Kur’an’ın İçsel Bütünlüğü Çerçevesinde Hz. Aişe’nin (RA) Evlilik Yaşı

Hz. Peygamber’in (sav) Hz. Aişe (ra) ile Evliliği Hakkındaki İddialara Cevaplar-3

İslam dininin tartışmasız en büyük ve sağlam temeli Kur’an’dır. İslam tarihi ve siyer kaynakları açısından da en sahih bilgi kaynağı yine Rabbü’l-Âlemîn’in mahfuz kelamı olan Kur’an-ı Hakîm’dir. Hz. Aişe (RA) örneğinde Hz. Peygamber’in (SAV) aile hayatı ve bu hayata ait çok sayıda detaylar Kur’an âyetlerinde işlenmiştir. Bu âyetlere bütünden bakıldığında, surelerin nüzul tarihi ve sırası nazara alındığında Hz. Aişe’nin (RA) evlilik yaşı hakkında çok önemli şifreleri Kur’an’dan elde edebiliyoruz. Bu nazarla Kur’an’a yaklaşıldığında Hz. Aişe (RA) merkezli olarak inen iki sure karşımıza çıkmaktadır: Nur suresi ve Tahrim suresi… Nur suresinde konu, Hz. Aişe’nin (RA) başkahramanlarından birisi olduğu İfk Hadisesi’dir. Buna mukabil Tahrim suresinde başkahramanlar Hz. Aişe ve Hz. Hafsa’dır (R.Anhuma). Tahrim suresinin detayları bu iki kahramanın fiziksel ve psikolojik yapıları hakkında şifreleri keskin ayrımlarla vermektedir.

Tahrim suresine baktığımızda şunları görüyoruz: “Sûrenin adının kaynaklandığı tahrîm (haram kılma) olayı hakkında tefsir ve hadis kaynaklarında yer alan farklı rivayetlerin değerlendirilmesinden anlaşılacağı üzere Resûl-i Ekrem (SAV) ile hanımları arasında bir kırgınlık meydana gelmiş, Resûlullah (SAV) da eşleriyle bir ay kadar beraber olmamaya -yemin mahiyetinde- karar vererek ayrı bir yerde yatmıştır. Bunun yanında hanımlarından Hafsa’ya aile hayatına veya kendisinden sonra yönetimi Ebû Bekir ile Ömer’in yürüteceğine dair “sır” niteliğinde bazı şeyler söylemiş, fakat Hafsa bunları Âişe’ye anlatmış, ayrıca Hafsa ile Âişe kıskançlıkları yüzünden Resûl-i Ekrem’e (SAV) karşı bir nevi tavır almıştır. Sûrenin ilk bölümünde, yapılan yeminin gerektiğinde bozulabileceği ve keffâretinin ödeneceği belirtilir. Ardından söz konusu olaya değinilerek huzursuzluğa sebep olan Hafsa ile Âişe’ye -isim zikredilmeksizin- hitap edilir ve tövbe etmeleri öğütlenir; aksi takdirde Allah’ın, Cebrâil’in, samimi müminlerin ve meleklerin Resûlullah’a yardımcı olacağı ifade edilir. Hz. Peygamber’in hanımlarını boşaması durumunda Cenâb-ı Hakk’ın kendisine daha üstün nitelikli hanımlar vereceği bildirilir (âyet 1-5).[1]

Surenin 4. Âyeti: İkiniz (Hafsa ve Aişe) de Allah’a tövbe ederseniz (çok iyi olur), çünkü kalpleriniz eğrilmişti. Ama peygambere karşı bir dayanışma içine girecek olursanız bilin ki herkesten önce Allah onun dostu ve koruyucusudur, sonra da Cebrâil ve iyi müminler. Melekler de bunların ardından onun yardımcısıdır.

Surenin 5. Âyeti: Eğer sizi boşayacak olursa Rabbi ona, sizin yerinize sizden daha iyi olan, Allah’a teslimiyet gösteren, yürekten inanan, içtenlikle itaat eden, tövbe eden, kulluk eden, dünyada yolcu gibi yaşayan, dul ve bâkire eşler verebilir.

Âyette dul ve bâkire eşler vurgusu bulunuyor. Âyetteki duldan kasıt, Hz. Hafsa’dır; bâkireden kasıt ise, Hz. Aişe’dir. Hz. Aişe’nin kendisini “bâkireliği”yle övmesi ve farklı görmesine vurgu yaparak “Senden daha hayırlı bâkireler şu an var ve Peygamber eşi olabilecek kıvamda bulunuyorlar” diye vurgu yapılarak sınırlarını aşmaması gerektiğine ve vazgeçilmez olmadığına dair âyet net açıklamalarda bulunur. Âyette dul lafzını bâkireden önceye alması, yaşanan problemin kaynağının ve azmettiricisinin dul olan Hz. Hafsa olduğunu vurguluyor.

Bu âyet Hz. Aişe’nin (RA) genç bir kız iken Hz. Peygamber (SAV) ile evlendiğini net olarak bildirmektedir. Ayrıca kendisinden daha hayırlı bâkireler ve dul kadınların o dönemde yaşadıklarının âyette ifade edilmesi, Hz. Aişe ile ilgili “eşsizliği”, “daha iyisi olmaması” şeklindeki rivayetlerin Kur’ana muhalif olduğunu net olarak göstermektedir. Surenin devamı, Hz. Hafsa’nın (RA) konumunun Hz. Lut’un (AS) hanımına benzediğini ima eder. Çünkü genç erkekler suretinde meleklerin gelişi haberi Lut Peygamber’e has bir sır olmasına rağmen hanımı, Lut kavmine bu sırrı haber vermesiyle sırrı fâş etmiştir. Kur’an bu şekilde aralarında benzerlik kurar. Hz. Aişe’yi (RA) de Hz. Nuh’un (AS) kendisine muhalefet eden hanımına benzetir. Yine surenin devamı Hz. Hafsa’yı, Firavun’un hanımı Asiye (RA) gibi olmaya teşvik ederken, Hz. Aişe’yi (RA) de bir “bâkire” olan ve Kur’an’da “sıddîka”[2] şeklinde isimlendirilen Hz. Meryem bint-i İmran (RA) gibi olmaya teşvik ederek aralarında benzerlikler kurar.

Hicri 5. yılın sonlarında, miladi 626-627 yıllarda nâzil olan Nur suresine baktığımızda görüyoruz ki: “Sûrenin muhtevasını üç bölüm halinde incelemek mümkündür. Birinci bölümde Câhiliye döneminden kalan zina fiilinin hükmü belirtilmiş, eşler arasında zina isnadı probleminin çözümüne dair açıklamalar yapılmıştır (âyet 1-10). Daha sonra Benî Mustaliḳ Gazvesi dönüşünde ihtiyacı sebebiyle geri kalıp bir sahâbînin yardımıyla askerî birliğe yetişen Hz. Âişe’ye yapılan zina isnadı konu edilmiş ve bunun “büyük bir iftira” olduğu belirtilmiştir. Münafıkların bir tertibi olan bu isnat, henüz beş yıllık bir geçmişe sahip bulunan Medine İslâm toplumunun iç huzurunu bozmak, Müslümanlar arasında güven duygusunu sarsmak gibi amaçlar taşıyordu. İlgili âyetlerde (11-22) bu hususlarda dikkatli olunması gerektiği vurgulanmış, dedikodulardan rencide olan Hz. Ebû Bekir ailesinden hatalı davrananları affetmeleri istenmiş, bu erdemli davranışın ilâhî affa vesile teşkil edeceği belirtilmiştir (Taberî, XVIII, 135-137; ayrıca bk. İFK HADİSESİ; KAZF). İffetli kadınlara zina iftirasında bulunanların dünyada ve âhirette lânete uğrayacakları ifade edilmiş, başkasının evine girip çıkmakta, mahrem olmayan kadınlarla erkeklerin birbirlerine karşı davranışlarında riayet edecekleri kurallardan söz edilmiş, toplumların temel unsuru olan ailenin teşkil edilişinin yegâne meşrû yolu olarak evlilik emredilmiş ve iffetin toplum hayatına hâkim kılınması istenmiştir (âyet 23-34).”[3]

Nur suresinin iniş sebebi olan İfk (iftira) hadisesi, Hz. Âişe’den nakledildiği üzere şöyle gelişmiştir: “Resûl-i Ekrem Benî Mustaliḳ (Müreysî‘) Gazvesi’nden dönerken beraberinde götürdüğü eşi Âişe, konakladıkları bir yerde sabaha karşı tekrar hareket emri verildiğinde tabii ihtiyacını gidermek üzere ordugâhtan uzaklaşır. Geri gelirken boynundaki Yemen (Zafâr) akiği gerdanlığın düşmüş olduğunu fark eder ve kendisini bekleyecekleri düşüncesiyle dönüp aramaya koyulur; ancak karanlıkta onu bulup el yordamıyla tanelerini toplayıncaya kadar çok vakit kaybeder. Konak yerine geldiğinde diğerlerinin hareket ettiğini görür ve yokluğunu anlayınca aramaya çıkacakları inancıyla orada beklemeye başlar; bu arada uyuyakalır. Ordunun artçılarından Safvân b. Muattal es-Sülemî görevi gereği kamp yerini kontrol ederken onu bulur ve devesine bindirip hayvanı yederek orduya yetiştirir; fakat hızlı yürümekle birlikte kendisi yaya olduğu için kafileye ancak kuşluk sıcağında mola verdikleri zaman ulaşabilir.

Söz konusu gecikme başlangıçta kötüye yorumlanmamış, hatta kimsenin dikkatini bile çekmemişken, hicretten önce Hazrec kabilesinin reisi olan ve Medine’nin yönetimi kendisine verilmek üzere iken Hz. Peygamber’in (SAV) gelmesiyle bundan mahrum kalan Abdullah b. Übey b. Selûl’ün başlattığı dedikoduyla birlikte iç huzursuzluklara yol açan önemli bir olay halini almıştır. İslâmiyet’i istemeyerek kabul ettiği için münafıkların reisi diye bilinen Abdullah b. Übey ile adamlarının Resûl-i Ekrem’i ve kayınpederi Hz. Ebû Bekir’i küçük düşürmeye ve aralarını açmaya yönelik sözleri, bazı müminlerin de katılmasıyla (kaynaklar bunlardan Hassân b. Sâbit, Mistah b. Üsâse ve Hamne bint Cahş’ın adını vermektedir) kısa zamanda yayılma istidadı göstermiştir.”[4] Yaşanan gergin süreç sonrasında Nur suresi nâzil olmuştur.

“Resûl-i Ekrem, Hz. Âişe’nin beraatini ilân eden âyetleri Mescid-i Nebevî’de Müslümanlara okumuştur.[5] Sonra da bu çirkin iftirayı yaymakta ileri gitmiş olan Hassân b. Sâbit, Hamne bint Cahş ve Mistah b. Üsâse’ye, iffetli kadına zina isnadında bulundukları için Nûr sûresinin 4. âyetine göre seksener sopa vurulması ve bir daha şahitliklerinin kabul edilmemesi cezasını uygulamıştır.”[6]

Surede Hz. Aişe’nin (RA) yaş dönemini bildiren bir detay surenin bir âyetinde geçmektedir:

Nûr suresinin 23. Âyeti: “İnnellezîne yermûne’l-muhsanâti’l-gâfilâti’l-mü’minâti luinu fi’d-dünya ve’l-âhirati ve lehüm azâbün azîm” (İmanlı, saf ve namuslu kadınlara iftira atanlar dünyada ve âhirette lânetlenmişlerdir, onlara büyük bir ceza vardır.)

Bu âyette geçen “gâfilât” kelimesi bahsimiz için anahtar rolü oynamaktadır. Mealler, yukarıda görüldüğü gibi, “gâfil, saf, habersiz” gibi manalar vererek “gâfilât” kelimesini izah etmeye çalışmaktadırlar. Bu noktada anahtar tefsir ve te’vili son asrın Kur’an müfessirlerinden Bediüzzaman Said Nursi’de buluyoruz. Kendisi Kur’an âyetlerinden gençlerin ıslah ve irşadına, talim ve terbiyesine dair tespit ettiği hakikatleri “Gençlik Rehberi” isimli bir risalede bir araya getirmiştir. Bu risalenin ilk ismini ise “Sirâcu’l-Gâfilîn” olarak belirlemiş, sonrasında yaşadığı dönemdeki Türkçeleştirme hareketinin neticesinde Arapça kelimelerin yeni nesil tarafından bilinmemesinden dolayı risalenin isminin rahat anlaşılabilmesi için “Gençlik Rehberi” adını vermiştir.[7] Fakat bu isimlendirme bize “gâfilîn” kelimesinin, genç erkekler; âyetteki “gâfilât” kelimesinin genç kızlar anlamında anlaşılabileceğine dair net bir referans olmaktadır. Bediüzzaman Said Nursi, İşârâtü’l-İ’caz, Kızıl İcaz, Muhakemat kitapları ve Mu’cizât-ı Kur’aniye risalesinin gösterdiği üzere bir dil üstadı, Arap Dili ve Edebiyatı uzmanıdır. Evet insan ömrünün, en günahkar ve en gafletli zaman dilimi, insanın nefsânî arzularının ve heveslerinin tavan yaptığı, hayat ateşinin insanın düşünce ve duygu dünyasını alabora ettiği, hayatın zevklerine insanı kilitlediği gençlik dönemidir. Bu cihetten Kur’an, yaşı itibariyle o dönemde bulunan Hz. Aişe’yi (RA) “gâfile” olarak isimlendirmiştir.

Bu anahtar bilgi eşliğinde ilgili âyet, İfk Hadisesi’nin başkahramanı olan Hz. Aişe’nin (RA) olay gerçekleştiğinde genç bir kız olduğu konusuna diğer bir delili teşkil etmektedir. Mustalık oğulları seferi, Hz. Aişe’nin (RA) Hz. Peygamber’le (SAV) evliliklerinin 4 veya 5. yılında meydana gelmiştir. Ayrıca o esnada Hz. Aişe (RA), Mustalik oğulları seferine katılacak, zaruret durumunda silah kullanıp savaşabilecek, zaruret olmadığında savaşan askerlerin yaralarını tedavi edecek bir hemşire olarak vazife görecek bir teknik bilgi ve fiziksel olgunlukta bulunduğu için Hz. Peygamber (SAV) tarafından sefere götürülmüştür.

Ehl-i Beyt hanımları genelinde, Hz. Âişe ile ilgili dolaylı bazı bilgiler Ahzab suresinde ifade edilmiştir. Sureye baktığımızda görüyoruz ki:

Ahzab suresi 33. Âyet: (Ey Peygamber hanımları!) Evlerinizde oturun ve daha önce Câhiliye döneminde olduğu gibi açılıp saçılmayın, namazı güzelce kılın, zekâtı verin, Allah’a ve Resulüne itaat edin. Ey peygamber ailesi! Allah sizi sadece günah kirlerinden arındırmak ve sizi tertemiz yapmak istiyor.

Ahzab suresi 34. Âyet: Hânelerinizde okunan Allah’ın âyetlerini ve hikmeti dilinizden düşürmeyin. Allah bütün incelikleri ve gizlilikleri bilir, her şeyden haberdardır.

Ahzab suresinin 34. Âyetinin Arapça metni “Vezkurne mâ yutlâ fî büyûtikünne min âyâtillahi ve’l-hikmeti. İnnallâhe kâne Latîfen Habîra” şeklindedir.

Âyeteki “hikmet” lafzı iki şekilde anlaşılabilir: Kur’an’ın hikmetleri ve kâinat kitabının hikmetleri… İlk ihtimale göre “âyâtillah”, Allah’ın mucizelerini ifade eden ilim ve hakikatler olur. Hikmet ise, âyetlerin sırları, amelleri düzenleyen yapısı, insanı şehadet âlemi ve fıtrat kanunlarıyla barıştıracak prensipleri ifade eder. İkinci ihtimale göre ise, doğrudan kâinat kitabının sırlarını, hikmetlerini, düzenini ve bunları anlatan fenleri ve bilim dallarını ifade eder. Söz konusu âyet, Hz. Peygamber’in hanımlarının zihinlerinin bu hikmet ve mucizelerle meşgul olmasını, onları müzakere etmelerini, dillerinin bu hakikatleri dile getirmesini ve kalplerinin bu hakikatlerden zevk alacak şekilde onlara odaklanmasını emrediyor.

İlgili âyetin gerek kelam-ı İlâhînin sırlarına vukûfiyeti noktasında, gerekse kâinat kitabının hikmetleri ve sırlarına vâkıf olunması noktasında aslî muhatabı bizzat Hz. Aişe’dir (RA). Çünkü Hz. Peygamber’in (SAV) hanımları arasında Kur’an’ın sırları ve hikmetlerinin ifadesi olan 2.210 hadisi keskin zekâsı ve güçlü hafızası ile aktaran odur. Aynı zamanda tıp, edebiyat, şiir, tarih, ensab, rüya ilimlerine babası Hz. Ebu Bekir ve eşi Hz. Peygamber (SAV) dolayısıyla vakıftı. Bu çerçevede âyetteki her iki hikmet grubuna da sahipti. Hz. Peygamber’in (SAV) eşleri arasında ilimde öne çıkan Hz. Ümmü Seleme’den (RA) kıyas kabul etmeyecek derecede her iki hikmette de daha ileri idi.

Hikmeti ve özellikle Kur’anın sır ve hikmetlerini idrak etmek, epistemolojik açıdan öncelikle Kur’anın hakikat ve ilimlerini idraki zaruri kılar. Hikmet, ilmin hayata geçirilmiş halidir. Hakikat ilmi ise, ciddi bir nefis tezkiyesi ve benlik terbiyesi ile kişide ancak tahakkuk edebildiği ehl-i hak ve hakikat yanında sabittir. Kişinin nefis ve benlik boyutunun gelişimi ise, belirli bir yaşı zorunlu kılmaktadır. Büluğ çağı, kişinin hormonal ve duygusal yapısındaki değişimle kişide “nefsaniyet” gelişimine sebep olur. Rüşd yaşından sonra ise, kişide köklü bir “şahsiyet” (kişilik) ve “enaniyet” (benlik) gelişimi başlar. Bu çerçevede nefis tezkiyesi ve benlik terbiyesi sürecine giren bir şahsiyette tahakkuk edebilecek hakikat ilmi ve hak hikmetin Hz. Aişe’de (RA) tahakkuku için âyetin inmiştir. Ki âyetin iniş yılı 627 yılıdır. Bu durum gösterir ki âyet indiğinde Hz. Aişe’nin (RA) en azından rüşd yaşının tamamlanmış olması gerekmektedir. Rüşd yaşı, İmam-ı Azam Ebu Hanife’ye göre, 18’dir.

Kur’anın verdiği bu çerçeve içinde denilebilir ki, Hz. Aişe (RA), Hz. Peygamber (SAV) ile evlendiğinde kesinlikle bâkire bir genç kızdı. Kur’anın âyetlerinin hikmet ve sırlarını idrak edebilecek zihinsel, duygusal ve ruhsal bir olgunluk dönemine erişmiş veya yakın bir yaşta bulunuyordu. Ahzab suresinin iniş tarihi ve rüşd yaşını hesaba kattığımızda, 622 yılında evlilik tarihinin gerçekleştiği göz önüne getirilirse Hz. Aişe’nin evlendiğinde en azından 13 yaşında olduğu Kur’anen nettir. Ki bu yaş, tarım toplumu olan Arabistan’ın o zamanki dönemi için normal bir evlilik yaşıdır. Bu yaşta bir evlilik 20. asırda da dünya tarım toplumlarında geçerliliğini devam ettirmiştir.

[1] Bekir Topaloğlu, Tahrim Suresi, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul, c. 39, s. 425.

[2] Mâide suresi, 75.

[3] M. Kâmil YAŞAROĞLU, Nûr Suresi, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 2007, c. 33, s. 247-248.

[4] Mustafa FAYDA, İfk Hadidesi, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 2000, c. 21, s. 507-509.

[5] Bazı tefsirciler, Hz. Mâriye’den (RA) Hz. Peygamber’in (SAV) son oğlu doğduğu için bu İfk Hadisesi’nin onunla ilgili olduğunu iddia etmişler, Hz. Aişe’nin (RA) evlilik yaşı konusundaki dinsiz kesimin saldırılarına bir savunma psikolojisi içine girerek Hz. Aişe (RA) ile ilgili abartılı rivayetlerin etkisinden kurtulmaya çalışmışlardır. Oysaki dinsiz kesim Hz. Aişe konusunda ifrat ederlerken, bu tefsirciler tefrit etmektedirler. Hz. Aişe merkezli inen Nur suresinin nazm-ı maanisi (manalarının dizilişi) sureyi böyle anlamaya müsaade etmemektedir. Ayrıca Nur suresinin 627 yılında nazil olması, Mariye el-Kıbtiyye’nin 628 yılında Medine’ye gelmesi ve 630 yılında oğlu İbrahim’i doğurmasındaki tarih uyuşmazlıkları da böyle bir yorumlamaya izin vermemektedir. Örnek için bkz. Bahaeddin Sağlam, Turan Dursun ve Din, Hz. Aişe’nin Evlilik Yaşı Bahsi…

[6] Mustafa FAYDA, İfk Hadidesi, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 2000, c. 21, s. 507-509.

[7] Bediüzzaman Said Nursi, Kastamonu Lahikası, 140. Mektub

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum