Fred A. Reed: Bediüzzaman bilinmeyen Türkiye'yi temsil ediyor
Türkiye ile yakınlaşmamdan bu yana uzun zamandır "resmî" tarihteki Türkiye'nin tanıtımını hiç beğenmiyordum
Zehranur Yılmaz'ın röportajı:
Kanadalı gazeteci-yazar Fred A. Reed: Bediüzzaman bilinmeyen Türkiye’yi temsil ediyor
Okuyucularımız için kendinizi tanıtır mısınız ? Özellikle de Türkiye ile buluşmanıza kadarki hayatınızı anlatır mısınız ?
Türkiye ile tanışmama kadarki hayatımdan bahsetmek haniyse otobiyografimi yazmak olacağından, sevgili bayan ve erkek okuyucularınızı sıkmak istemem. Bununla birlikte Türkiye ile, Osmanlı medeniyeti ve kültürü ile, ayni zamanda İslam ile buluşmam aylar hatta onyıllar ile hesap edilir olduğunu belirtmekte fayda var. Her şey, daha genç yıllarımda Yunanistan'a, bu ülkenin dilini ve kültürünü öğrenmek üzere gitmemle başladı. Günümüz Yunanistan'ını iyice anlamak için Osmanlı dönemine dayanan onun gizli mirasını anlamaktan geçtiğini çabucak teşhis ettim. İşte 45 yıllık bu uzun seyahat böyle başlıyor.
Türkiye ile buluşmanız ne zaman ve nasıl gerçekleşti? Beklentileriniz ve bulduklarınız nelerdi?
Türkiye'nin, şuurunda olmadan üzerimde uyguladığı cazibeyi, özellikle de kültür ve medeniyet ifadesi manâlarındaki cazibesini iyice anlamadan önce bir çok defa gitmiştim. Aslında Türkiye'yi gerçek manâda tanımaya başlamam İran hakkında yazdıktan sonra Türkiye'deki İslâmî/ İslâmcı harekete ilgimi yoğunlaştırmak istemem zamanına denk gelir. Sâfiyane, İran'da gördüklerime ve yaşadıklarıma benzer şeyler bulmayı bekliyordum. Bunun yerine Bediüzzaman Said Nursî'yi buldum.
Türkçe'ye Anadolu Kavşağı - Gizli Türkiye'ye Yolculuk adıyla tercüme edilen önemli ve hoş kitabınızda Bediüzzaman ile Türkiye tarihini iç içe sunuyorsunuz. Bu kitabı yazmanıza etki eden dinamik nasıl meydana geldiğini anlatır mısınız?
Said Nursî'nin Şükran Vahide Hanımefendinin İngilizce'ye tercüme ettiği eserleri ve İstanbul'da onun takipçileri vesilesiyle benzersiz şahsiyetini tanıdığım zaman anladım ki benim konum budur. Türkiye ile yakınlaşmamdan bu yana uzun zamandır « resmî » tarihteki Türkiye'nin tanıtımını hiç beğenmiyordum. Zira tek tip düşüncenin asırlara dayanan ruh ve kültür mirasını gizleyip askerî zaferlerini ön plana çıkarması söz konusu idi. İşte böyle bir hengâmda karşıma Said Nursî çıktı. Ve ben, zihnimde beliren varsayımı test etmek istedim : Bediüzzaman, bu bilinmeyen, gizli Türkiye'yi temsil ediyor olabilir miydi ?
Risale-i Nur'un bir iman meselesi olarak edebî kimliğinden bahseder misiniz, yani iman problematiği içerisinde sağladığı edebiyattan (éloquence)?
Takdir edersiniz ki Türkçe hakkındaki bilgim, ve özellikle de Osmanlıca hakkındaki bilgim, Bediüzzaman'ın eserinin edebî niteliğini değerlendirmeme müsaade etmiyor. Bu durumda ancak Şükran Vahide Hanımın yaptığı tercümenin kalitesine dayanabilirim. Nitekim kendisi bunu hayatının eseri olarak, nadir görülen bir fedakârlık ve özenle gerçekleştirmiştir. Kendim de mütercim olmam hasebiyle, Risale-i Nur metninin canlılığını muhafaza etmeye ve günümüzde edebî söylemde artık alışkanlığını kaybettiğimiz bir dil seviyesi kullanmaya gayret göstermiş. Bence iyi de yapmış, yani manâyı daha kolay vermek için metnin dil seviyesini düzleştirmek yerine İslâm'ın bu büyük âlimi ve müceddidinin ifade tarzı hakkında ufak bir fikir edinmemiz için yetenekli ve zarif ifadeler kullanmaya çaba göstermiş.
Doğu İslam dünyası ve Hıristiyan batı'nın dünü - bugünü ve fikrinizi sosyal ekonomik ve felsefî planda nasıl açıklayacaksınız? Modernleşmeyle birlikte batının inişini; Doğunun da modernizm karşısında zorunlu ilerlemesi ile ilgili düşüncenizin detaylarını öğrenmek istiyorum.
Bu, yakında Fransızca ve Türkçe çıkacak olan Shattered Images («Kırık Imagolar») adlı son kitabımın son bölümünün konusunu oluşturan bir meseledir. Çok net bir biçimde bunu savunmasam da Batının, içinde doğduğum kültürün hakikaten putperestleştiğine işaret ediyorum. VIII. asırda meydana gelen ikonoklastlar mücadelesini, geçiş dönemi olarak oturtuyorum. Bu esasen Yahudilikte ve İslâm'daki gibi mukaddesatın temsil edilmesini yasaklama teşebbüsüdür ama bu olaylar ayni zamanda vüs'atli bir kültürel çatışma şeklinde de okunabilir. «Necat»ın (yani «ya hakikat ya ölüm»)'ün sekülerleşen toplumlarımızın sorunu haline nasıl geldiğini ve daha sonra da bunu «Öteki»ne empoze ettiğini gösteren Henry Hentsch'in çalışmaları bu sezgimi doğrular mahiyettedir. Evet, biz putlara tapınmaya başladık: paraya, rahatımıza, başkalarına neye nasıl inanacaklarını, neyi nasıl yapacaklarını söyleme hakkımıza ve bunlar putlarımızdan sadece bir-kaç tanesi. Daha da kötüsü kendi kendimize tapınmaya başladık. Bu da hümanist/insan-merkezli kaînat görüşünün hâsiyetidir.
Elif Dergisi
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.