Gelir tuzağından öfke tuzağına

Çok yerinde ataklarla kişi başına yıllık on bin dolar gelir seviyesini ülke olarak geçmiş yıllarda yakaladık. Bu rakamı yeni hedeflere taşıyamadığımız için ekonomi diliyle “orta gelir tuzağına” düştük. Hala oradayız.

Buradan bizi çıkaracak potansiyele fazlasıyla sahip olmamıza rağmen, son bir kaç yılın bilinen siyasi ve ekonomik sebepleriyle henüz o tuzağı aşamadık.

Şimdi de “öfke tuzağına” düşme gibi, daha büyük bir risk karşısındayız. 

Hakaret içeren, aşağılayıcı, dışlayıcı agresif bir üslup, özellikle siyaset kurumunun öncülüğünde topluma taşınıyor.

Dozundan pek bir şey kaybetmeden sürdürülen ve gerilim üreten bu tavrın topluma nasıl yansıdığının acaba farkında mıyız?

Medya ortamına taşınan sokak kavgaları, seyri bile tahammül edilemez vahşet ve gaddarlık içeriyor.

Basit gerilim ve tartışmalar kolayca cinayete dönüşüyor.

Toplum güvenliğini tehdit edici bir dil, ne yazık ki, her zeminde alan bulmaya çalıyor.

Çözüm bekleyen iç ve dış sorunlar, yüksek ses tonuyla aşılabilecek kadar basit değil.

Öfke diliyle oluşan gerilim, ayağımızın sürçmesi halinde bizi, ağır bedel ödetmek için pusuda bekliyor.

Bilinmeli ki tahrik dili, ne muhalefete ve ne de özellikle sorumlu mevkidekilere haklılık kazandırmıyor. Aksine kitlelerde tedirginlik uyandırıyor.

“Öfke acizden gelir” gerçeğini düşünmemiz gereken bir kavşaktayız.

Milli varlığımızın uluslararası güvenlik tehdidi altında olduğunu söylemek spekülatif bir iddia değil, yaşadığımız gerçeğimizdir.

Ülkelere, sahibi olduğu petrolü bile kullandırmayan, her türlü insanlık ve demokrasi dışı küresel bir despotluk kol geziyor. Aynı irade, sınırımıza gelip terörle iş tutuyor. Darbelerin arkasında duruyor. Aldığımız silaha karışıyor.

Kıbrıs açıklarında, hakkımız olan doğal gaz aramasını biz henüz konuşurken, İsrail’in gazı çıkarıp kullanmaya başladığı bir süreç yaşanıyor.

Irkçılığın iki dünya savaşında ağır darbesini yiyen Avrupa, ırkçılık ve İslamafobiyi hortlatarak Türkiye’yi hedefine koyuyor.

Teröre sırtını dayayanların içinde, “vaat edilmiş topraklar” diyerek, İsrail ağzıyla milli birliğimizi tehdit eden parlamenterlerimiz var. Öyleleriyle iş tutan bir ana muhalefetimiz var.

Varlığımıza ve birliğimize ”tehacüm vaziyeti almış” bu kadar sebep ve odak varken, iktidar bloğundaki agresif dil sağlıklı bir tutum olabilir mi? Sorumluluk üstlenenlerden öfke değil tedbir beklenir.

Seçim sonuçlarına dikkatle bakıldığında, öfkeye benzinle gidenler değil, “sakin görünme rolü” oynamayı becerenler daha karlı çıktılar. Üstelik seçim kampanyasında çok da adil olmayan eşitsiz şartlarla yarıştıkları halde beklemedikleri kadar stratejik sonuçlar aldılar.

Demek ki, öfke ve güç gösterisi bir tarafa, demokraside “gücün” kendisi bile belirleyici olamıyor.

“Demiri” kızdırmanın, sosyal ve siyasi bedeli olacağı, yol yakınken görülmüş olmalıdır. Kim nasıl karşılarsa karşılasın, “Türkiye ittifakı” çok vurgulanan “bekamızın” gerçek güvencesidir, sahipsiz kalmamalıdır.

Dayanışma ve güvenliğimizi tehdit eden, zaten yeterince sorumuz var.

Engelleri aşmanın ön şartı, güven telkin eden özenli bir dili “herkesin” benimsemesidir. Kırıp dökerek varılacak bir yer yok.

Hedeflere ulaşmak için, yeni tuzak üretmeye değil, tuzakları aşmaya odaklanmalıyız.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum