Ahmet Nebil SOYER

Ahmet Nebil SOYER

Görmek, göstermek ve haşir

Feylesof İbn-i Sina öldükten sonra dirilme hakikati için “iman ederiz fakat akıl bu yolda gidemez” demiş. Bütün İslam uleması da “Haşir bir mesele-i nakliyedir, (nakledilen bir meseledir, Kur’an nakletmiştir) delili nakildir, (yani sadece nakledilmiştir.) Akıl ile ona gidilmez” demiştir. 

Bediüzzaman, felsefenin de İslam alimlerinin de bu meselede akıl yürütmediğini söyler yani tıkanmışlardır. Bediüzzaman “bu derin ve yüksek yolu şu derece ihsan ettiğinden bin şükür etmeliyiz” der. Derinliğe kimse inemez, yüksekliğe ise kimse çıkamaz. Bediüzzaman’ın mantığı ve aklı yüksekliğe çıkmış hakikati bize indirmiş, derinliğe inmiş yine hakikati su yüzüne çıkarmıştır.  Demek aklı derin ve yüksek hakikatleri anlaşılır hale getirecek bir seviyededir.

Bediüzzaman haşri görmüş ve göstermiştir. “Şu Onuncu Söz’de feyz-i Kur’an ile öyle görülüyor ve gösteriliyor. Yoksa akıl, dar ve küçük düsturlarıyla kendi başına kalsa aciz kalır, taklide mecbur kalır.”

Bütün suretlerde ve hakikatlerde Bediüzzaman bir gözlemcidir, tiyatrocu gibi sahneler kurmuş, sinemacı gibi birbiri arkası tabiat levhalarını görmüş ve göstermiştir. Özellikle on iki hakikatte bu görmek ve göstermek en şahika noktaya çıkar.

İkinci hakikatte Allah’ın Cemil Kerem’ini görür ve gösterir. 
“Mesela bahar mevsiminde Cennet hurileri tarzında bütün ağaçları sündüs misal libaslar ile giydirip, çiçek ve meyvelerin murassaatıyla süslendirip, hizmetkar ederek, onların latif elleri olan dallarıyla çeşit çeşit en tatlı, en musanna (sanatlı) meyveleri bize takdim etmek (sunmak) hem zehirli bir sineğin eliyle şifalı, en tatlı balı bize yedirmek, hem en güzel ve yumuşak bir libası elsiz bir böceğin eliyle bize giydirmek, hem rahmetin  büyük bir hazinesini küçük bir çekirdek içinde bizim için saklamak ne kadar cemil bir kerem ne kadar latif bir rahmet eseri olduğu bedaheten (açıkça) anlaşılır.”

Ağacı garson gibi hazırlayıp meyveleri sunmak…
Arının eliyle balı vermek…
İpek böceğinin eliyle ipeği vermek…
Tohumlarla rahmetin büyük hazinelerini bize göndermek…

İnsana bu kadar güzel bir ikram eden Zat neden insanı kabre gömüp oradan başka bir dünyaya çıkarmasın? Böyle cemil bir ikram edici bundan kıyasla karşılaştırarak ahirette daha harika nimetler sunacaktır. İşte tabiat levlalarını görmek ve ahireti göstermek...

Bir başka görme örneği, nihayetsiz bir hikmet, herkes herşey faydaları verecek şekilde yaratılıyor ve hayatı boyunca faydalı şeyler yapıyor. Vücuduyla işi arasında uyum var. Bu uyum hikmetin anlamı demek. Hakim ve Adil isminin tezahürleri hikmet ve adalet olduğuna göre hikmet ve adaleti gördüklerinden hareketle anlatır.

“Her şeyde maslahat ve faidelere riayet etmesidir.” Bunu nisbi bir tehdid cümlesi “görmüyor musun ki” ile anlatır. Bir adama bu şekilde hitap etsen bir suçlama vardır, burada bir hakikati görmemek de bir suçtur. 

“İnsanda bütün aza ve kemikler ve damarlarda, hatta bedenin hüceyratında her yerinde, her cüzünde faydalar ve hikmetlerin gözetilmesi hatta bazı azası, bir ağacın ne kadar meyveleri varsa o derece o uzva hikmetler ve faydalar takması gösteriyor ki nihayetsiz bir hikmet eliyle işliyor.” Burada faydalardan hareketle hikmeti anlatıyor.

Bu bölümde sanat ile hikmet arasında bağıntı kuruyor.  Tam bir sanat felsefecisi sanat kelimesi ile hikmet arasında bağlantı kurmak, estetik tarihinde bile kimsenin aklına gelmez.

Sanat ancak intizam ile sağlanır. Çünkü bir sanat eserinin cüzleri arasında simetrik bir düzen vardır. Osimetri ancak adaletle sağlanır, papatyanın yaprakları arasındaki simetri sanatlı görüntüsünü verir.

“Hem herşeyin sanatında nihayet derecede intizam bulunması gösterir ki nihayetsiz bir hikmet ile iş görülüyor. Evet güzel bir çiçeğin dakik programını küçücük bir tohumunda dercetmek, büyük bir ağacın sahife-i amalini (amel defterini) tarihçeyi hayatını (biyorafisini) fihriste-i cihazatını küçücük bir çekirdekte manevi kader kalemiyle yazmak, nihayetsiz bir hikmet kalemi işlediği gösterir.” 

Çiçeklerin geometrisi görülen bir geometri, uzaklıkları metrik bir görüntü ile ifade edilebilir ama tohumun içindeki ağacı çıkaran geometriyi anlatmak imkansız. O kadar küçücük bir yerde bir ağacın bütün tafsilatını ölçülü dercetmek aklı beşer anlamaz. İşte bu sanat bu da hikmetten doğuyor. Biz Bediüzzaman’ı sanat ve estetik, felsefe fakültelerinde büyük dehaların aklının yetmediği Kant, Schelling ve Baumgarten gibilerin –estetik derslerinde onun estetiğini izah etmedikten sonra nasıl olacak olması lazım gelen. 

Ömrüm geçti bu işe kendini vermiş kimse görmedim, bekle görürsün. Dava arkadaşı dediklerimiz maddi refahlarını görüntülerini düşündüler, kime dert Bediüzzaman’ın sanat dünyası.

Sanattan bir adım öte hüsn-i sanata sıra geldi. Daha elle tutulur. “Herşeyin hilkatinde gayet derecede hüsnü sanat bulunması nihayet derecede hakîm bir Sani’in nakşı olduğunu gösterir.”

Hakîm ismi ölçü ve simetri ve yerindelik ile sanatı doğuruyor. Bunları da Allah’ın Sani yani sanatçı ismi yapıyor. Sonra nakış diyor nakış da sanatlı çizgiler demek. Sanat güzelliğinin nasıl meydana geldiğini doğuş öncesini anlatıyor. Nasıl görmüş nasıl anlatıyor hayret. Kainat güzel sanatlar müzesinde bir numaralı müze görevlisi ve sanat yorumcusu.

“Evet şu küçücük insan bedeni içinde bütün kainatın fihristesini bütün hazain-i rahmetin anahtarlarını, bütün esmalarının ayinelerini dercetmek, nihayet derecede bir hüsn-i sanat içinde bir hikmeti gösterir.” 
Bir cümle ama derinliğine ve yüksekliğine ulaşmak ne mümkün.

Fihriste, anahtar, ayine dercetmek insan bedenine, o daracık ana rahminde bir sıvıdan bunları yapmak, anlamak ne mümkün, seyret ve düşün, yapacak başka iş yok. Bu azamete başını secdeye koyup kaldırmayan peygamber vakıf. Eşinin “öldü mü” diye ayağıyla dokunduğu peygamber.

Bütün bunları yapan adalet ve hikmet sahibi adil ve hakîm. İnsanı bu dünyada bu kadar teferruatlı yaratan, kabirle bu sanatla teferruata son verip ebedi bir hayatı insana çok görür mü? Görürse adalet ve hikmet, zulüm ve absürd olmaz mı, işte görülenler ve gösterilen.

“Şimdi hiç mümkün müdür ki; böyle en küçük bir mahlukun, en küçük bir hacetinin imdadına koşan bir adalet ve hikmet, insan gibi en büyük bir mahlukun beka gibi en büyük bir hacetini mühmel (boş) bıraksın. En büyük istimdadını (bu kelimeye ne anlam verelim, istimdad yardım isteme, yani bana bu kadar hassas davranıp beni varlığın en harika ve sanatlısı yaptın şimdi bana ahireti vermezsen, bu itinanın ne anlamı var, yani olamaz diye bağırmak, imdad istemek, hakkı neyse onu ver demek, nasıl münasip kelimeyi bulmuş değil mi?) Rububiyetin haşmetini ibadının hukukunu muhafaza etmekle muhafaza etmesin.”

Rububiyet bu kadar özen ve itina edilmiş bir varlığın kabiliyetinin ve istidadının gereği olan ahireti elde edememesi hukukunun çiğnenmesidir, o çiğneyen ilahımız mı olsun?

Şu fani geçici dünya ebed için halkolunan insan hususunda öyle bir adalet ve hikmete mazhariyetten çok uzaktır.

İnsan dünyada bu azametli kabiliyetine göre muamele göremiyor, adalet ve hikmet kavram ve uygulama olarak var ama insanı mutlu etmiyor, ancak ahirette bu adalet ve hikmet tecelli edecek.

Bir gördüğü de Allah’ın Cemil ve Cevvad isimlerinin evrendeki görüntüleridir.

“Evet dünya yüzünü bu kadar müzeyyen (süslü) masnuatıyla (sanatlı varlıklarıyla) süslendirmek, ay ile güneşi lamba yapmak, yeryüzünü bir sofra-i nimet (nimet sofrası) ederek matumatın (yiyeceklerin, taamların) en güzel çeşitleriyle doldurmak, meyveli ağaçları birer kab yapmak, her mevsimde birçok defalar tecdid etmek, hadsiz bir cud ve sehaveti gösterir.” Veren, eli bol olan demek. Bunlar hep insana verilenler.

Süslü varlıkları ile süslemek…
Güneş ve ayı lamba yapmak…
Yeryüzünü bir nimet sofrası yapmak… 
Yiyeceklerin en güzel çeşitleriyle doldurmak…
Meyveli ağaçları kab yapmak… 

Bu kadar azametli ilgilerin gösterildiği insanları ölümle hiçliğe, acı bir sona mahkum etmek, onun güzelliği ve eli bolluğu ile tezat teşkil eder.

Bütün varlığa dağılmış delilleri gözlemleri öne sürerek insanın ebedi bir hayata layık olduğunu gördükleri ile mukayese ile anlatır ve gösterir.

Böyle deliller ile Allah’ın isimleri arasındaki bağlantılar ile ahireti anlatır Bediüzzaman, sadece nakillerle yetinen sabık mantığı yetersizlikten kurtarır. Felsefenin ve ulemanın bakış açısını ortaya koyar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum