Elif GÜNEŞTEKİN

Elif GÜNEŞTEKİN

Harita

Dimağ, akıl için yol haritasıdır.

Nasıl bir nimet ki tekrar ettiklerimizi, desen oluşturacak bir yol haritasını çizerek akla gösteriyor.

Büyük kainatın numunesi olan küçük kainat, büyük kütüphane hükmünde olan insandaki kuvve-i hafıza ile anlaşılır, bilinir.

Bir nevi kuvve-i hafıza, aklın ilmi oluyor. Akıl da o ilim için göz olur.

Risale-i Nur, dimağın mertebelerinden bahsederek bu sistemin beynin acib vazifelerini görmesini beyan eder. Zahiri ciheti beyin, batınî ciheti de dimağ olarak isimlendirilir.

Beyin, merkezi sinir sisteminin bir parçasıdır. Beyin, nöron diye isimlendirilen sinir hücrelerinden oluşur. Göz, kulak gibi duyulardan alınan malumatlar beyinde nöronlar aracılığıyla bilgi alışverişliğiyle düşünme, hareket, muhakeme, algılama, fikir diye gerçekleşir.

Bu şekilde zahiri olarak adlandırdığımız beynin batındaki çalışma sistemini kapsamlı bir şekilde Said Nursi Hazretlerinden, Risale-i nur eserlerinden bakacağız inşallah.

Dimağın yedi mertebesi vardır.

Dimağın ilk mertebesi tahayyül. İkinci mertebesi tasavvur, üçüncü mertebesi taakkuldur. Bu üç mertebe dimağın çalışması için çok önem kesbeder.

Dimağın ilk üç mertebesinde kuvalar vardır.

“Hem dahi insanın kuvalarına bir had konulmayıp serbest bırakılmış.”

“Çünkü insan, Hâlık-ı Kâinatın esmasının nihayetsiz tecellilerine bir âyine olduğu için kuvalarına nihayetsiz bir istidad verilmiş.” (Mektubat)

Bu kuvalar; Kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye ve kuvve-i akliyedir. Aklın istikameti için bu kuvvelerin vasatı olan iffet, şecaat, hikmet lazımdır.

Aklın imanı; şefkat-i imaniye ve şehamet-i imaniyedir. Bu iman tahayyül ve tasavvurda inkişaf etmektedir.

Kuvve-i şeheviye ve kuvve-i gadabiyenin vasata gelmesi ile imandan gelen şefkat ve cesaret fevkalade genişleyebilir.

Aksi takdirde şefkat ifrat ve tefritler ile akla bela olur.

Şefkatin vasati ise imanın mahiyetinden olan şehamet-i imaniyeden şecaatı kazandırır.

Şecaatta en yüksek mertebelerden biri de İmam-ı Ali’dir (R.A). Bu cihetle Esedullah unvanını almıştır.

O vakit aklın hikmeti; şefkat ve şecaat ile tamamlanır. “Akıl bir alettir der” Üstadım. Hikmet için tılsımlı bir anahtar hükmündedir.

Şefkat ve şecaat olan tahayyül ve tasavvur akla muhakeme ettirir. Risale-i Nur’da Sekizinci Söz’deki sağ yoldaki kardeş gibi “buranın bir Hakimi var” diyerek tılsımlı anahtarı olan enaniyetini aklında bularak kalbindeki tefekkür-ü imanı olan zihnini keşfeder.

Zihin ise şuurun bulunduğu pek derin bir tefekkür gerektiren vicdanı bir meseledir.

Vicdanın dört anasır-ı erbaasıdandır.

Öncelikle günümüzde bellek diye adlandırılan bizim ise şuur dediğimiz kavramı bilmek lazım gelir.

“Şuur, hayatın ziyasıdır. Hayat, her şeyin başı ve esasıdır.” (29. Söz)

“Ger şems hayvan olaydı; olur harareti hayatı, ziya olur şuûru.” (Âsâr-ı Bediiye)

Yani, Güneşin ihtiyari olsa idi harareti hayatı, şuuru ışığı olurdu.

Dimağ fabrikasının Tahayyülü için diyanet, tasavvuru için Şeriatın hükümleri lazımdır.

Ta ki akıl, vicdandaki şuurdan süzülsün. Akıl için şuur lazımdır. Kavramak, algılamak, tahkik edebilmek içsel alemimizin manevi elektriğidir.

Akıl gözün doğruluğunu isbat içindir. Göz doğru görmezse, akıl akıl değildir.

Gözün güzel görmesi için şuurun ihatalığına ihtiyaç vardır.

Şuur yani farkındalık kazandıkça aklın görme kabiliyeti artar.

“Her zamanın bir hükmü var” der Üstadımız.

Her hakikatin dahi cisimleşmiş hali vardır. Misal yağmur, rahmetin tecessüm etmiş halidir.

Bu zamanın hükümlerinden biri de elektriktir.

Maddi noktada fenn-i elektrik çok inkişaf etmiş ve edecektir.

Maddi noktada terakki elde ediliyorsa mânada bunu karşılayacak veyahut geçecek bir manevi elektriğin olması keşfedilmesi elzemdir.

Risalet-ün Nur bu zamanda bu manevi elektriğin vazifesini yapıyor.

Fenn-i elektrik, ism-i Hakem ve ism-i Hakîm’in cilvesine mazhardır. Fenn-i elektrik Hâlıkindan terbiye alır.

“Elektrik nurani bir hizmetkardır” der Bediüzzaman.

Üstadımız iki şeyden bahseder.

“Elektrik-i muzi ve tiryak-i Şâfî” der.

Elektrik-i muzi olan hamiyet, tiryak-i Şâfî olan Dirayet.

Hamiyetin esası inandığı hakikate kendini feda edecek şekilde gayret göstermektir.

Hamiyetin esası, fedakarlıktır.

“Hamiyet-i İslamiyet ise, nur-u İmandan in’ikas edip dalgalanan bir ziyadır.” (Said Nursi (RA)

Ziya, istihdam ediliyor. Emr-i Rabbaniyi yerine getirilmesine çalışıyor.

Cenab-ı Hakkın emr-i Rabbanisi tecelli-i Rububiyetini gösterir.

“Gece gündüzün ihtilafındaki tecelli-i rububiyet…” (Sözler)

Hamiyet ışık gibidir. Işıkta dalga ve parçacık olarak ilerler.

Madde de bu böyledir. Maneviyatın ışığı olan hamiyet süratle emri yerine getirir.

“Meselâ bir avuç su, incimad ile meyelan-ı inbisatı der: ‘Fazla yer tutacağım.’ Metin demir onu yalan çıkaramaz. Sözünün doğruluğu demiri parçalar.” (Âsâr-ı Bediiye)

Doğrulukta demir gibi olmak fedakarane hamiyeti gösterir.

Üstadımızın talebesi Asım abi de istikamet şehidi olarak hamiyet-i İslamiye’nin tecellisine mazhar oldu.

“Nuranî olan İslamiyet” der Üstadımız. Elektrik de nuranî hizmetkârlardır.

Nuranî sekenenin nurani mahlukları vardır.

“Semanın sükût ve sükûneti ve intizam ve ıttıradı ve vüs'at ve nuraniyeti gösterir ki: Sekenesi, zeminin sekenesi gibi değiller; belki bütün ahalisi muti'dirler. Ne emrolunsa onu işlerler. Müzahame ve münakaşayı îcab edecek bir sebeb yoktur. Zira memleket geniş, fıtratları safi, kendileri masum, makamları sabittir.” (Sözler-Risale-i Nur)

Buradan anlaşılacağı gibi İslamiyet “emrolunduğunuz gibi olun” sırrı ile münakaşaya sebebiyet vermez. Meşreblerin farklılığı fıtratı bozmaz. Zira, İslamiyet memleketi geniştir.

“Balık suda yaşadığı gibi, güneşin ateşinde dahi o nurani sekeneler bulunur. Nâr nuru yakmaz, belki ateş ışığa meded verir.“ (Sözler)

“Evet nasılki nuranî bir nokta, sür'at-i hareketiyle nuranî bir hat olur veya bir daire olur. Öyle de: Küre-i Arz sür'atli, hikmetli hareketiyle bir daire-i vücudun temessülüne ve o daire-i vücud mahsulâtıyla beraber, bir meydan-ı haşr-i ekberin teşekkülüne medardır.” (Mektubat)

Nasıl ki Güneş Nuranîdir onun sakinleri dahi nuranidir.

O vakit İslamiyet nurani ise Müslim dahi nuranîdir.

İslamiyet’ten zuhur eden Müslim sıfatı; çalışır, gayret eder.

Nuranî olan Nuranî kudreti tanımak ister. Nurun yayılması ile şuur genişler.

Şuurlu bir akıl isterki Vefa etsin.

Ahde vefa ancak akla şuuru takmak ile olur. İnsanda şuur olduğu gibi kainatın da şuuru vardır.

Bu cihetle şuurlu olan Kainat, Hakîm-i Zulcelâlin hafiziyetini ilan eder. İnsanın hıfzı küçük bir kainat hükmündedir.

Nuranî kudreti tanımak istersen dimağın nöronlarını yaratmasına bak.

Kainat ve insan, şuuru ile beynimize nokta nokta, iz takip ettirmekte...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum