağışlar. Daha doğrusu Allah'ın sizi bağışlamasını istiyorsanız, önce siz bağışlayın. Küçük kusurları, senelerin kinine çeviren, yeri geldiğinde insanın yüzüne vuran, başta bu âciz, bu ayeti ne kadar tefekkür etsek azdır.

Fazilet ehli birinden dinlemiştim. Bir bedevi, belki de Peygamber Efendimizi (asm) tanımadığı için, biraz hadsiz bir şekilde laflar ediveriyor. Sonra hakaret ettiği Zâtın kim olduğunu öğreniyor ve hemen Hz. Peygamber'e geliyor özür ve af diliyor. O engin ve şefkat timsali Zât-ı Nuranî'nin cevabı "ene nasit" yani "unuttum" şeklinde oluyor. Affın bu kadar engin ve hızlı şekli de insanlık tarihinde görülmemiştir herhalde.

Hani küre büyüklüğünde de olsalar iki insanın uhuvvet ve muhabbetine vesile olabilecek kuvvetteki Uhuvvet Risalesi'nde geçen aynı anlamdaki "afv ve safh" kelimeleri var. Affı anladık da safh ne? Safh da sonradan başka kakılmayacak bir afv. İşte, Cenab-ı Hakk'ın affı böyle. O'nun huzuruna tekrar tekrar affımız için gittiğinizin hiçbirinde "Ya kulum bu kaçıncı gelişiniz?" azarını işitmiyoruz. Biz yorulmadıkça ve terk etmedikçe, O da affı terk etmiyor.

Evet dostlar, metanet "şiddet-i mevaniye karşı direnmektir." Yani engellerin şiddeti, senin iltica ve istiğfarını ve metanetini arttırırsa o, metanet olur. İstiğfar ve ilticaya engel sel gibi akan maniler bizi aldatmasın. Yoksa 2. Lem'a'da geçen Mutafifin Suresinin 14. âyetine muhatap oluruz. O da felaketimiz olur.

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
9 Yorum