Felâketi görebiliyor musunuz?

İki gündür Radikal gazetesinde, çağımızın en cins düşünürlerden Slavoj Zizek röportajı yayımlanıyor: Zizek'in söylediklerini okuyunca "şaşkına döndüm": Sanki bir Müslüman düşünür konuşuyormuş gibi, bir Sezai Karakoç, bir Cemil Meriç, bir Bediüzzaman konuşuyormuş gibi hissettim.

Zizek, "Avrupa'nın geleceğinin, Osmanlı modelinde gizli olduğunu" söylüyor. Kürt sorununun, ancak Osmanlı modeliyle (kültürel ve siyasî özerklik'le) çözülebileceğini söylüyor. Avrupa'daki, -özellikle Balkanlar'daki- sorunların Osmanlı modeliyle hâl yoluna konabileceğini söylüyor.

Özgürlüklerin yurdu diye "tapındığımız" Avrupa'ya, "gerçek çokkültürlülüğü Osmanlı'nın öğretebileceğini" söylüyor. Avrupa'nın dünyayı "tehlikeli bir ırkçılığın (dolayısıyla çatışmaların) eşiğine sürüklediğini" söylüyor.

Osmanlı'nın "kendiliğinden veya yozlaştığı için değil, büyük güçlerin marifetiyle" çökertildiğini, bu nedenle dünyanın iki büyük dünya savaşını yaşamaya mahkûm olduğunu söylüyor.

Neo-liberalizmin, bittiğini, insanlığı felâketlerin eşiğine sürüklediğini söylüyor. Keşmir sorunuyla ancak bir Müslüman düşünürün gösterebileceği bir duyarlıkla ilgileniyor. (Sahi, Türkiye'de hangi sol-seküler entelektüel'in gündemine girebilmiştir Keşmir sorunu?)

Zizek'in Yahudilerle ilgili söyledikleri de ezber bozucu cinsten. Körkütük Yahudi düşmanlığına karşı çıkıyor ama Norveç'teki katilin de, Amerika'daki neo-con'cuların da, hem Yahudi karşıtı olduklarını, hem de Müslümanlara karşı Yahudilerin güçlenmesini her bakımdan desteklediklerini, söylüyor.

Daha ne desin adam! Türkiye'de bir laik, solcu entelektüelin bunların bir kısmını bile söylemesi neden hayal bile edilemez acaba?


* * *
Dünyada çelişkilerin en yoğun yaşandığı ama kimsenin kılının kıpırdamadığı tek ülke biziz, galiba! Üstelik de, en temel, varoluş sorunlarımızla ilgili çelişkiler bunlar.

Zizek'in söylediklerini okuduğunuzda, bu çelişkileri daha net görebiliyorsunuz.

En büyük çelişki, Türkiye'nin ne'liğiyle, nereden gelip nereye gittiğiyle, kısacası kimliğimizle ilgili.

Düşünsenize: Dünya tarihinin yapılmasında kilit oynamışız. Ama kendimize ilişkin algımız, sadece Cumhuriyet Türkiye'sinden ibaret!

Ürpertici bir algı körleşmesi, ufuk daralması, içe kapanma, zihnî sığlaşma, kendinden -tarihinden, kültüründen, değerlerinden- nefret, körkütük bir Batıperestlik, bilimperestlik, akılperestlik, Türk entelijansiyasının neden bir entelijansiya olamayacağını, Türkiye'de neden bir entelijansiya olmadığını gösteren temel varoluşsal sorunlarımız ve çelişkilerimiz.

Daha da kötüsü, bir kültürel şizofreni yaşamasına, bu ülkenin entelektüel, kültürel, sanatsal birikimiyle ilişkisi sıfır olmasına rağmen, Türkiye'nin metamorfoz yemiş, dekadanat entelijansiyası, hem hâlâ bu ülkenin kültür, sanat, düşünce hayatına çeki düzen verebilecek konumunu sürdürüyor, hem de cehaletini, yaşadığı zihin körleşmesini, dünyaya verebileceği özgün hiçbir şeyi olmadığını bile göremeyecek bir zihnî sefalet yaşıyor ama burnundan kıl bile aldırmıyor!

Oysa tarihin akışını değiştirmiş bir ülkenin, İbn Sina'dan Farabi'ye, Mevlânâ'dan Yunus'a, Mimar Sinan'dan Dede Efendi'ye kadar insanlık tarihinin düşünce, sanat ve kültür hayatında büyük atılımlara öncülük etmiş bir "ülke"nin çocuklarının, bir yandan yaşadığı entelektüel sefaleti görememesi, öte yandan da hâlâ o ülkede köşe başlarını tutuyor, ülkenin kültürüne, sanatına, düşünce hayatına, medyasına yön verebiliyor olması, bir ülkenin başına gelebilecek en büyük felâkettir.

Bir Batılı entelektüel / sanatçı, düşüncesini / sanatını Aristo üzerinden, Descartes üzerinden, Kant üzerinden, Nietzsche üzerinden kuruyor: Bizim entelektüelimiz, -solcusu, seküleri, milliyetçisi, İslâmcısı da dâhil-, İbn Sina'nın, İbn Haldun'un, İbn Arabi'nin, Molla Sadra'nın, Firdevsî'nin, Sinan'ın, Levnî'nin bırakınız neler söylediğini ve bize bugün neler söyleyebileceğini bilebilmeyi, bu düşünürlerin, sanatçıların adlarını bile telaffuz edecek durumda değil!

Bir ülkenin başına gelebilecek bundan daha büyük bir felâket olabilir mi?

Bu pespaye, köşe dönmeci, dekadant medya rejiminden ve sömürge zihniyetiyle işleyen, hâlâ çocuklarımıza Batıperestlik, bilimperestlik, akılperestlik indokrine eden, çocuklarımızın tarih bilinçlerini, ben-idraklerini yok eden, zihinlerini ve özgüvenlerini yerle bir eden, kompleksli, şizofren kişilikler imal eden eğitim sisteminden kurtulamadığımız sürece, işimiz zor.

Vaziyet böyle gittiği sürece, daha nice Zizek'ler bize kim olduğumuzu anlatmaya daha çok devam ederler; biz de aval aval bakarız sadece.

Yenişafak

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum