Erdem AKÇA
Bilim ve Din Çelişemez. Çünkü…-1
Bilim ve din, hakikat noktasında aynı kaynaktan fışkıran iki nurdur. Babaları birdir. Rüyalarda da Jung’un tabiriyle kollektif bilinçaltı sembolü tarzında iki erkek kardeş olarak görünürler. Din, insanın ve İslam’ın hilim[1] sahibi “baba”sı; bilim ise, onun ilim sahibi “amca”sıdır. Fakat tarihte görülmemiş bir zihnî sapma ile aynı hakikatten feyiz alan bilim ile dini bazı çevreler ve özellikle dinsiz kesim birbirine düşman olarak göstermek istiyor. Bu kasıtlı çevreye alet olan bilim adamlarının bir kısmı kasdî olarak, diğer kısmı ise farkında olmayarak Kur’anın tabiriyle Ebu Leheb’lik yapıyorlar.[2] Kontrolleri altındaki üniversite camiasının topladığı odun gibi malumat yığınlarını birer Prometheus meşalesi yaparak kâinatı aydınlatmaya çalışıyorlar. Meşaleyle geceyi gündüze çevirmeye çalışmak gibi bir garabetin ve gülünç bir hayalin peşinde koşuyorlar ve koşturuyorlar. İnsanı karanlıklardan aydınlığa çıkartıp ona hakiki Rönesansı yaşatacak tek bir hakikat formülü vardır: Tevhid Bilinci… Aksi takdirde insan aklı, her bir zerre ve partiküle, varlığını reddettiği Allah’a ait özellikleri vermek zorunda kalacaktır. Daha da acısı bu yanlışının farkına da varamayacaktır.
Evet, öğlen vakti güneşin ışığı ile parıldayan denizdeki her kabarcıkta, kara üzerindeki küçücük cam kırıklarında, su damlalarında ve her şeffaf şeydeki hayalî güneşçikleri Hakiki Güneş’in birer tecellisi olarak Tevhid Bilinci ile Ondan görmek istemeyen bir kişi, her bir şeffaf şeyde hakiki bir güneşin varlığını kabul etmeye aklen mecburdur. Bu durumda Hakiki Tek Bir Güneş’in hakikatli güneşliğini reddeden bir akıl, şeffaf şeyler sayısınca hakiki güneşlerin varlığını kabul etmeye mecbur olacaktır.
Aynen bunun gibi, zaman nehrinde akan kâinatın en küçük nesnelerinden en büyük yapılarına kadar her şeyde görünen hararetli kudret, aydınlatıcı ilim ve şuurlu iradeyi Ezel-Ebed Güneş’i olan Allah’tan birer tecelli olarak görmeyi reddeden kişi, Cahiliye müşriklerinden daha feci bir putperestliği ve çok tanrılı algıyı kabul etmeye mecburdur. Tevhid ile her şeyi Allah’tan görmek ise, her şeyi Onun Mutlak Kudret, Kuşatıcı İlim, Külli İrade ve Ölümsüz Hayatından gösterdiği için akıllara sonsuz bir ikna, kalplere sonsuz bir itminan verdiği gibi her bir ruhun aradığı Nirvana manasındaki hakiki Rönesansı da ona gösterir ve zevk ettirir. Her şey bizzat kâim ve var olan Allah ile vardır ve var olmaya devam eder. İbn-i Sina tevhidin verdiği bu kutsal nefesi, Kayyum isminin penceresinden solumuştur. O der ki: “Kayyûm, kendisi için bizzat kaim, başkaları için mukim ve ikame edicidir.”
Dünya bilim tarihini araştırdığımızda bilim ve dinin daima beraber yürüdüğünü görüyoruz. Bütün resuller, ilim ve hikmette; nebiler ise, ilimde mütehassıstı. Onların tam takipçileri olan dindarlar, birer bilim ve maneviyat adamı idiler. Dinden uzaklaşmaları, bilimden de uzaklaşmaları anlamındaydı. Fizik sahasında kâşif Blaise Pascal, astronomi sahasında uzman Nicolaus Copernicus, genetik biliminin babası Gregor Mendel aynı zamanda birer papazdı. Newton ise, kilisenin dindarlığını beğenmeyecek derecede Allah’ı kabul ve ikrarda ileriydi. Hıristiyan dünyada bilim-din beraberliği bu şekilde olduğu gibi İslam dünyasında da aynı durum hâkimdi. Astronomi ve matematikte uzman olan Biruni, İbn-i Sina’yı akide noktasında eleştirecek derecede dindardı. Hukuk uzmanı Ebu Hanife, Ehl-i Sünnet’e imam olacak derecede bir fıkıh mezhebi sahibi idi. İstanbul’un fethinde başrollerden birisi olan Akşemseddin aynı zamanda mikrobun kâşifi olan bir tabibdi. Logaritmik cetveller çizen ve mantık biliminde el-Burhan isimli şaheserin sahibi olan İsmail Gelenbevi, füze modeli çizebilecek derecede fizik ve astronomi bilimine hâkim olan Erzurumlu İbrahim Hakkı Hz.leri din ve maneviyatta da döneminin önde gelen kişilerindendi. İlmin, vatanı olan Çin ve hikmetin zirvesi Hindistan’da ise bütün tarih boyunca bilim ve din daima aynı yerde ve aynı kişilerdeydi. Tarihin bu şahitlikleri bize gösterir ki, bilim ve dindarlık ayrı düşünülemez. Bu yüzden Batı dünyasındaki ruhsuz ve karanlık materyalist bilim ile aydınlanamayan bilim adamları ve hakikat aşığı halk mecburen yüzünü Hind irfanına çevirdi. Tâ ki, aydınlansın ve hakiki hikmet ve bilime ulaşsın. Said Nursi’nin tespit ettiği üzere bilim ve hikmet, insanı Hakikat’e ve Allah’a götüren 1001 şeritli bir anayoldur.[3] Bilimi dine düşman göstermek, bir insanın sol elini, sağ eline; aklını, kalbine; gözünü kulağına düşman görmek kadar garip, saçma ve abestir.
Evet din ve vahiy, bilimi “hikmet” olarak isimlendirir. Onu, Allah’ın en büyük bir sıfatı, Onun resullerinin değişmez özelliği olarak gösterir.[4] Kendisine hikmet verilene sonsuz hayırlar verildiğini vurgular.[5] Tabipliği ile bilinen Hz. Lokman’a, hastalık ve musibetlere şükrettirecek bir perspektif açan “özel bir hikmet” verildiğini kasdî olarak ifade eder.[6] Bu manada bilim ve hikmet, dinin şehâdet âlemindeki dilidir. Bu yönüyle bilim, dinin hizmetkârı, akılları ikna eden bir nuru, nefisleri terbiye eden bir kudsiyet gem’idir.
Ülkemizde akademik camia bilim-din arasında var olduğu söylenen bu manipulatif akıma kendilerini kaptırdıkları için sun’î bir gündem oluşturarak bilimin ve dinin önünü tıkıyorlar. En acı taraflardan birisi de şu ki, fen sahasında profesör olan birisinin kendisini dinin akide sahasında da mütehassıs olması zannına kapılması ve dinin temel argümanları hakkında sakallı bir çocuk hükmünde hezeyan-vari beyanlarda bulunmasıdır. Oysa hiçbir İlahiyat profesörü fen bilimleri sahasında mütehassıs edasına kapılmayıp ilmî edebini korumasına rağmen…
Sosyal medyanın popularitesini benlik ve kişiliğinin beslendiği birer kaynak gibi kullanmak isteyen bazı bilim adamları ise dikkatleri kendilerine çekmek, kendilerinden bahs edildiğini duymak için yersiz, fevri, dengesiz ve tutarsız şekilde dinî sahaya dair dillerini uzatıyorlar. Şöhret tutkusundan dolayı bir mabedin içine idrarını yapıp pisleten, sonra halkın kendisine beddua ettiğini duyduğunda “İşte benden bahsediyorlar” diye sevinen meşhur hikâyedeki adam konumuna düşüyorlar. Bunlardan en çok göze çarpanı uluslararası kariyer sahibi olan jeoloji Profesörü Celal Şengör’dür. Bu makalede Onun çeşitli sosyal medya mecralarında sözlü ve yazılı olarak din aleyhinde dilini uzattığı bazı paylaşımlarına cevap vermek istiyorum. Tâ ki bilim ve dinin arasındaki samimi ve ruhlu kardeşliği göstereyim ve dinin, Hak ve Hakikate dayanan muazzam bir mantık ve hikmet olduğunu ispat edeyim.
[1] Hilim, zekâ, şefkat ve sabrın birleşmiş haline verilen isimdir.
[2] Ebu Leheb, alevin babası demektir. Bu temsilde üniversite camiası ve altyapısı ise Hz. Peygamber’e (ASM) ve İslam’a sıkıntı vermek için odun toplayan Ebu Leheb’in karısına tekabül ediyor. Said Nursi, bir doktora yazdığı mektupta insanın kâinata dair elde ettiği fennî malumatı, odun yığınlarına benzetir. Onların yakılarak nura çevrilmesinin lüzumuna değinir. ( Barla Lahikası, Doktor Yusuf Kemal’e Mektuplar. )
[3] Sözler, 26. Söz, Zeyl.
[4] Yusuf suresi, 22; Enbiya suresi, 74 v.s.
[5] Bakara suresi, 269.
[6] Lokman suresi, 12.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.