Senai DEMİRCİ

Senai DEMİRCİ

Gecikmiş bir itiraf yazısı

Eyüp Otman ağabeye ve onun da ağabey dediklerinin portresine ihtiyacımız var, çünkü hormonla büyütülmüş ve naylon bir heyula haline getirilmiş şu Nur cemaati görünümlü sahteci FETÖ, yıllar içinde, bu çilekeş insanların sahici seslerini kısmayı denedi, gün görmüş yüzlerini silmeye kalktı. Oysa o kuşak ince bir dere yatağı gibi saf ve berrak akmaya devam ediyordu. Üzerine yapılan beton sitenin kirli demir örgülerini, betonarme kirişlerini yıkıp geçebilecek sahihliktedir.

Yetmişli yıllarda, Nur talebeliğinin ana akımını temsil ediyordu o zamanki Yeni Asya cemaati. “O zamanki” diyorum, çünkü bugünkü “Yeni Asya” markalı gazete ve yayınevi “Anonim Şirket”ten ibarettir, tabanda karşılığı yoktur. “Beşer zulmeder, kader adalet eder” fehvasınca, iyi ki o sivil insanların emekleriyle inşa ettiği “Yeni Asya” markası tuhaf savrulmaların konusu oldu da, onlar da böylece isimsiz kalarak, olmaları gereken hale geldi, durmaları gereken yerde durdular. Bir “cephe” olarak anılmıyorlar, bir “grup” olarak tanımlanmıyorlar, bir “taraf” olarak görülmüyorlar artık. Garip ki tam da bir cemaatin durması gereken konumdur bu. Herkes gibiler. Sivillikleri doğrulandı. Hesaplara konu olamayacak kadar örgütsüzleştiler. Komplocuların “bilmen ne projesi” diye itham etmesine izin vermeyecek bir anonimlik içinde setredildiler. Sine-i millet oldular. Ki milletin kendisidir onlar.

Zannımca tam da Üstad’ın istediğiydi bu…

Bu kuşak, hayatın içinde yaşayan bir kuşaktır. Kendilerini ‘ruhbanlar’ gibi toplumun kıyısına çekmezler, başkalarının gözünde “gerçek Müslüman biziz” diye okunacak bir kılık peşine düşmezler, yapay bir davranış kalıbına başvurmazlar. Hayallerine “kâinat imamı” olmaya kadar uzanan bir hiyerarşi silsilesi bulaşmaz, bulaşmadı. Tövbe tekeli kurmak gibi emelleri olmadı.

Ekseriya esnaftırlar; müşterileri vardır, senet imzalar, çek yazarlar. Okumayı yeni sökmüş çiftçidirler; mahsullerini bekler, borçlanır, yağmur gözlerler. Öğretmendirler; öğrencilerinin imanı için çırpınır, öğrencilerini bir proje olarak görmezler. Siyasi görüşleri de vardır elbette; iyi ya da kötü savunurlar, Menderes’in hatırına ‘demirkırat’a sevdalıdırlar. Din adına siyaset yapılmasından hazzetmez ama din adına siyaset yapanları da kardeşlikten silmezler. Milli görüşçüyle komşuluk eder, Süleymancı ile aynı kurbana girer, Nakşîlerin sohbetine katılırlar, Alevilere başka gözle bakmazlar, başka gözle bakanları da uyarırlar. Kızlarını oğullarını İmam Hatip’e gönderirler; başka türlü hesaplar içine girmezler.

Anadolu kokar onlar; yapay ayrımların ardına düşmezler. Feleğin çarkından geçer; söylediklerini hayatın içinden süzerek söylerler. Aşık Veysel, Neşet Ertaş dinlerler.

Risale-i Nur’dan damıttıkları tesellileri, belki bir ayakkabıcı dükkânında, belki bir manifaturacının tezgâhında, belki bir dondurmacının limonatasını içerken duyarsınız. Protokolleri yoktur; herkes erişebilir onlara, “halvet der encümen” meşreplidirler.  Evlidirler; evlatları vardır, düğün yapacaklardır, torun büyütmektedirler, kiralık ev ararlar, yeni dükkanın hava parası için borç bakarlar. Takım da tutar, herkesin giydiği gömleği giyerler. Çoğu kez bıyıklı ve sakalsızdırlar. Ama sakalsızlığı ya da sakal bırakmayı bir iddia haline getirmezler. Cübbe giymeyi, sarık sarmayı bir gösteriye dönüştürmez, bir telkin konusu yapmazlar. Sessizdirler; Nur talebesi olduklarını, biraz çekinerek ima ederler; utandıklarından ya da korktuklarından değil, ayrılık gayrılık kokmasın diye. Esnaf, çiftçi ya da öğretmen, hemen hepsinin, o vakitlerin tabiri ile “Nur ayini yaparken yakalanmış”lıkları vardır. Nezarete alışkındırlar; bunu devlet ve polis düşmanlığına çevirmezler. Hapishane günleri, ayları, belki yılları vardır; işte biz de böyle çektik diye, üzerimizde faziletfüruşluk yapmazlar. Sorarsanız, söylerler; belki hiç söylemezler.

Unutmadan: Şimdilerde herkesin ağzına sakız olmuş FETÖ karşıtlığının en âlâsını onlar yapmışlardır. Fetullahçılığın yanlışlığını, “Paralel Devlet Yapılanması” olduğu anlaşılmadan on yıllar önce, “Terör Örgütü” diye anılmadan kırk yıl önce görecek ferasetin sahibidirler. Samimi uyarıları, baskın siyasi gürültülerin arasında boğulmuştur. Bunun bedelini ödemişlerdir ama gıkları çıkmaz. Orada burada üste çıkmak için, itibar kazanmak için FETÖ’den çektiklerini ballandırmazlar.

Üstad’ın istiğna mesleğini, onca parıltılı ‘hizmet gösterisi’nin şaşaasına aldanıp bırakmamışlardır. Kimseden ‘himmet” istememişlerdir. Çıkardıkları gazete, dergi ve kitapların tirajını hizmet diye görmüş olabilirler; doğru. Ama bunu hakikatin birilerine daha duyurulması heyecanıyla yapmışlardır.

Ne ilahiyatçı akademisyenler gibi topluma yabancı jargonlarla konuşurlar ne yeni yetme polemikçiler gibi davalarını onu bunu kötüleyerek ispatlarlar. Hayatın içinde herkes gibi akan, belki bir çayın deminden süzülen, belki bir sigara dumanının gölgesinde hatırlanan, belki şehirlerarası bir otobüs yolculuğunun yan koltuğunda “bir İslam Âlimi der ki…” diye başlayan, belki ağır bir hastalığın sancısını çekerken kesik nefeslerinde buğulanan “Hastalar Risalesi” cümleleriyle tanışırsınız onlarla…

15 Temmuz meydan nöbetleri vesilesiyle gezdiğim yirmiye yakın şehrin meydanındaki kalabalıktan sıyrılıp beni evladı gibi samimiyetle ve hasretle kucaklayıp “çok şükür Risale-i Nur’un üzerindeki kara bulutlar kalktı” diye sevincini edeple paylaşan hesapsızlardır onlar. Miting meydanında gece yarısı 01.00’de “Gel çorba içelim!” diye adeta yalvaran Eskişehirli Timur ağabeydir onlar. “Konferanslarında Üstad’dan çok sık bahsetmiyorsun” diye beni hesaba çeken Batmanlı Said ağabeydir onlar. Yıllar önce herkes gafletteyken “Tayyib Bey bu hoca(!)ya çok güveniyor, ulaşıp uyarsan!” diye beni vatanı kurtarmakla görevlendiren adı bende saklılardır onlar. Öğrenciyken Üstad’ı görmüşlüğüne hürmeten minibüsle ziyaretine gittiğimde ayakkabı tezgâhında o gün kazandığının hemen hepsini geliş gidiş yol parası diye elime tutuşturan Bafralı merhum Muammer ağabeydir onlar. İlle de ısrarla sorunca babası ve babasının arkadaşları “Nur ayini”nden hapisteyken 15 yaşlarında gizlice kâğıtlara Risale metinleri yazarak parmaklıklar ardına ulaştırdığını utanarak anlatan İlknur abladır onlar. Beni esnaf yapmakta ısrar eden rahmetli babamla, üniversite giriş sınavına günler kala, “bu çocuk okuyacak Memet abi” diye pazarlık yapan Şemsettin ağabeydir onlar. Fetöcünün birinin “Sizde para işleri nasıl gidiyor, burada iyi zenginler var, onlarla tanışın!” diye kostaklanması karşısında, “Bizde para işi olmaz! Zenginleri de siz tanıyorsunuz zaten!” diye nezaketle karşılık veren Ali ağabeydir onlar. (Yanlış anlaşılmasın, hep “ağabey” diyorsam temsil icabıdır, “ablalar”ı unutmuş değilim, unutamam.)

Bende emekleri var. Sadece bende değil emekleri; Nur cemaati sayılsın sayılmasın herkesin imanında emekleri var. Öğrenciliğimde kömürümü getirdiler; başkalarından gasp ederek değil, kendi çoluk çocuğunun payından kısarak. Hasta olduğumda ağzıma kaşıkla çorba uzattılar, gurbetimde oğulları gibi nazladılar; ileride işlerine yararım diye hesap ederek değil, sırf Allah’ı razı etmek için hasbice yaptılar. Yol paramı verdiler, yazmamı teşvik ettiler; “şöhretinden yararlanırız, itibarıyla propaganda yaparız” diye değil…

Amatördür onlar… Bir makam ve unvanları yoktur. Acıyı bal ederek, hüznü sevince katarak, nasihat ederler, feleğin çarkından geçerek konuşurlar. Örgüt değildirler; kimseyi aforoz etmek gibi bir yetki görmezler kendilerinde. Kelimenin tam anlamıyla “cemaat”tirler. Örgütler gibi bir isimle çıkmazlar karşınıza. Ne şeyh diye anılmak isterler ne hoca diye bilinirler. Ahkâm kesmezler; en fazla buruk bir tebessümle, “Mübarek!” diye öfkelenirler. O da ikramlarını reddediniz diye olur.

Eyüp ağabeyin belki de bilmeden onlar adına kurduğu, saf iyiliği çerçeveleyen, yürekten konuşmayı zarflayan, bu toprakların aradığı duru ve diri hitap çiçeklerini filizlendiren, o teslimiyet cümlesini başıma taç etmek isterdim. Caiz görülürse, mezar taşıma yazılmasını vasiyet ederim: “Belki de senin anlatacaklarına muhtaç birileri vardı. Onların duası kabul olacaktı…”

Yazdıklarımın ve nasip olursa yazacaklarımın hepsi bu iki cümlenin altındadır. İtirafımdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
14 Yorum