Göbeklitepe'deki kardeşime mektup

(Korona günlüğü-XVII)

Merhaba kıymetli kardeşim. Dilini bilmiyorum, bilseydim onunla yazmak isterdim sana. Şu an yazdığım dil olan Türkçe dışında başka bir dille yazamıyorum. Konuştuğunuz dili o kadar merak ediyorum ki! Ama bunu bilme ve öğrenme imkanım yok. Bir hemşehrin olarak yazıyorum bu mektubu. Cevap verir misin bilmiyorum ama şu an yeryüzünde hiçbir şey senden gelecek cevap kadar sevindirmezdi beni. Biliyorum mektubu açıp okuyunca çok şaşıracaksın.

Dünyanın ilk mabedinde bir ikindi vakti derin düşüncelere dalmış “acaba insanlık binlerce yıl daha yaşayayabilir mi?” diye düşünüyordun ve buna kesinlikle ihtimal vermiyordun. Bu mektubu yazarken aradan ne kadar zaman geçti biliyor musun? Tam on bir bin yıl. Evet kıymetli kardeşim yanlış okumadın aradan tam on bir bin yıl geçti. Ama sanki dün gibi hepsi. Biliyor musun, ben de şimdi bir hemşehrin olarak yaşadığın yere birkaç kilometre mesafedeki evimde mahpus bir şekilde hayretle senin gibi soruyorum “acaba insanlık binlerce yıl daha yaşar mı?”

Yaşama ihtimaline yer verdiğimde o kadar huzursuz ve tedirgin oluyorum ki inançlarımın sarsılmasından korkuyorum. Çünkü insanlık onbinlerce yıl daha devam ederse her şeyi sil baştan yeniden düşünmem, yeniden düzeltmem gerekecek. Düşünmek o kadar ağır bir yük ki kardeşim! Senden sonra geçen on bir bin yıl içinde neler neler yaşandı bir bilsen! İyi ki görmedin, iyi ki bilmiyorsun. Bu konuda o kadar şanslısın ki anlatamam kardeşim. İnsanlar senden sonra imparatorluklar kurdu, şehirler kurdu, parayı buldu, birbirini ezmeyi, birbirini köleleştirmeyi, birbirinin kanını acımasızca akıtmayı öğrendi ve bunu her defasında en hunharca şekilde hiç çekinmeden yaptı.

Senin döneminde dünya hepsi senindi, dilediğin yere keyfince gidebiliyordun. Sonra bu geniş ve kocaman dünya surlarla birbirinden ayrıldı, günümüzde ise mayınlarla. Kesici aletler, ateşli ve kimyasal silahlar bularak bunlarla topluca birbirini imha etti insanlık. Mısır denilen bir yerde senin hayal edemeyeceğin büyüklükte adına piramitler denen anıt mezarlar yapıldı, bunların yapımında binlerce zavallı insan çalıştırıldı, binlercesi bu yapım sırasında feci şekilde can verdi. Piramitler binlerce örnekten sadece bir tanesiydi. Bu dünyaya adalet pek gelmedi kardeşim. Sizde nasıldı, yoksa sen de mi yaşarken aynı dertten müzdariptin?

Biliyorum şimdi yaşadığın yerin adını merak ediyorsun. Sınırları içinde yaşadığın şehrin adı şimdi Urfa. Önceleri Ruha, ondan önce Edessa, ondan öncesini bilmiyorum, sen bilirsin belki. Biliyor musun bu şehir için “Ruhumun Masalı Şehr-i Urfa” isimli bir kitap yazdım. Elimde olsaydı size bu mektup yerine veya onunla birlikte bu kitabı da göndermeyi çok isterdim. Senin zamanında bu şehir yoktu ama inan ki birçok bakımdan değişen hiçbir şey yok hala. İçinde ikindi vakti derin düşüncelere daldığın yere şimdi Göbeklitepe diyoruz. Acaba orası sahiden bir mabed mi, çarşı veya kamusal alan mı?

Bizim uzmanlar yaşadığınız yerin bir mabed olduğunu söylüyor ve dünya artık öyle biliyor. Oradaki “T” biçimli dikili taşları ve üzerlerindeki motif ve resimlerin ne olduğunu, nasıl yapıldığını, ne anlama geldiğini yine sen biliyorsun. Biz dünyanın ilk mabedi diyoruz, bazılarımız Hz. Adem ile Havva’nın buluştuğu ilk yer diyor. Doğru mu acaba? Mabed ise sahiden hangi dinin mabedi, tektanrılı mı çoktanrılı mı, peygamberiniz, kutsal metinlerin var mı, tanrınıza veya tanrılarınıza nasıl ibadet ediyorsunuz? Kusura bakmayın oranın bir mabed olduğu ihtimalini hesaba katarak soruyorum bütün bunları, belki de çarşı veya başka bir şeydi.

Biliyor musun kardeşim bizim en büyük talihsizliğimiz hiç birşeyi tam olarak bilmememiz. Size ve sizden sonrasına ait bütün bilgilerimiz birer zan ve tahmin olmanın ötesine geçmiyor. Biliyorum mektup biraz uzadı ama bağışlayın. Beyni her daim zonk zonk zonklayan, üzerine vazife olmayan işlere merak salan ve bazen bundan dolayı başına dert alan bir hemşehrinizim. “Sorma, işine bak!” diyorlar ama seni, sizleri, senden sonrakileri düşünmeden, hayal etmeden duramıyorum. Sizi bulup bize ve dünyaya tanıtan arkeolog Klaus Schmidt’i tanıyorum ve birkaç defa bizzat konuştum biliyor musun. O da yakın zamanda ayrıldı aramızdan. Yanına geldi mi, görüşebildiniz mi, görüşürsen lütfen bu mektubu ona da okur musun?

Biliyor musun kıymetli kardeşim şu an bizim ülkede Urfamız da dahil olmak üzere onlarca şehirde sokağa çıkma yasağı var. Dünyamızın hepsi karantina altında. Hepimiz günlerdir evlerimizde mahpus kaldık. Tabi bu evler senin bildiğin evler değil üst üste yığılmış adına apartman denilen ucube şeyler. Korona denen apansız bir virüs musallat oldu hepimize. Nerden geldiğini, nasıl geldiğini, neden geldiğini, ne olduğunu hiç kimse bilmiyor. Sizin dönemde de böyle şeyler var mıydı? Senden sonra veba, kolera, ülser, kanser gibi nice hastalık bela oldu başımıza, yüz milyonlarca insan öldü bunlardan.

İnan kardeşim halimizi görsen acırsın bize. Senin bilmediğin elektrik, telefon, araba, televizyon, bilgisayar gibi nice keşiflerimiz var ama hiçbiri bu hastalığa çare olamıyor. Aradan on bir bin yıl geçti, bu kadar keşif ve buluşlarımız oldu ama senden daha aciz, daha güçsüzüz. Elektriğimiz bir gün kesilse bütün hayatımız felç oluyor. Cep telefonlarımızı iki gün alsalar elimizden deli olur çoğumuz. Sorma kardeşim ne hallere düştüğümüzü! O kadar çoğaldık ki birey olarak hiçbirimizin değeri kalmadı. Daha uzun yazmayı isterdim ama şimdi anlatamayacağım o kadar engel var ki!

Hoşçakal, kendine iyi bak.

Kardeşin, hemşehrin.

Şahin Doğan

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum