Ahmet Nebil SOYER

Ahmet Nebil SOYER

Eleştirmen Mehmet Akif

Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Uluslararası Mehmet Akif Sempozyumu'nda sunulan tebliğ

Akif’in eleştirileri teorik mülahazalar yığını değildir, o  gözlemlere dayanarak yorumlar ve eleştiriler yapar. Çöküş ve yıkılış döneminin toplumsal yapısını , ferdi ve onu oluşturan yıkılmış değerleri, aileyi, sokağı , mahalleyi, şehri, camiyi, hanı, devleti, hükümeti , yöneticileri, valileri,muhtarları , kır ağalarını, imamları, şeyhleri, özetle toplumu oluşturan bütün kurumları ve kişileri  keskin gözlemlerinden geçirir ve değerlendirir. Dönemi  Akif kadar canlı ve çirkin yapısı ile gözlemleyen bir romancıdan daha canlı tasvirlerle resmeden bir başka şairimiz yoktur. Biz bu metinde bütün Safahat’daki  ferdi ve toplumsal , şahsi  ve kurumsal eleştirileri  gördüğümüz oranda  tesbit ettik.

Akif demek eleştiri demektir, eleştirel tutumlarını bir kenara koyun  Akif diye bir şahsın kalmadığını göreceksiniz. Bütün Safahat boyunca eleştirilmeyen tutum, tavır, kurum, yok gibidir. Genel bir yorum yapılacak olursa Akif’in bütün eleştirileri metafizik ve kozmik telakkileri, uluhiyet ve mabudiyet ile irtibatlarını kaybetmiş, cemiyet içinde fonksiyonlarını yitirmiş,iyi yönetilemeyen ve derbeder bir hükümet veya  devlet çarkı içinde şaşkın, idealsiz insanın eleştirisidir.  Bu onun eleştirilerinin  yörüngesidir, ne söylemiş ise bu çarka bağlanabilir. Hatta denebilir ki Akif, Moliere , Volter, Ansiklopedistler ,Zola , Monteskiyo, gibi bir büyük eleştirmendir. Akif’in eleştirileri tek tek gözden geçirilince  sistematik  olarak gelişen bir harita ve tablo ortaya çıkar. O Molyer gibi çiğ  ve iğrenç toplumsal yaraları  sahnelerle verir. Bütün manzum hikayelerinde tiyatro kadar görsel sahneler çizer. Semavi ve beşeri desteklerini kaybetmiş bir insanın oluşturduğu  cemiyetin bünyesi elbette iflasa  gidecektir. İstiklal savaşı bu insanın sırtındaki ve ruhundaki kirleri atıp yeni bir hamleyle yeni bir devleti kurma çabasıdır. Kirlenen çamaşırlar yıkanır yeni bir düzen kazanırlar, cemiyetler de  kirlenince temizlenmek için olayların makinası ile hırpalanırlar, ortaya çıkanlar canlı unsurlardır. Cumhuriyet öncesi romanlarımızın çoğu bu kirli toplumu şerhederler. Namık Kemal’ den Akif’e kadar yirmiyi aşkın  yazar ve şair hep eleştirirler bunlarda çirkinlik ve hamlık, olumsuzluk çoktur.   Tanzimattan günümüze edebiyatımız güzel şeylere  ilgi çekmez, kötü şeylere ilgi çekerek bizi düzeltmeye davet eder, ama bozulmuş bir cemiyeti ve onun hücre taşı insanı değiştirmek ne insanın ne de eleştirmenin görevidir veya onlara çok gelen bir iştir.

Akif psikanalitik olarak hep kızgındır. Şiirinin tümünde  bazı yerlerde çaresiz, bazı yerlerde kızgın ve bağırgan, çok  az yerde de ümit doludur. Olayları öyle anlatır , hatta gösterir ki  bütün Safahat’ı bir iki günde okursanız, tutunacak bir tahtası  olmayan okyanus  ortasındaki bir insan gibi ümit diye bir şey içinizde yeşermez. Ondan sonra tutar

Yes öyle bir bataktır ki düşersin boğulursun

Ümide sarıl sımsıkı seyret ne olursun

Der. O kadar olaydan sonra hiçbir yaptırım gücünüz yoksa, ancak ağlarsınız, ümitlerinizi değil, kırgınlık ve hınçlarınızı içinize gömersiniz.

Eleştiriler bütünüyle insan etrafında dokunur. Akif’in kafasında  olan ideal insan, ideal Müslüman örneği her metnin içinde olsun olmasın, en azından metnin  arka planında vardır. Akif eleştirilerini metnin içinde veya arkasındaki ideal insana göre yapar. İnsan ile ilgili eleştiriler aile etrafında da birleştirilebilir. Akif’in romanı olan Safahat’da ideal aile örneği yok gibidir. Akif’in  beğendiği , etkilendiği Zola  Paris’in hep olumsuz yanlarını gördüğü için çok eleştirilmiştir, Akif de hayatımızın olumlu yönlerini değil , hep hastalıklı ve elemli kısımlarını görür. Acaba onun eleştirdiği toplumda makul örnekler yok mu idi, muhakkak vardı, ama edebiyat eleştiri daima kötü örnekle söylemek istediklerini söyler. Akif de bu kuramdan dışarı çıkmaz.

Estetik olarak güzeli anlatmak zordur,ama çirkini anlatmak kolaydır. Güzeli anlatmak için daha seçilmiş, ayıklanmış bir  dil lazımdır. Ama çirkini anlatmasanız da o kendini gösterir. Akif satırların tersten perspektifi  ile güzeli gösterir denebilir, onda görünenin arkasında bir  iyi örneğin vurgulanmak istediği görülür.

Sefalet gariplik , merhametsizlik

Uluhiyet konusundaki ihatasızlık

Belediye hizmetlerindeki yetersizlik

Ailelerin durumu

Kader eleştirisi

Kimsesizlik

Tanrısal eleştiri

Meyhane , içki ve aile

Azimsizlik ve  gayretsizlik

İnsanın yüce mahiyeti

Para ve hamiyet

Dilencilik

İstibdad, hükümdar eleştirisi

Savaşlar ve yetimler

Sorumlu devlet adamı

Tembel ve gayretsiz toplum

Meyhane ve mahalle kahvesi

Tembellik

Dini yanlış anlama ve çok evlilik

İhtiyarlar,karılar , cocuklar

Yüzeysel sanat anlayışı

Eski nesil

Erteleyici  insan

Hakikatı araştırma

Kendini eleştirme

Yöneticilerin seçimi ve duyarsızlığı

İslam dünyasının perişanlığı  ve her konudaki sefaheti

Yanlış hürriyet anlayışı

Aydınlarla halkın arası

Yaş yerine gayret

Göz yaşı yerine gayret

Üdeba ve divanlarımız

Dil

Zaman

Çalışma , dayanışma ve çalışma , gezeğenler

Kavmiyetçilik

Celal ,cemal tecellisi

Birlik ve dayanışma

Büyük insanlar saygı  ve hürmet

Ümid

Allah ile dialog

Utanma hissi

Yanlış tevekkül

Nifak  ,

Aydınların keyfiliği

Yanlış din anlayışı

İdeal tip ve Asım

İdeal din anlayışı

Millet anlayışı

İmansızlık

Yanlış batılılaşma

İdeal din adamları, ideal insanlar

Aydınlar ve din

Bu eleştiri konuları bütün Safahat’ın ayrıntısıdır. Bunları  tasnif edersek

1-Lahuti ve ledünni konular

Uluhiyyet konusundaki ihatasızlık, kader eleştirisi, tanrısal       eylemlerin yorumu, celal ve cemal tecellisi, Allah ile dialoglar birinci sırayı oluşturur.

Kufe’de  Hasan’ın durumunu yorumlarken Akif, çocuğun çektiğini kadere yükler.İnsanların ihmali sonucu doğan durumları kadere yüklemek  Akif’e göre yadırgatıcı bir tutum olabilir.

“O yük değil kaderin  bir cezası masuma

Yazık günah  nedir , bilmiyen şu mahkuma “ (Safahat s 27)

Akif’in kader karşısındaki tutumu bir etüd konusudur. Akif’in  hayatında olumsuz olaylar ile olumlu olaylar kıyaslanırsa olumsuzların çok fazla olduğu görülür.Hatta olumlu çok nadirdir. Onun ömrünün baharı sadece çocukluğudur  denebilir, daha sonra bütün hayatı kıştır. Istırap değil bazen zulümdür , ama zulüm dehaların ekmeğidir. Akif  de bir büyük dehadır. Özellikle sabrı, metaneti, olumsuzluklara , travmatik  durumlara rağmen    itidalli olması dehası   olarak yorumlanabilir.

Hasır‘da, “Hayat namına , Yarab nedir bu devr-i azab“ (Safahat s 33)

İnsanın  yeryüzündeki evrensel mücadelesi konusunda karamsardır Akif. Geçinme Belası şiirinde  İnsana hayatı ve geçinme mücadelesini aşan bir lahuti gaye yüklemez.

Göstermede dünyaya nedir maksad-ı  Halık

Dünyanın varlığı ve  gayesi mitoloji, sanat, felsefe, beşeri dinler ve ilahi dinleri çok meşgul etmiştir.Birçoğu absürd de olsa herkes varlığa  bir gaye yükleme  konusunda birlik içindedirler. Beşeri veya ilahi  olsun , Brahmanizm de  Budizm de bile insanın ruhunu ve kalbini koruyarak temiz bir şekilde kendini varlık ötesine , berzaha götürmesi gaye olarak belirlenmiştir. Ama insanların varlığa  yüklediği gayeler ile varlığın sahibinin yüklediği gaye elbette aynı değildir. Bir harfe katibin verdiği gaye ile harfin kendine verdiği gaye aynı olmaz. Bilim kendine göre, din ise ilahi bir perspektife göre gaye yükler. Akif yukardaki satırda  varlığın gayesi konusunda bir tereddüd halindedir sanki.

Akif Hakkın Sesleri’nde ayetleri şiirlerle yorumlayarak eleştiriler yapar. Akif Allah ile yaptığı diyaloglarla toplumun halini değerlendirir. Üç yüz elli milyon Müslümana Avrupalı habis orduların saldırmasıyla milletler kahrolmuştur. Akif Allah’ın bütün bu olanlar karşısındaki tutumunu yorumlar.Bunlara isyan mı denir sorgulama mı denir, ama bir yere koymak gerekir.

Tecelli etmedin bir kerre Allah’ım  Cemalinle

Şu  üç yüz elli  milyon ruhu öldürdün Celalinle

Oturmuş eğlenirken  Senin haşa zevalinle

Nedir  ilhadı imhalin  o samit infialinle  (Safahat s 193)

Akif derinliğine düşünür mü acaba. Şark dünyanın geri kaldığını Ziya Paşa anlatır.

Diyar-ı küfrü gezdim beldeler , kaşaneler gördüm

Dolaştım  mülk-i İslamı hep viraneler gördüm

On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında bir şair iki dünyanın nasıl mukayese edilmez bir durumda olduğunu ortaya koyar. Ta on altıncı yüzyıldan beri doğu dünyası geri kalmıştır, Akif bu kronik geri koyucu nedenleri anlatır.Yanlış tevekkül, tenbellik, çalışmamak, dini yanlış anlamak, kadının aşağılanması, üretememek , Allah’ı yanlış tanımak ve daha birçok nedenlerdir bunlar. Bunları bildiği halde Avrupa’nın çalışarak elde ettiği bir medeniyeti şark dünyası üzerinde her türlü kahredici  nedenlerle kullanması ilahi bir suçlama nedeni değildir, insan çalışmayarak ilahi tecellileri aleyhine çevirir, milletler de öyledir. Allah’ın bütün bu kötülükleri sessizce seyretmesi tarzındaki yorum doğrusu Akif’e göre değildir. Tefsir-i Celaleyn’i yanıda taşıyan yirmiye yakın tekrar tekrar okuyan Akif sırf şiir olsun diye mi bu satırları karalamıştır.

Bu incinmenin sonucu  Akif kendini suçlar. “ Bugün sen kendi kendinden ümit et ancak imdadı – Evet sen kendi ikdamınla kaldır git de bidadı “ (Safahat s 194) Akif  hemen sonra asıl suçluyu bulur, suçlu millet temsil eden bir üyesi olarak herhangi biri veya şairdir. Ancak o çalışarak kaldırabilir olumsuzlukları.

Kimden kime  şekva edeyim  biz de şaşırdık “( Safahat s 36)

Allah’a olumsuzluklar hikaye edilir, şikayet edilir, ama Allah’ı kimseye nasıl şikayet konusu edebilir insan. Ama Akif o kadar çok olumsuzluklar yaşamıştır ki , bunların birden değişmesi imkansızdır. Bir sihirli el ile birden olumsuzlukları düzeltmek de dindeki hikmete aykırıdır, insan iradesi ile meydana gelen kötülükler, yine onun iradesi ile düzelecektir.

Uluhiyyet konularındaki ihatasızlığı eleştirir. “ Hurşid-i ezelden nasıl ister ki    haberdar olsun daha  bir zerreyi  derk etmiyen efkar” (Safahat s 16) Bir atom zerresini dahi  anlamayan insanın Allah’ ın  varlığını değil , mahiyetini anlaması imkansızdır , demek ister,

Akif olayların olumsuzluk  şiddetine göre ithamkar bir dil kullanır, ama teorik yorumlarında objektiftir. İnsan Atom’un mahiyetini dahi anlayamamıştır, atomculuk milattan önce başlayan bir fizik  ve kimya sorunudur, batıyı kiliseyi çok meşgul etmiştir. Atomu istihdam eden Allah’tır diyen kliseye karşı filozofların muvahhid olmayanları karşı çıkmışlar, tabiatcı natüralist filozoflar en son Marks  zerre konusunu doktora tezi olarak yapmış ve varlığın  atomun hareketi ile ama hareketin biri tarafından bir gaye uğruna denetlenmesine karşı çıkmıştır. Veterinerlik yapmış olan Akif bu konuları bilir. İnsanın atomun mahiyetini bilemediği halde Allah’ın mahiyetini anlamaya çalışmasını yanlış bir tutum olarak görür.

Zerre , atom konusu Marks’ı ekonomik  yapısal eleştirilere iter. Atom konusunu doktora tezi yapıp atomun bağımsız ve rotasını kendi tayin eden  bir mahiyet olarak algılaması  üniversitedeki muhafazakar  Hegel’cilerin eleştirisine neden olur, üniversite ile ilgisi kesilir. Bu olay üzerine orman işçilerinin sorunları üzerine yazılar yazar, Kapital’e giden yolu kendine açmış olur.

“Ey ruh-i feza gerd giran seyr-i harimin

Ey natıka dembeste-i esrar-ı  azimin  “( Safahat s 16)

Dolaşan ve cevelan etmek özelliğindeki  ruh senin varlığının özel alanında ağırlaşır, seyredemez,çok şey anlamaz. Senin  büyük sırlarının karşısında konuşmanın eli  kolu bağlıdır. Akif bu beyti ile insanın Allah’ın mahiyeti konusunda, sırları bahsinde bir şey yapmasının imkansız olduğunu, eli bağlı  ve suskun  durması gerektiğini söyler. İnsan Allah’ın yarattığı maddenin kimyasal ve fiziki özelliklerini araştırabilir, ama Tanrı’nın değil.

Cebri olmadığını söyler , ama “ Olsam ilahi ne suçum var” (Safahat s 18) der.Olaylara gelince Akif değişir. Cebri ‘lik bir itikadi meslektir. Felsefe lügatinde şöyler anlatılır. “Cebriye mezhebine göre iyi ve kötü doğrudan doğruya Allah’dan gelir, olayların ortaya çıkışı ve meydana gelişi , insanın iradesine bağlı  değildir.” (Ahmet Cevizci , Felsefe lügati s 358) Bu tutum Ehli sünnet yani bizim itidaki anlayışımıza uygun değildir.İnsan kötülük ister , yaratmak ise Allah’a aittir, iyilik ister yaratmak yine Alah’ın hakkıdır. Ama istek insanda olduğu için sorumlu odur. Akif Cebri olmadığını söyler, yani insanın isteğini göre yaratma işinin cereyan ettiğini , insan  kötülük isteyince Allah’ın iyilik yaratması olmaz. Ama daha sonra  “ Olsam ilahi ne suçum var” derken, kendi ile tezada , zıtlığa düşer. Allah kimseye zorla kötülük yapmasını dikte ettirmez, Akif burada  ciddi bir yanlışı öne sürmüş olur. Aynı anda iki itikadi durumu benimsemiş olur. Allah kimseyi cebren fenalığa  itmez, bu onu suçlamak anlamına gelir,kişi fenalığı ister , Allah yaratır.Allah kimseyi fenalığa itmez.

Tevhid yahut Feryad isimli şiirin Hamit ve Ziya Paşa’nın kozmik , sosyal ve  lahuti hakikatlar doğrultusundaki eleştirileri ile benzer ve farklı noktaları vardır.

Eleştirilerin en hassası Allah ile dialoga girip  Müslüman dünyasının hüsranını saydığı kısımlardır. Gidişatın vahim sonuçlarını tahayyül eder ve Allah’dan bu olumsuz durumlara engel olmasını ister.

Üç yüz bu kadar milyonu canlandıran iman

Olsun mu beş on sersemin  ilhadına kurban

 

Akif inanarak Allah’a sığınarak Allah’ı da eleştirir gibidir.

Mazlumu nedir ezmede ezdirmede mana

Zalimleri adlin hani  öldürmedi hala

Cani geziyor dipdiri, can vermede masum

Suç başkasınındır da  niçin başkası mahkum ?

Yetmez mi musab olduğumuz bunca devahi

Ağzım kurusun yok musun ey adl-i ilahi

Safahat s 214

Tarihi ,sosyolojik, dini realiteler sonunda geldiğimiz noktaları  Allah’a yüklemek yanlış bir tutumdur, bu yüzden Akif eleştirilerinden sıkılır “ Ağzım kurusun” der. Allah’ın adaleti konusu da tartışılmış bir konudur,eğer zalimler zulümlerinin cezasını anında görseydi, hiç kimse zalim olmazdı, halbuki zulüm bir irade konusudur, sabır da bir irade konusudur. Eğer kötülükler anında karşılık görseydi  iyilik ve kötülük, isteyerek değil, mecburiyete dönüşürdü, bu da dinin ihtiyari  mantığına aykırıdır. İnsan ister iyi olur, ister kötü olur. Akif’in bu konudaki eleştirileri birçok alanda bilgi gerektiren konulardır.

2- Çözülme ve çöküş dönemi insanının özellikleri

Sefalet, gariplik , merhametsizlik, kimsesizlik, azimsizlik, gayretsizlik,insanın yüce mahiyetini anlamama,dilencilik , tembellik,  çalışmama, dayanışma yokluğu, ağlamak, birlikten uzaklık, utanmazlık, imansızlık,yoksulluk

Gayretsizliği  ve tembelliği eleştirir. “ Sedd-i rahl et durmayıp git , yolda kalmaktan sakın ,  Merd-i sahib-i azm için neymiş  uzak , neymiş yakın “ Safahat  s 29) İnsan için çalıştığından başkası yoktur, onun en çok üzerinde yoğunlaştığı nastır.

Leyselil insani illa  ma sea derken Huda

Anlamam hiç meskenetten   sen ne beklersin daha “ (Safahat s 30)  der,

Sefalet sahneleri, kimsesizlik

Hasır şiirinde ölen kadın  kimsesiz bir kadındır.

“ Mahallemizde beş aydır yatan o hasta kadın

Bugün sabahleyin  artık cihandan  el çekmiş

Ne çare  kısmeti böyle bir günde ölmekmiş

Yanında kimse de yokmuş. Aman bırak neyse …

Ecel gelince  ha olmuş, ha olmamış kimse “ Safahat s 33)

Yetimlik , kimsesizlik Akif’in  gözünden kaçmayan hallerdendir. Bir bayram günü , bayram yerinde parası olmadığı için sallanamayan çocuğun durumunu  merhametkar bir eda ile yorumlar.

“ Bir ihtiyar kadının  koltuğunda  gür  kaşlı

Uzunca saçlı  güzel bir  kız ağlayıp duruyor

Gelen  geçen  “ Bu niçin ağlayıp duruyor.

-Yetim ayol .. Bana evlat belasıdır bu acı.

- Çocuk değil mi  ? Salıncak diyor…

Salıncakcı!

Kuzum biraz da  bu  binsin … ne var sevabına say…

Yetim sevindirenin ömrü çok olur…

Hay hay!

Hemen o kız da salıncakcının mürüvvetine ,

Katıldı ağlamayan kızların şetaretine “( Safahat s 52)

Onun sefalet levhalarından  biri de Kör Neyzen’dir.

Geçende çarşı içinden çıkınca baktım ki

Çamurlu taşlara yaslanmış inliyor sail

Hasırdı  şiltesi  altında hem de pek eski

Şadırvan  olmasa  üstünde  yoktu bir hail

Duyulmuyordu uzaktan meyin de şimdi sesi

Yakından  ancak işittim o vapesin nefesi “

Safahat s 77

3- Yanlış din anlayışı ve doğurduğu tipler.

Evlilik, yanlış boşama adeti, yanlış tevekkül anlayışı, Allah’ı yanlış anlama, imansızlık, ideal dinden uzaklaşma, nifak, karıştırıcılık, dini yanlış anlama, teklifi yanlış anlama,Peygamber asrı ve arkadaşlarından uzak olma .

Akif tevekkül  kavramının arkeolojini yapar, çünkü bu kelime gerçek anlamı ile anlaşılmamıştır. Didinmeden , uğraşmadan yaşamanın imkansızlığını anlatır.

Allah’a dayandım diye sen çıkma yataktan

Mana-yı tevekkül bu mudur  hey gidi nadan

Ecdadını zannetme asırlarca uyudu

Nerden bulacaktın o zaman eldeki yurdu

Safahat  s 470

Akif fikirlerini ana kahraman olarak seçtiği vaizlere anlattırır. Vaiz kürsüye çıkar ve çalışma kavramını çok yönlü olarak anlatır. Alemde atomdan bulutlara kadar her şey çalışma kanununa bağlıdır. İnsan da sürekli   olmak istiyorsa çalışmayı vazife bilmelidir. Beka , devamlılık ancak çalışma ile elde edilir.Hangi varlık bir inceleme masasına bir laboratuvara konursa daimi bir çalışma içinde olduğu görülür. Alem büyük bir  gayret ve çalışma içindedir, insan idraki bunu görmelidir. , bir an bile dinlenmez ve atıl kalmaz, sürekli Allah sayesinde  yaratır bir güçtür. Madde de sürekli yeni şekiller almaktadır ve çalışmaktadır. Zaman da çalışmaya çıkar çünkü çalışmak sayesinde vardır. Mekan da çalışma sayesinde  mevcuttur.

Zaman da saye çıkar çünkü hep onunla yürür

Mekan da saye varır, sayi sıfra indiriniz

Mekan tasavvur edilmez muhal olur hayyiz

(Safahat s 255)

Necip Fazıl ve Tanpınar  , hatta Bergson’dan farlı yaklaşır zaman kavramına Akif.

Yaratılışın anlamı da çalışmak ile süreklilik kazanmaktır.

Şair bütün çalışanları nazara vererek insanı tenbelliğinden uyandırmaya çabalar.

Kamer çalışmamadır, gökler çalışmadadır

Güneş çalışmada, seyyareler çalışmadadır

Didinmeden geri durmaz  nücum-ı keysudar

Bütün alın teridir durmayıp yağan envar

Safahat s 255

Akif gezeğenleri bir aile olarak tasarlar, uzak olmalarına rağmen insanı beslediklerini , ve birbirleriyle de dostluk içinde olduklarını , birbirlerinin yaptıklarını bir araya getirerek dostluklarını insan için kullandıklarını anlatır. Hem felsefi, hem ilmi,  hem dini , hem de kelami yorumlar yapar.

Yabancı sanmayınız seyredip de ecramı

Bir eski ailedir gözyüzünde aramı

Şu var ki merkezi  ta asümanda olsa bile

Gelip gelip bizi besler kemal-i minnetle

Fakat bu aile hiç benzemez bizimkilere

Bozuşmamış  onun efradı  belki bir kerre

Lisan-ı hal-i tabiat lisandır onlara da

Bir ihtisas teatisidir dönen arada

Bir ihtisas ki pek incedir… Fakat keskin

Ne hasbıhal-i semavi nasıl belağ-ı mübin

Görün bu aile efradının sevişmesini

Küçük büyüklerin ruhu kurret- ül aynı

Safahat s 256

Bu aile efradı ezelde çizilmiş bir istikamete doğru koşmaktadır, bunu hiçbir şey durduramaz, uyutamaz. Ittırad ve intizam ile haraket ederler. Hiçbiri durmaz, dursa yıkılır sistem . Birliğin tam bir ahengi ile çalışmadan geri durmazlar. Bulutlar da aynı sekilde yaratılışın emrine verilmişlerdir. Türk şiirinin en yoğun ve felsefi- dini metnidir, bu sahifeler. Şiirimizde varılmamış yüksekliklerdir buradaki yorumlar. Astronomi, ve ilmi lahut bilmeyen bir zihin bunları şiirleştiremez. Semanın tanzim ve idaresi ve uluhiyetin bakış açısını şair  leyl-i serair , karanlıkların gecesi diye isimlendirir, ve gücü nisbetinde onu açmaya çabalar. Bir taşı ve mikroskobik  bir canlıyı alarak onlar üstünde yorum yapar, onların da bütün alemden taşan mesaiye katıldıklarını , çalışmalarını büyük mesaiye ilave ettiklerini söyler. Akif modern bir tefsir anlayışı ile  nasları yorumlar.

Kimya fizik gibi ilim verileri ile modern yorumlar yaparak , birçok kişinin içinden çıkamadığı bilimsel-felsefi  mülahazalar yapar.Hararet çalışmasa mevsimler olmaz, su buhar olur, yoğunlaşır, çalışır. Işık , karanlık ile yarışır. Gökyüzü olayları yıldırımlar, gök gürültüleri , yer yüzü olayları nehirlerin hareketi hep güçleri oranında çalışmadır.Birbirini tamamlayan zincirleme çalışmalardır bunlar. Onlar da çalışmayı bir vazife bilir, devamlılığı ancak onun ile sağlayacaklarına inanırlar. Canlılar da öyledir, onların peşindedir bütün bitkiler ve hayvanlar. Hayatı hak tanıdıkları için yorulmazlar. İnsan bedenindeki uzuvlar da yorulmazlar, birbirlerini tamamlar ve çalışırlar. Kimin kolunda çalışmak denen vefalı silah yoksa kurtulması imkansızdır. Ağaçlar, çiçekler, kuşlar hepsi yaratılış şiirini  bir senfoni gibi icra ederler.

Cemaatler, kavimler yaşama mücadelesinden  ayrılmazlar. Bu sonsuz kanun kainat nizamına bakmaktadır. Cihan da onun hizmetindedir.  Milletler ancak çalışma ile ilerler. Batı yere kanaat etmeyip göğe hükmediyor. İlimler , fenler ve sanatlar bu çalışmanın sonucudur. Balonlar, trenler, gemiler bu çalışmanın  sayesindedir. Bunun yanında şark dünyası her haliyle perişandır. Gözlemlerle hareketsizliği , tenbelliği ,ataleti lanetler, örnekler verir. Bu örnekler ruhu kalbi üzüp burkacak kadar canlıdır. Hastalıklar, hurafeler her yönü istila etmiştir. Her konuda ve alanda geri kalmanın nedenlerini anlatır Akif. Yanlış kader anlayışını eleştirir.

Çalış dedikçe şeriat çalışmadın durdun

Onun hesabına birçok hurafe uydurdun

Sonunda  bir de tevekkül sokuşturup araya

Zavallı dini çevirdin maskaraya !

Safahat s 268

Tevekkülü yanlış anlayanlar Allah’ı yanlış yorumlarlar. Oturduğun yerden emret, çalışmayı bırak, Mevla senin özel hizmetinde , sabahleyin işlerini yaz ver , bütün işlerini Rabbin görür, vazifesidir. Sonra kahveye git, çoluğun çocuğun sürünsün dert değil. Silahı o kullansın, hududu o beklesin , melekler ordu yerine düşmanı yensin , sen yetiş diyince Hızırı göndersin, hastana bakacak , sanki ırgadın  O.

Ya sen nesin Mütevekkil  yutulmaz artık bu

Hüdayı kendine kul yaptı kendi oldu huda

….

Bir işte sebeblere sarılmadan başarı olmaz. Ekilmeden biçilen tarla yoktur. Böyle kader anlayışı dine iftiradır. Kaderden sana  düşen itaattir, emredileni yapmaktır. Doğru kader anlayışına Hz Ömer’den bir örnek getirir. Doğru tevekküle İslamın ilk dönemindeki yayılışını, Çin seddine kadar, ta İspanya’ya kadar gidişini örnek verir.  Peygambere Allah’ın hitabını öne sürer. Bir  de arkadaşlarına danışma müşavereyi öngörür, verdiği örnekle.

Bütün serairi  kalbin ihata etse yine

Danış sahabene dünyaya aid işler için

Safahat s 272

Sadi ‘den örnek verir.

Bir tilkinin aslanın artıkları ile doymasını yorumlar ebedi itikafa bir mağaraya çekilir adamın biri, mağarada ölmek üzereyken bir ses duyar

Dolaş da yırtıcı aslan kesil behey miskin

Niçin yatıp kötürüm tilki olmak istersin

Elin kolun  tutuyorken çalış  kazanmaya bak

Ki artığınla geçinsin senin de bir yatalak

Safahat s 272                                                                                                                                                               Safahat s 274

Sinek gibi gidip  düşmek onun bunun kabına anlayışını eleştirir , dinin kaynağını hurafelerle doldurmuşuz. Peygambere atfedilen binlerce herze  uydurmuşuz. Din konusunda yanlış anlamaları Akif bütün eseri boyunca anlatır. Peygambere hadis uydurmanın vehametini anlatır. Din adına yanlış yorumları Kabe’yi tekmelemek olarak görür.

Çalışmayan toplum  geri kalır. İlmin muhitine girilmez, fen diyarı kapalıdır. Sanayinin adı batmış, ticaret de öyle . Sıkıntısız mütefennin, üzüntüsüz alim olunmaz. Ferdinald dö Lesseps  Süveyşi açmıştır, biz  ise ne haldeyiz. Yanlış içtihadları eleştirir. Alim yok, alim görünmekten zevk alanlar vardır.

Sabahleyin mütefelsif ikindi üstü fakih

Sular karardı mı  pek yosma bir edib-i nezih

Yarın müverrih öbür gün siyaset kurdu

Bakarsın ertesi gün içtihada pey vurdu

Safahat s 184

Emekli bir paşanın evindeki Eleni isimli hizmetçisine tutulması sonucu doğan olumsuzlukları hikaye eder. Emekli paşa şikayet edilir. O da evliliği istediği kadınla gönül eğlendirmek olarak görür.

Köse İmam gördüğü olumsuzluklarla perişandır.

Yurdumun  kan kusuyor mosmor uzanmış denizi

Tüter üç beş baca kalmış .. O da seyrek seyrek

Aşina bir yuva olsun seçebilsem diyerek

Bakınırken duyarım gözlerimin yandığını

Yurdu baştan başa viraneye dönmüş  Türkün

Dünkü şen şatır ocaklar  yatıyor  yerden  bugün

Safahat s 379

Bir köy düğününün sefaletini anlatır.Gelin çevresi, halk, güreşçiler, hepsi birbirinden beterdir. Zola’yı okuduğu bellidir  Akif’in .Bir de maziye gider, geçmişteki  köyü anlatır,

Köylünün bir şeyi yoktur  sıhhati ve ahlakı bitiktir. Sıtma , fuhş,içki ,    kumar , türlü fecayi salgındır.

Dini arzularına ve çıkarlarına göre anlamak bir salgındır. Bir köyün korucusu oruç tutmaz   çünkü seferidir. Her gittiği yerde ağırlanır, iftara ve sahura da katılır. Bir rüya görür, rüyasını ancak Çarıkçı Emmi  tefsir eder. Mestanlı dayı bu arsız adamı hırpalar. Korukçu rüyasındaki insan ve nesneleri  bir türlü tanıyamaz. Milletin halini de aynı rüyada  görülen nesnelere benzetir.Halk tanımaz bindiği mahluku , sürer körü körüne . Burada halkı tanımayan bir vali anlatılır. Vali imamları çağırır ona asrın özelliklerini anlatır. İmamlardan biri ona cevap verir. İmam dinden bekleneni hocalar az çok vermektedir ama , Mülkiye,Tıbbiye ve Bahriye gerekli insanları yetiştirememiştir, bunun suçlusu imamlar değildir. Maliye, sanayi Batı’dan himmet bekler. Valiye hocayı ve medreseyi suçlamamasını söyler.

Gerçek dindarlık ile kişisel menfaat  hissinin uzlaşmayacağını Yermük Harbin’deki bir olaydan hareketle anlatır. Su dağıtan bir sahabe beş altı kişiye suyu götürür herkes başkasını gösterir, su dağıtan  başa geldiğinde elinde su testisi kalır, kimse hep başkasını tercih ettiği için  su içmemiştir. Öyle vahim bir durumda bile menfaat hissini taşımayan insanları Akif örnek gösterir. İnanca bağlı olan değerler şirazesi kopmuş bir kitaba benzetilir.

Şarkın mefahir dolu mazi-yi kemali

Yarab  ne onulmaz yaradır şimdiki hali

Şirazesi kopmuş gibi  manzume-i iman

Yaprakları  yırtık sürünür  manzume-i iman

Safahat s 487

İslami kavramların yanlış anlaşılması da onun  eleştirel gündemindedir.

Hazreti Ömer’i  bir veba salgınındaki tutumu ile örnek gösterir. İkna edilmek isteyen arkadaşlarını  Hz Ömer bir hadisle ikna eder. Burada yanlış tevekkülü anlatmış olur Akif.

Akif. Yanlış kader anlayışını eleştirir.

Çalış dedikçe şeriat çalışmadın durdun

Onun hesabına birçok hurafe uydurdun

Sonunda  bir de tevekkül sokuşturup araya

Zavallı dini çevirdin maskaraya !

Safahat s 268

4-Çözülmüş aileyi yansıtan olaylar.

Kahve, meyhane, içki ve aile üzerindeki zararları.Savaşlar ve aile üzerindeki zararları. İdeal tip  yokluğu, evlilik ve çok evlilik, ihtiyarlar, karılar, çocuklar, erteleyicilik, çeşitli aile tabloları.

Seyfi Baba’da aileleri anlatır.Evsizlik, boşanma  ve ortada kalan çocuklar, geceleyin yol kesip, gündüzün dilenen insanlar. İmparatorluğun dağılışı aslında bu sosyolojik  çözülmeden sonradır.Aile çözülünce arkasından  devlet gelir, ama görünüşteki sebebler başka olabilir. Asıl neden ailenin durumudur.

Köse İmam  şiiri tamamiyle bir eleştiri yumağıdır. Bir genç kadın kocasından dayak yemiş ve Köse İmam’ın evine derdini anlatmak için sığınmıştır. Halini anlatır yediği dayakları, aşağılanmaları sayar döker. Köse imam bekçi Memiş ile İhsan denen adamı çağırırlar, Akif az rastlanır ironi ile İhsan beyi  tenkid eder. Hem zorba hem de terbiyesiz bir adamdır. Eşini neden  dövdüğünü sorar  Köse ona , o ise bunun haysiyetine dokunmak olduğunu belirtir, imamı dinlemek istemez. Kadını boşama hakkı olmadığını ona anlatır, eleştirir . Dinde böyle bir şeyin olmadığını sadece zevki için bir kadının dövülüp sövülüp kapıya konamayacağını böyle bir din olmayacağını ona anlatır.

Hem alır hem de boşarmış ne kadar sade bir iş

Karı tatliki için  bak ne diyor Peygamber

Bir talak oldu mu  dünyada semalar titrer

İki evlense  ne varmış bu yenir herze midir ?

(Safahat  s 129)

Akif dinde çok evliliğin herkesin harcı olmadığını çok özel bir alan olduğunu , her keyfi isteyenin evlenemeyeceğini , aslında evliliğin  tek evlilik olduğunu belirtir.  Adamı zor da olsa ikna eder, kadın ve kocası eve giderler. İmamın evi mahallenin mahkeme salonudur. Çok davalar onun evinde çözülür.

Köse imam bunu ifade eder

“Bazı davalar olur kış gecesinden de uzun “

Çareyi eğitimde bulur Akif

“ Dinledin gördün a oğlum ne bozuk terbiyemiz

Ne yapıp yapmalı insanlığı öğretmeliyiz

Şu bizim halkı uyandırmadadır varsa felah

Hangi bir millete baksan uyanık çünkü sabah “

( Safahat s 129)

Aradan yüz  yıla yakın bir süre geçmesine rağmen Akif’in eleştirileri bugün hala yaşamaktadır. Keşke bu yorumlar tarihte kalsa , edebi vesika olsaydılar. Bugün de dert yine eğitimdir.

Akif eğitilmemiş toplumda ezilen üç sınıfa üzülür,

Üç sınıf halka içim paralanır hem ne kadar !

İhtiyarlar ,karılar  bir de küçükler , bunlar

Merhamet görmeli yüz görmeli insanlardan

Yoksa insanlığı  bilmem nasıl anlar insan ?

( Safahat s 130)

Ailenin çeşitli olumsuz görüntüleri Akif’in eleştirel gözünün odağındadır.

Sesi dinmiş yuvalar  hake serilmiş evler

Kocasından boşanan bir sürü biçare karı

O kopan rabıtanın  darmadağın  yavruları

Zulmetin  yer yer içinden kabaran mezbeleler

Evi sırtında sokaklarda  gezen aileler

Gece rehzen sabah  olmaz mı bakarsın sail

Serseri  derbeder avare harami  katil “ (Safahat s 69)

5- Aydınların eleştirisi. Dini yanlış anlamaları, evliliği yanlış anlamaları, göstermelik sanat hevesi, ideal insan örneği yokluğu

Ülkede düşünenlerle halkın arası açıktır. Aydınlar Avrupa ‘lının izinden yürüyerek kalkınmanın  mümkün olduğunu söylerler. Onlara göre ,ictimai ve edebi her konuda Avrupa taklid edilmelidir. Bir de din kaydını aradan kaldırmalıdır, ancak o zaman kalkınılabilir. Aydınlar böyle düşününce halkta onlara karşı bir nefret  uyanmıştır. Edipler Avrupa’nın fuhşuna  hasbi simsardır. Divanlarımız  oğlan ile şarap doludur. Aydınlarımız dine saldırmakla seviye kazanır.

“ Şimdi Allah’a söver sonra biraz  bol para  ver

Hiç utanmaz Protestanlara zangoçluk eder.

Safahat s 183

Akif , aydınlarımızın dini anlamadığını  anlatır. Her kavme  her cemaate göre ilerleme  adımları farklıdır. Başka bir kavmin izinden giderek yükselme iyi sonuç vermez. Her millet ilerlemede başka bir yol takib eder. Aydınlar kendi milletlerinin mahiyetini tedkik ettikten sonra onların elinden tutarak yol gösterecektir.

Aydınlar ,dinin ilerlemeye  engel olduğunu zannetmişlerdir. Din ilmin süt annesidir ezelden beri .  Akif  Müslüman ile Müslümanlık arasında kesin hatlar çizer.

Müslümanlık denilen  ruhu ilahi arasak

Müslümanız diyen insan yığınından ne uzak

Safahat s 185

Konya’da gördüğü bir Öğretmeni anlatır. Öğretmen garip bir mahluktur, köylü onu kovmuştur. Hoca gider, öğretmeni nasıl kovarsınız diye onları suçlar. Onlar gerçeği anlatırlar, Köse İmam yapılan işin yerinde olduğuna kanaat getirir. Çünkü öğretmen olmadık menfi özelliklere sahiptir.

Akif dini bütün bir adamdır, dinci İslamcı, ve daha başka kelimelerle onu ifade etmek ona bühtandır. Onun din karşısındaki duruşu eleştirel bir duruştur. Molyer  nasıl Fransız toplumunu tiyatro ile eleştirir ise  Akif de tiyatro sahnelerine eşit yorumlarla göstererek, eleştiriler yapar.

Akif din  karşısında birkaç duruşu vardır. O Müslüman ile Müslümanlığı birbirinden ayırır. .  Akif  Müslüman ile Müslümanlık arasında kesin hatlar çizer.

Müslümanlık denilen  ruhu ilahi arasak

Müslümanız diyen insan yığınından ne uzak

Safahat s 185

Akif’in ikinci  dini perspektifi, islamın ilk dönemlerindeki örnekleri anlatarak insanların ülfetle dinin hakikatini kaybetmesinden gelen yanlış duruşlarını ve anlayışlarını tashih eder.     Koca karı İle  Ömer isimli şiirinde sosyal sorumluluklarını bilmediği için kendi kendini eleştiren Hz Ömer’i bir eleştirel levha olarak sunar. Çocuklarını birkaç gündür doyuramayan bir ihtiyar kadın yanında halife kendini hırpalar.Burada yönetici sınıfa örnek sorumluluk göstermiş olur.

Yarın huzur-ı ilahide kimseler  Ömerin

Şerik-i haybeti olmaz bugünlük olsa bile

Evet hilafeti yüklenmiyeydi  vaktiyle

Kenar-ı  Dicle’ de  bir kurd aşırsa  bir koyunu

Gelir de adl-i ilahi sorar Ömer’den onu “

Safahat s 97

Şair zaman zaman bir aydın olarak kendini de eleştirir, islamı kurtarmak için haykıracağını , ama böyle dili bağlı durmayı kendine yediremediğini söyler. Ancak milleti coşturacak insan tipini de belirler.

Gür hisli, gür imanlı beyinler coşar ancak

Memleket başkalarının elinde kalmıştır, buna üzülür.

Haykır kime lakin hani sahipleri yurdun

Ellerdi yatanlar sağa baktım sola baktım

Büyük işler yapmak için çırpınan şair ancak şair olabilmiştir

Feryadımı artık boğarak naşını tuttum

Bin parça edip şiirime gömdüm de bıraktım

Seller gibi vadiyi eninim saracakken

Hiç çağlamadan gizli inen yaş gibi aktım

Yoktur elemimden şu sağır kubbede bir iz

İnler Safahat’ımdaki hüsran bile sessiz

Safahat s 449

Akif millet derken sadece etnik bir kelime üzerine yığmaz efkarını,o milleti millet yapan değerleri savunur. Milletin arasına sen ben düşerse o zaman milletin kıyametidir.

Sen ben desin efrad  aradan vahdeti kaldır

Milletler için işte kıyamet o zamandır

Safahat s 461

Vahdetten eser yok bir avuç halkın içinde

Post üstüne hem kavgaların hepsi nihayet

Hala mı boğuşmak  bu ne gaflet ne rezalet

Safahat s 462

Milletler aralarında birlik rabıtaları yıkılınca yıkılırlar

6- Edebiyat eleştirisi ,sanat eleştirisi Şiir anlayışı, edebiyat ve sefahet

Ressam Haklı şiirinde tarih-i mukaddes merakından dolayı evinin duvarına bir levha çizdirmeye çalışan göstermelik sanat düşkünü bir entel ile  bir ressamın konuşmaları hikaye edilir. Ressam  yüzeysel sanat düşkünü şahsı ironik bir tutumla eleştirir, evin duvarına bir Kızıl Deniz resmi yapar, denize benzemez, sadece bir kırmızı badanadır. Ama sözde sanat düşkünü adamı ressam ikna eder.

Ailelerin çocuklarına gelecekleri konusundaki yanlış tutumlarını eleştirir. Baba oğlunun büyük adam olmasını , anne ise  paşa olmasını hayal eder . Çocuk ise bu iki farklı dünyanın  ortasında kaybolur gider.

Lisanın milli  bir duruşu olması gerektiğini belirtir, başka dillerin  kurallarını uygulamak yanlıştır. Dil öğretimindeki gariplikleri eleştirir.

Şairleri, divan şuarasını eleştirir. “ İyi gün dostu , o ne yardakçı güruhtur” onlar. Dalkavuklukta idmanlıdırlar. Edebiyata edepsizliği onlar  sokmuştur. Tasavvuf’u olgun bir şıra olarak yorumlar Akif . Divanlar da eleştiriden nasibini alır.

“ Git o divan mı ne kadın ağrısıdır  aç da onu

Kokla bir kere kokar mis gibi sandık burnu “ Safahat s 369

Peygamber şiiri sever diye hatırlatılınca , Attar  ile Sadi’yi sevdiğini söyler  Hocazade . Mevlidci der , o ise ona yetişemeyeceğini belirtir. Çünkü Süleyman Dede çok yükseklerdedir.

Akif şairliğinin de bu topraklar için iyi şeyler yapmadığını söyleyecek kadar kendini hırpalar. Şiirin felsefi ve alemdeki sırları sorgulamasını ister.

Şi’rin başı hilkatteki aheng-i ezelmiş

Lakin ben ahengi ne duydum ne duyurdum

Mağmum iki üç nevha işittiyse işitti

Bir hoşca sada duymadı benden hele yurdum

Safahat s 457

7- yanlış şehircilik, temizlik anlayışı, belediye hizmetleri

Küfe’de  belediye hizmetlerindeki yetersizlikleri eleştirir. Sokakların durumunu gözler önüne serer.

“ Bizim mahalle de  İstanbul’un kenarı demek:

Sokaklarında gezilmez ki yüzme bilmeyerek “ ( Safahat s 24)

Berlin Hatıraları şiirinde bizim şimendifer ile Batı’nın trenini, bizim hanlar ile onların otellerini karşılaştırır. Hele bizim sokaklarımız, yanında Batı’nın sokakları harika gözlemlerle şiire taşınmıştır. Temizlik anlayışımız yürekler acısıdır. Kahvelerimiz tam bize göredir. Karşılaştırmalar Asya Avrupa  düzeyine yükselir bizim özelliklerimiz huzursuz edici , Batı’nın ki ise huzur ve emniyet vericidir. Müsbet ilimler , ilim , edebiyat konusunda geriyiz. Edebiyatımız insanımızı uyuşturuyor. 1915  gibi belalı yıllarda Akif gördüklerinden ve  yaşananlardan dolayı çok bedbindir ama yine de ümidini kaybetmez ve kurtulacağımızı ifade eder.

Şu karşımızdaki mahşer kudursa çıldırsa

Denizler ordu bulutlar donanma yağdırsa

Bu altımızdaki yerden bütün yanardağlar

Taşıp ta kaplasa afakı bir kızıl sarsar

Değil mi cephemizin sinesinde iman bir

Sevinme bir acı bir, gaye aynı , vicdan  bir

Değil  mi sinede  birdir vuran yürek yılmaz

Cihan yıkılsa emin ol bu cephe sarsılmaz

Safahat s 352

8-Yönetici sınıfın sorumsuzlukları, hükümdarın ve çevresindekilerin aykırı tutumları. Yönetici sınıfın seçimi , sorumlu devlet adamı,valiler, ülema.Yanlış yönetim  tarzları, yönetim dönemleri

Yıkıldın gittin amma ey  mülevves devr-i istibdad

Bıraktın  milletin  kalbinde  çıkmaz bir  mülevves yad!

Otuz milyon  ahali üç şakinin böyle mahkumu

Olup çeksin  hükümet  namına bir bar-ı meşumu

Haklı veya haksız olduğun tartışılan  Sultan Hamit’i eleştirir.

O bir hayme halkından cihangirane bir devlet

Çıkarmış bir zaman  dünyayı lerzan eylemiş millet

Zaman gelsin de  görsün böyle dünyalar kadar zillet

Otuz üç yıl devam etsin başından gitmesin nekbet

Bu bir ibrettir amma olmıyaydık  böyle biz ibret

Safahat s 85

Akif istibdadı bir hikaye ile eleştirir.Yanlış idarenin sokağa yansımasını tablolaştırır.   Rüzgarlı bir günde zaptiyeler hasta bir adamı takib eder ve bir yerde yakalarlar. Suçu padişaha muhalif bir adamın kilercisi ile dostluğudur Ona selam göndermiştir. Bu yüzden bir  hafiye paşanın maiyetindeki zabtiyeler ile tutuklanıp götürülür. Kadın feryad eder, kimse anlamaz,

“ Kocam ne  yaptı  nedir cürmü bi günah adamın?

Zavallının  büyük evladı öldü askerde

İkinci oğlu da sürgün Yemen de bir yerde

Acıklı göğsü sakat, koyverin didiklemeyin

Günahtır etmeyin  oğlum ayıptır eylemeyin

Safahat s 88

Hürriyet ilan edildiği günü neşeyle karşılar Akif,ama o üzülmek için yaratılmıştır sanki . O güzel levha arasında  babaları  Yemen’de şehid olmuş iki çocuğu eğlendiren gözü yaşlı bir dedeyi anlatır.

Çok koşup terlemeyin ha ! amanın dikkat edin

İki kardeş  dalarak lücce-i etfale hemen

İki dürdane  -i ismet  gibi yüzmekte iken

Bakarak  arkalarından bu güzel yavruların

Döndü birdenbire siması  duran ihtiyarın

Ne için ağladı ? bilmem  şunu duydum yalnız

-Ah bir kerre gelip görse Yemen’den babanız “

Safahat s 93

Koca karı İle  Ömer isimli şiirinde sosyal sorumluluklarını bilmediği için kendi kendini eleştiren Hz Ömer’i bir eleştirel levha olarak sunar. Çocuklarını birkaç gündür doyuramayan bir ihtiyar kadın yanında halife kendini hırpalar.

Yarın huzur-ı ilahide kimseler  Ömerin

Şerik-i haybeti olmaz bugünlük olsa bile

Evet hilafeti yüklenmiyeydi  vaktiyle

Kenar-ı  Dicle’ de  bir kurd aşırsa  bir koyunu

Gelir de adl-i ilahi sorar Ömer’den onu “

Safahat s 97

Osmanlı ülkesinin o günkü idarecilerini keskin hatlı cümlelerle, acımasız gözlemlerle eleştirir. Milletin başındaki “kukla”dır. Çevresindekiler de “ kuklacı”dır. Yani oynayan ve oynatanlar. Ülke bu kuklacıların keyfine mahkum olmuş. Maskaralar yükselir ve ülkenin yönetim dairesine giderler.

Nerde bir maskara sivrilse hayasızlara pir,

Haydi Mabeyn-i Hümayun’a  Ya bala ya vezir

Safahat s 162

Milletin hali yürekler yarasıdır. Ne parası ne de işi vardır. Kışla, daire , mektep ve medrese kendinden bekleneni veremez.Ne gücü temsil eden kılıç ne de ilmi temsil eden kalem yoktur. Terbiye hiçbir kurumda yoktur, çalışarak eğitilerek değil diğeri birden yükselir. Fetva dairesi cahillerin koğuşudur. Ana karnından icazet almış çıkmıştır, başına sarık takan ülema kesilir. Vekiller , bakanlar jurnalcidir, yalancıdır, söz götürüp getirendir.Güç okuyan, hiç yazamayan bir sürü hırsız çetesidir. Ülemanın ve halkın din yorumları düzensizdir.

Avam ,halk İsrafilin surunu duysa silkinmeyecek kadar  vurdum duymazdır. Mezarlık ve mezar taşı gibidir her alın, kaygı yok. Ne gelenden haberi , ne de gidenden haberi vardır. Günü elde etmiş serseri dolaşır. Bu haliyle millet ölmüştür, milleti merhumedir.

9- Yanlış rejim ve hürriyet anlayışı ve doğurduğu sonuçlar,İstibdad, meşrutiyet.

Döneminin  hürriyet anlayışını eleştiren Akif konuyu yine eğitime  getirir.Sadece hürriyet ilanı ile bir şey kazanılmayacağını , insanlara hürriyet fikrinin hazmettirilmesi gerektiğini , asrın ilim asrı olduğunu , terbiyeye aileden başlanması gerektiğini ısrarla  anlatır.

-   İstanbul’a geldiğinde hürriyetin ilanı karşısında milletin densizliklerini anlatır.

Bir de İstanbul’a geldim ki bütün çarşı

Naradan çalkanıyor öyle ya Hürriyet var?

Galeyan geldi mi mantık savuşurmuş .. Doğru

Vardı aklından o gün her kimi gördümse zoru  “

Safahat s 176

Hükümet dairelerinde hükümet aranır. Ahalinin işi yoktur. Sanayi ,eğitim  ticaret  de yoktur.Şehir Çamlıbel’e dönmüştür, zabıta rabıta bulunmaz. Okular kapalıdır. Hürriyet geldiği için öğrenciler azad olmuştur sonsuza dek. Türlü adlarla çıkan  sayısız gazete vardır. Memlekete ayrılık tohumları ekmektedirler.Hürriyet gelmesiyle her şey eskisinden berbat olmuştur. Çöküşe dolu dizgin gitmektedir. Kavmiyet fikri yüzyıllardır bir arada yaşayan halkları , milletleri birbirine düşürmüştür.

Sizi bir aile efradı yaratmış yaradan

Kaldırın ayrılık esbabını aradan

Siz bu davada iken  yoksa ıyazen billah

Ecnebiler olacak sahibi mülkün nagah

Safahat s 178

Kimse bu telkinleri anlamaz ölmüş millet hem de  sağırdır. Tefrika girmiştir aralarına , çalışan ve güçlünündür meydan.

Girmeden bir millete tefrika düşman giremez

Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez

Safahat s 178

Bu da gayetle tabii koşanındır meydan

Yaşamak hakkını kuvvetliye vermiş yaradan

Müslüman fırka belasıyla zebun  bir kavmi

Medeni Avrupa  üç lokma edip yutmaz mı  ?

Safahat  s 178

10- İdeal insan , ideal toplum ,ideal insanlar, ideal millet  arayışının eleştirileri

Akif, Asım ile ideal bir tip üretir, o buraya kadar saydığı bütün olumsuzlukları kaldıracak her yönden güçlü bir  karakterdir.Asım toplumu düzeltmek için seyyar polis gibi davranır.  Ancak böyle seyyar zaptiyelikle mesele hallolmaz kötülükler çözümlenmez. Asım’ın yolunun yanlışlığını anlatır.

Asım bana bak

Yol yakınken  geri dön  nafile çıkmaz bu sokak

Koşuyorsun  be çocuk  çarpacak  alnın duvara

Dağılır sonra kafan  etme çekil bir kenara

Ne demir leblebi meslek bu  Ebuzervari

Ömer’in  zabıta memuru geleydin bari

Safahat s 442

Asım ‘ın Berlin’e eğitime gönderilmesine karar verilir.

Hepsinin giderler ya beraberce?

Giderler malum

Hepsinin mesleği sağlam mı ?

Evet müsbet ulum

İnkılabın yolu  madem ki bu yoldur yalınız

Nerdesin  hey gibi Berlin  diyerek yollanınız

Safahat s 443

İdeal insan için azm ve gayreti över. Ümitsizliği yerer, emel ve araştırmayı yüceltir.

Bir gaye-i maksuda şitabeyleyen adem

Tutmuşsa  bidayette eğer azmini  muhkem ,

Er geç bulacak  say ile dilhahını elbet

Zira  bu şuun-zar-ı  tecellide hakikat

Tevfik taharriye  taharri  ona aşık

Azmin de emel lazımdır, gayr-i müfarık

Olsun da emel azm-i taharriye mukarin ;

Tevfik zuhur eylemesin sonra…  Ne mümkin!

Bazen iki üç haybet olur  rehzen-i ümmid

İnsan  o zaman etmelidir  azmini teşdid

Yes’in sonu yoktur ona bir kere düşersen

Hüsrana  düşersin  çıkamazsın ebediyen

Mahkum olarak  yese şu biçare peder de

Evladını   şayed o karanlık gecelerde

Asım da Köse İmam , Akif ‘in babasının talebesidir. Akif’i  eleştirir.İlimde en ideal insan olan babasına benzemesini ister

Çalışıp benzesene

İlme vakfettiği dirsek babanın elli sene

Safahat s 367

Ama nesil bu ideallerden mahrumdur.Akif kendini bir prototip olarak alır, oradan nesli eleştirir.

Buradaki dialoglar  Akif’in kendini eleştirisidir.

Hani kırk altı yılın eldeki mahsülünden ?

Hangi fenlerde teali edebildin evlat?

Hangi sanatta rüsuhun  göze çarpar ? Anlat

Ulemadan mı sayıldın, fukahadan mı ?

Hayır

Ya siyasi mi nesin ? Kendine bir meslek ayır

Şairim

Olmaz olaydın,   O ne yüzler karası ;

Bence dünyadaki işsizlerin en maskarası

Safahat s 368

Akif meyhane ve mahalle kahvesinin bir milletin azmine ve çalışma isteğine  vurduğu darbeyi eleştirir. Kahve bir sinsi canidir, gündüzün bile yol  vermeyen haramidir. Haramiler geceleyin  yol keserken, kahveler gündüzün de insanların azminin ve çalışmasının önüne dikilir ona yol vermezler. İnsan denen yolcunun kıyarlar bütün gününe . Oraya düşenleri ta   kalbinden vurur. Ona göre mahalle kahvesi  kapanmalıdır, o şarkın bakılmayan yarasıdır. Koca bir millet o kahveleri açık tutar, hayatımızda gedikli bir gediktir kahveler. Milletin ruhunun gayretini emmektedir, frengiden  daha büyük bir illettir. Millet buralarda ölmeden gömülür. Önce idraki öldürür ,sonra da bir şey kalmaz geriye. Kış uykusuna benzer bu kahveler.  Akif daha sonra atalarımızın hayatını anlatarak mukayese ile yine kahveleri eleştirir. Ataların bıraktığı bütün mimari eserler, bakımsızdır. Eski neslin şehametini yeni neslin  tembelliği almıştır.

O kahraman babalardan doğan bu nesl-i cebin

Ne girudar-ı maişet bilir , ne kedd-i yemin

Azab içinde kalır sayi görse rüyada

Niçin yorulmalı zaten  ölümlü dünyada

Vücut emanet-i hak , doğru hem de cennetlik

Bu kahveler gibi  cennet de Müslümana gedik

Kahvenin aile hayatına vurduğu darbeyi anlatır. Aile saadetini insanı imrendiren bir incelikle anlatır. Bunlardan sonra bir kahveyi anlatır. Zola’ya Flaubert’e taş çıkartan tasvirlerle , bizim bütün romancılarımızı  kıskandıracak bir samimiyetle , realite hissiyle. Kahveyi o kadar canlı bir şekilde  anlatır ki orada günlerce oturmuş olması gerekir şairin.  Hikayenin , tembel , damarında kanı donmuş, gayretsiz, sünepe kahramanlarından sonra iki kırlangıcı  konuşturarak onları eleştirir.

Tavanın pervazı altındaki toprak yuvadan

Bakıyor  bunlara yan yan  iki çift ince nazar

Ya sizin bir yuvanız yok mu ? diyor anlaşılan

Dişi erkek, çalışan yavrulu kırlangıçlar

( Safahat s 125)

Para ve hamiyet konusunu gündeme getirir.O da  uzaktan da olsa ideal aydının ve insanın özelliğidir.  Seyfi Baba’yı ziyaret ettiğinde hem  yaşlı , hem sefalet ve hastalık içindeki ihtiyarı giderken memnun etmek ister. Fakat kesesinde para yoktur.

Ortalık açmış uyandım . Dedim artık gideyim

Önce amma şu fakir ademi  memnun edeyim

Bir de baktım  ki tek onluk bile yokmuş kesede

Mühürüm boynunu bükmüş duruyormuş sade

O zaman koptu  içimden şu  tahassür ebedi;

Ya hamiyetsiz olaydım, ya param olsa idi!”

Safahat s 71

İdeal insan anlayışımızın sıradanlığını eleştirir.

Haberdar  olmamışsın kendi zatından da hala sen

Muhakkar  bir vücudum  dersin ey insan fakat  bilsen

Senin mahiyetin  hatta meleklerden de ulvidir;

Avalim sende  pünhandır cihanlar sende matvidir

Safahat s 72

Hasbıhal  şiirinde işini sürekli erteleyen müsevvifleri eleştirir, çok ciddi bir yaraya parmak basar. İşi yarına erteleme hastalığının toplumları nasıl tenbellik bataklığına ittiğini söyler.

Bu günlük iş  bugün lazım yapılmak yoksa ferdaya

Bırakmışsan o ferdalar olur peyveste  ukbaya

Benim on beş yıl evvelden kalan işler durur hala

Yarın bir başlayıp yapsam demiştim, bak demin hatta

Müsevvifler için dünyada mahvolmak tabiidir

Bu bir kanun-u fıtrattır  ki yol tevili katidir

Sakın ey nur- u didem  geçmesin beyhude eyyamın

Çalış halin müsaitken , bilinmez çünkü encamın

Safahat s 146

Hakikatı araştırma meylinin insanın mayasında olduğunu anlatır ve bütün gelişmelerin bu sayede olduğunu söyler.

Cibilidir  taharri-i hakikat hırsı ademde

Onun mahsülüdür meşhud  olan asar alemde

Atalet fıtratın ahkamına madem ki isyandır

Safahat s 146

Hindistan’da iken İstanbul’da Anayasa ilan edilmiştir. Buna sevinir “ Ağladım sonra çocuklar gibi hüngür hüngür… Azıcık ruhuma asabıma geldikte sükun “ ( Safahat s 173) Akif ,Yakup Kadri’nin Ankara romanındaki gibi ütopyasını rüya ile anlatır.

Bu ne müdhiş azamettir  o ne müdhiş darat

Sayısız mektep açılmış, kadın erkek okuyor

Gece gündüz basıyor millete nafi asar

Adeta matbaalar bir uyumaz hizmetkar “ Safahat s 174

Akif ,  ümidini kaybetmiş insanı diriltmek için  eleştirir. Geleceği karanlık görüp azmi bırakan insanı alçak bir ölüme benzetir. İmanlı bir insanı böyle bir ölümle gebermeye layık görmez. O tenbel insanı dipdiri meyyite, canlı ölüye benzetir. Sadece davranmak yetecektir bu insana . His yok, hareket yok taş kesilmiş bir insandır bu . Hayret edilecek özelliklerdir bunlar. Kurtulma azmini yitirmiştir, kurtulmak için sebepler varken onlara müracaat etmeyip, ümitsizliğe yapışmıştır. Böyle bir insanın sağında ve solunda ışık yoksa , onu yaratmalıdır. Elleri böğründe şaşkın bir adamdır. Azmini ve sebatını kaybetmiştir. Ümitsizlik öyle bir bataktır ki oraya düşünce insan boğulur, ümid ise kendisine sımsıkı sarılanı yükseltir. Yaşayanlar azmi ve ümidi ile  yaşarlar. Ümitsizlik korkulu bir canidir , yüzü gülmez. Şirk ile yeis lanetli ve çirkin yanlışlardır. Böyle bir insan yatarak Allah’ın  hükmünü bekler,o da belli bir şeydir. Bu insan çalışmalı azmi, bırakmamalıdır, kendi yansa da evladını yakmamalıdır. Vatan tehlikede veya batıyorsa birisi ona yapışarak kurtarmalıdır. Sahipsiz olan memleketin batması haktır, sen sahib olursan batmayacaktır. Feryadı bırakmalı, kendine gelmeli çünkü zaman dardır. Telafi edilecek zarar çoktur. Azmi engelleyen zincirleri kırmalıdır. Sebattan vazgeçmemeli, yılmamalı,   ölmüş   millet  ümitsizliğe kapılmamalıdır.

Safahat s 210

Aynı konuda 1919 da  yazdığı bir şiiri Yeis Yok’tur. Akif bütün eseri boyunca ümitsizliği yıkmaya , yerine gaye, azim, ümit, şevk, coşku ‘yu koymaya çabalar. Tevhid ile ümitsizliğin birleşmeyeceğini söyler, ancak bir sine ümidsiz yaşar o da mülhiddir. Yani dinden çıkmıştır.

Batmazdı bu devlet batacaktır demiyeydik

Batmazdı hayıt batmadı hem batmayacaktır;

Tek sen uluyan yesi gebert azmi uyandır

Kafi ona can vermeye bir nefha-i iman

Safahat s 466

Milleti uyanmaya teşvik eder.

Ey cemaat uyanın yoksa hemen gün batacak

Uyanın korkuyorum leyl-i nedamet çatacak

Safahat s 179

Göçebe bir millet bu devleti kurmuştur, kuranlar kalkıp  bizi bu halimizle görse ne der. Sadece ağlamakla bir şey olmaz, göz yaşı ile kimse dirilmez, ama terlemek bir milleti diriltir.

Göz yaşından ne çıkar neye ter dökmediniz

(Safahat s 146)

Akif bunu anlatmak için islamın doğduğu dönemleri bir vaka olarak alır ve tahlil  eder.

İslamın ilk döneminde dağdan getirip yonttuğu taşa tapan milleti otuz senede otuz bin senelik bir değişimle farklılaştıran mantık nedir. Böyle bedevi bir kavmin içinden nasıl bu medeniyet çıkmıştır. Sıddık’daki Haydar’daki derin irfan nasıl ortaya çıkmış, Ömer vahşetten nasıl insanlığın karı olmayan bir adalete nasıl çıkmış. Eğer din ilerlemeye engel olsaydı bunlar olur muydu ? Aydınlar hem korkak hem de ahmaktır. Onlara göre Avrupa dinsizdir. Öyle zannederler.

O şarkta  sadece Japonları ilerlemiş görür.

Akif yeni nesillerin ilerlemesini engelleyen eski nesli eleştirir ve onların yolundan çekilmelerini söyler.

Siz ey  heyakil-i bi ruhu devr-i mazinin

Dikilmeyin  yoluna karban-ı atinin

Nedir  tarıkını kesmekte  böyle istical

Durun ilerlesin Allah için şu istikbal  ( Safahat s 144)

Karıştırıcılığı , nifakı lanetler. Toplumu bölümlere ayırır ve eleştirir. Birinci kısım avamdır. Tatlı bir uykudadır,

Bugünkü nasibini yerleştirince kursağına

Yarın nedir onu bilmez yatar dönüp sağına

Yıkılsa arş-ı hükümet tıkılsa kabre vatan

Vazifesinde değil, çünkü hepsi Allah’dan

Ne hükmü varki  esasen yalancı dünyanın

Ölürse yan gelecek cennetinde Mevla’nın

Safahat s 286

İkinci kısım ümitsiz olan kısımdır, onlara ümitsiz olmanın dinde yeri  olmadığını anlatır. Üçüncü kesim ise sefih olan nesildir. Utanmak ve üzülmek nedir  bilmez. Cebince üç kuruş olsa gidip Tokatlıyan da kurum satar. Dolandıcılıkla karnavala  da gider. Mukaddesatla eğlenir. Kuran bir köhne kitaptır ona göre. Ahlaksızlığına maziden örneklere yeltenir. Avrupalının kötü yanlarını kapışır bunlar. İlim , edebiyat , sanayi ve estetiğine bakmazlar. Avrupa’ya gidenler onları değil onların günahlarını ülkemize taşır. Dördüncü kesim varlıklı sefihlerdir. Boş yere para harcamakla ömürleri  geçer. Tiyatro sever bu adama Akif ülkenin o günkü halini anlatan sahneler anlatarak onun  tiyatrosever mantığını harekete geçirmek ister. İşgal edilmiş Edirne bir sahnedir. Diğer sahnede  Balkanlarda karşılaştığımız felaketlerdir. Bizim varlıklı sefihi bunlar ilgilendirmez o hayatına devam eder.

Akif her yanı binlerce mazlumun kanı ile sulanarak terk edilen büyük memleketlerin  yüreğinde bıraktığı acısını bir türlü dindiremez. Allah ile konuşarak ılımlı bir şekilde ondan yardım ve zafer ister. İnsanlık bir sürü mabuda taparken hakiki mabuda tapan ve mabedlerine onu getiren insanlar, gördükleri fecaatin bitmesini isterler. Bu yüzden Akif olanları Allah’a anlatır ve zafer ister.

Gökten ona yüksel diyen ecdad-ı şehidi

Artık o da yükseldi fakat yerde ümidi

Bir böyle şehidin  ki mükafatı zaferdir

Vermezsen ilahi dökülen hunu hederdir

Safahat s 384

Safahat s 302

Uyan şiiri de yine azmi, isteği, şecaati kaybolmuş olan o günün insanını uyandırmaya çabalar. Koca şark ona ebedi meskenet olarak görünür, onu kımıldamaya çağırır. Yoksa Batının elinden görülmemiş melanetler görecektir.

Ölmüş olan ahlakı diriltmek ister. Allah korkusu ahlakın ilk nedenidir. Onun olmadığı yerde hayat hayvanidir. Kalbinde Allah’dan korkma hissi yoksa , ne olsa boşunadır. Ahlak iflas edince ne millet kalır ne de  istiklal, milli ahlak , milli ruhtur. Allah korkusu olan millet bütün kavimlere sultan olur. Ondan habersiz olanlar ise çingeneler kadar zillet çeker. Bütün ulvi hisler ancak ciddi bir Allah inancı ile yaşar.

Dünyanın fani olduğunu söyleyerek çalışmayan insanlara  konuyu tahlil eder. Dünyanın bir rüya ve geçici , muvakkat olduğu , ahirette anlaşılacak müdhiş bir   hakikattir, bunu  anlamakta geç kalmamak gerektiğini . Azim , çalışma ve gayret insana burada lazımdır, öte de bunlarla elde edilecektir. Yine ahlaka döner, kendi ahlakıyla bir millet ölür, yahut yaşar. Müslümanlık pak siretten ibaretken yazık, öyle saplandık ki ahlaksızlığa hala çıkamadık.Zülme tapan, adaleti tepen, hakka hiç aldırmayan bir ahlak ile yaşamaktadır insanlar. Sözünde durmamak, yalandan korkmamak, güçlünün meddahı  olmak, acizi söyletmemek, enseden aslan kesilmek, cepheden yaltak kedi olmak bu ahlakın özellikleridir. Bu ahlakla  millet çok yaşamaz.

Akif mevcut insanın çok yönlü yıkık ve çökük, iflas etmiş olduğunu görür onu kurtarmaya diriltmeye çabalar. Bu yüzden Safahat’ın birçok yerinde şehamet ve gayret aşılamaya gayret eder. Tenbellik ve meskeneti Müslümana yakıştırmaz.

Hüsam Efendi hoca şiiri idealsiz din adamı bolluğunda bir aklı  başında  hocayı anlatır. Akif eserlerinde ideal din adamı  portresi çizer, bunlardan biri Köse İmam , diğeri Hüsam Efendi Hoca’dır.Sonuncusu, Said Paşa imamı Safahat’taki ideal din adamlarından biridir. Sultan Hanım’ın Mevlid’ini okumakla görevlidir, ama bir yaşlı kadın karşısına çıkar kızının Mevlid’ini okumasını ister, o da onu kıramaz. Geç vakit saraya gider, Hanım Sultan’ın kırgınlığına meydan vermeden neden geç kaldığını anlatır ve onu da meşrebine ikna eder.

Hoca der  Valide Sultan  beni ağlatma yeter

Yeniden mevlid okursun  bize dava da biter

Safahat  s 508

Millet kurtulmaya azmetmelidir, azmini yitirmemelidir. Kendine gelmelidir.  Gayretsiz insanı bir avare katreye benzetir, azmi  şaşkınlıktan kurtulmalıdır. Gökler yerler uyanıkten uyumak maskaralıktır. Cehalet islamın başına çökmüş bir  kapkara kabustur. Millet uyanmalıdır,cehaletine kurban gitmektedir. “Allahtan utanmak da yine ilim iledir “der Akif, ama millet bunu fark edecek durumda değildir.

Safahat s 218

Milletin mazisindeki harikalıkları anlatır ve uyandırmaya çalışır.

“ Bir zamanlar biz de millet hem nasıl milletmişiz

Gelmişiz dünyaya milliyet nedir  öğretmişiz !

Safahat s 224

Millet utanmak hissini  kaybetmiştir, o hissi ister Allah’tan Akif . Utanmaz ve yüzsüz milleti uyandırmaya çabalar. Bir külah kapmak için katlandığı adiliklerden kaçmasını söyler. Ciddiyet ve sebat hissini kazansaydı millet bu durumdan kurtulacaktı. Aileyi geleneklerinden soymak milleti kurtarmaz, mülkü kurban etmek için dini feda etmeyi lanetler. Milletin böyle yanlış fikirlere düşmemesi gerektiğini belirtir. Böyle insanları

Şarka bakmaz garbı bilmez  görgüden yok vayesi

Bir kızarmaz yüz yaşarmaz göz bütün sermayesi

Safahat s 226

Alemin baharda dirilişini seyreder, milletin de bunu görerek dirilmesini söyler. Dirilmek için çabayı Allah’tan ister

Nevbaharın ruhu etsin bir de bizlerden zuhur

Yoksa artık  Sur u israfil’e kalmıştır nüşur.

Safahat s 230

11-Türk ve İslam dünyası eleştirileri

Süleymaniye Kürsüsü baştan sona eleştiriler yumağıdır. Bir vaazın dilinden ve gözlemlerinden o günün Müslüman toplumlarını eleştirir Akif.  Seyyah gözlemci “Müslüman yurdunu baştan başa kac devrim var “ der.O insanları ancak gayelerin ayakta tutacağına inanır. “ Can cihan hepsi de boş, gayededir varsa hayat” ( Safahat s 162) Bir zamanlar seyyah İstanbul’a gelmiştir ama , gördüklerinden milletin geleceği konusunda ümitsizliğe düşmüştür.

O günün Rusya’sındaki zülmü anlatır. Zulümle insanların hürriyet fikirlerinin bastırılamayacağını söyleyerek Namık Kemal ile birleşir.

Sanıyorlar ki kafa kesmekle beyin ezmekle

Fikr-i hürriyet ölür. Hey gidi şaşkın hezele

Daha kuvvetleniyor kanla sulanmış toprak:

Ekilen gövdelerin hepsi yarın fışkıracak!

Hangi masumun olur hunu bu dünyada heder?

Yoksa Kanun –ı ilahiyi de yırtar mı beşer.

(Safahat s 164)

Türkistan’da gördüklerinden de  yüreği kan ağlamıştır. Buhara zilletin koynuna girmiş uyumaktadır. İbni  Sina’nın toprağından yeni bir çocuk yoktur. Cehalet ve nifak çokcadır.Fuhuş da ziyadedir.Hocalar her yeniliğe karşı çıkar, her yeniliği bidat olarak yorumlar. Ne Allahtan sıkılırlar, ne de Peygamberden. Beyinsiz hocadırlar. Buhara’daki okullarda okunan on para etmez fenlerdir, geri kalmıştır. Ne dünyada ne de ötede hükmü olmayan şeylerdir. Şair ve edip çok, kimi görsen şairdir. Ancak şiirin konusu ya oğlandır, ya da karı. Arzuların üstüne çıkamamıştır fikirleri. Tasavvuf da bir başka derttir, Hafız’ın Divan’ı fetva kitabıdır. Gönül kırma da ne istersen yap. Ediplerinde biraz gayret vardır.  Çin’i ,Japonya’yı Hindistan’ı gezmiş çok yönlü eleştirmiştir.

İslam dünyasının ve Türk dünyasının jandarmalığını ve sahipliğini yapan  Osmanlı’nın yıkılmaya yüz tutması ile gerek Osmanlı’da gerek  Türk ve İslam dünyasındaki olumsuzluklar Akif’i çok ciddi rahatsız eder. Elemlere dayanamaz olur.

Gitme ey yolcu beraber oturup ağlaşalım

Elemim bir yüreğin karı değil  paylaşalım

Ne  yapıp  yesimi kahreyliyeyim  bilmem ki

Öyle dehşetli muhitimde dönen matem ki “…

Ah karşımda vatan namına yatan bir kabristan

Yatıyor şimdi nasıl yerlere geçmez insan

Safahat s 198

Gördükleri ile Avrupalı olma arasında bağlantı kuramaz ve onların yüzüne tükürür. Hem  Şarkın kayıtsızlığına  tükürür hem de  Garbın yüzüne . Bizimkilere biraz ar gelir diye  tükürür, onlara ise  bütün melanetleri gereği . Sonunda asrın yüzüne de tükürür. Avrupalı olmayı kurtuluş çaresi gösteren aptalın da yüzüne tükürür.

Osmanlı’nın Avrupa’daki yerlerini kaybetmesi de onu can evinden vurur. Arnavutluk ki onun baba memleketidir. Dedesinin sürdüğü topraklar gitmiştir, mescidi ahıra dönmüştür. Yıldırım ‘un Murat’ın Kosova’nın , Meşhed’in maruz kaldığı olumsuzluklara kahrolur. Milletlere meydan okuyan soylu millet artık yoktur.

Osmanlıyı çökerten kavmiyet fikrini  telin eder.

Hani milliyetin İslam idi bu  kavmiyet ne

Sarılıp sımsıkı dursaydın  a milliyetine

Arnavutluk ne demek  var mı şeriatta yeri

Küfr olur başka değil kavmini sürmek ileri

Arab’ın Türk’e Laz’ın Çerkez’e  yahut Kürd’e

Acem’in Çinliye rüchanı mı varmış nerde ?

Müslümanlıkta anasır mı olurmuş ne gezer ?

Fikr-i kavmiyeti telin ediyor  Peygamber

Safahat s 205

Şark şiiri doğu dünyasının bitmez tükenmez eleştirisidir. Akif ‘i en çok üzen Şark’ın bu perişanlığıdır.

Harap iller  serilmiş hanümanlar, başsız ümmetler

Yıkılmış köprüler, çökmüş kanallar, yolcusuz yollar

Bükülmüş beller, incelmiş boyunlar, kaynamaz kanlar

Düşünmez başlar, aldırmaz yürekler, paslı vicdanlar

Tegallübler, esaretler, tahakkümler , mezelletler

Riyalar, türlü iğrenç iptilalar, türlü illetler

Örümcek bağlamış, tütmez ocaklar, yanmış ormanlar

Ekinsiz tarlalar, ot basmış evler, küflü harmanlar

Cemaatsiz imamlar, kirli yüzler, secdesiz başlar

Gazâ namiyle dindaş öldüren bîçare dindaşlar

Ipıssız aşiyanlar, kimsesiz köyler, çökük damlar

Emek mahrumu günler, fikri ferda bilmez akşamlar …

Safahat s 207, Safahat s 451

Mütarake yıllarında yazılmış bu şiir  Yakup Kadri’nin Sodom ve Gomore’sinden daha etkileyici bir romandır. Alınlar Terlemeli şiiri de aynı yolda bir şiirdir, eleştiriler orda da devam eder. Umar mıydın ? şiirinin girişinde  Kuzey Müslümanlarından Ataullah Bahaaddin ‘in cümleleri vardır, şiiri bu satırlar şaire ilham etmiştir. “  Odama girdim , kapıyı kapadım ağlamağa başladım,  o gün akşama kadar  İslam ‘ın garipliğine , Müslümanların inhitatına ağladım, ağladım . “( Safahat s  455) 1918   yılında koca  Osmanlı işgal edilmiş, etrafında bir zamanlar  yönettiği ülkeler ondan daha beter durumdadır. Mütefekkirler ikiye ayrılır, o sırada aşk , sevda şiiri yazarak  bilerek her şeyden habersiz olan insanlar, diğeri de Akif gibi ağlayan , üzülen, kendine kahreden guruptur. Akif bütün bu olumsuzlukların  nedeni yine çalışmamayı görür.

Alınlar terlesin derhal iner mevud olan rahmet

Nasıl hasir kalır tevfiki hak ettim  diyen millet

Safahat s 455

Akif bir kurtarıcı el ister, şarkı durumundan çıkaracak bir el

İlahi bir müeyyed bir kerim el yok mu   tutsun da

Çıkarsın Şark’ı zulmetten götürsün fecr-i maksuda

Safahat s 456

Canan Yurdu şiirinde  rahmet inmeyen ve çöle dönmüş toplumu , vatanının halini garipser.

Ey lane-i tarumar söyle

Canan sana artık inmiyor mu ?

Ey matem-i payidar söyle

Sahadaki nevha dinmiyor mu ?

Safahat s 107

Sonuç Yerine

Süleyman Nazif’e yazdığı şiirde şairin büyüklüğünü ve yaptıklarını anlatır. Ama ümitsizliğe düşmesini istemez ve onu ikaz eder. Bülbül şiirinde memleketin içinde bulunduğu durumu bir bülbül ile girdiği dialogla  anlatır. Bülbülün değil ülkeyi bu duruma getiren şairin matem hakkıdır. Mazinin bütün mefahirini bugün inkar edip zillete düşen insanların hakkıdır üzüntü ve matem. Leyla şiiri de   hüzn ve kederin hakim olduğu bir şiirdir.  Firavun ile Yüz Yüze isimli şiirde tarihe ,kadim tarihe gider ve Firavun’un yaptığı melanetleri onun yüzüne vurur ve eleştirir, Freud’un Musa Heykeli karşısındaki duruşuna benzer onun anlattığı.  Vahdet şiirinde Yermük Harbi’ndeki bir olayı anlatarak Müslümanlar arasındaki menfaat kavgasını eleştirir.

Şark’ın mefahir dolu mazi-i kemali

Yarab ne onulmaz yaradır şimdiki hali

Şirazesi kopmuş gibi manzume-i iman

Yaprakları  yırtık sürünür yerde, perişan

Safahat s 487

Leyla şiirinde Allah’a bütün musibetlerin sardığı ülkesinde sarılır, onunla ancak tatmin olacağını söyler. Hicran şiiri de aynı mantıkla yazılmıştır.

Sanatkar şiirinde Şerif Muhittin ile Akif’in ülkenin perişanlığı karşısında aynı hislerini paylaştığını görürüz. İstiklal Marşı’nda bir prototip olarak , idealize edilmiş bir insan olarak milletin mazisini , hürriyete aşkını, hürriyetinin hiçbir zaman elinden alınamayacağını anlatır. Hilal ile konuşur, bülbül ile konuştuğu gibi , onu eleştirir ve sonunda hakka tapan milletin istiklal hakkı olduğunu söyler. Ve hakka tapmaktan uzaklaşırsa istiklali de ondan uzaklaşır demek ister.

Bütün Safahat eleştiriler mecmuasıdır. Çok yönlü bir eleştirmendir  Akif .  O geçiş döneminin , İmparatorluğun yıkılması ile Cumhuriyetin kuruluşu arasındaki bütün olumsuzlukları yaşamış, onlara dayanmış , yeni Türkiye’nin kuruluşunda büyük rol sahibi olmuş büyük kelimesinin ifade etmede yeterli olmadığı bir harika karakterdir. Onun eleştirileri çok yönlülük arzeder. Yıkılış döneminin gayretsiz ve dini yanlış anlayan insanını eleştirerek canlandırmak ister. Azmini, idealini, gayretini , şecaatini imanını , tevekkülünü , yenilemek  için kavramları yeniden yorumlar.  Toplumu canlandırmak ister. Onun  milliyet anlayışı insanı ayakta tutan melekeleri canlandırmak üzerine kurulmuştur.

Keyfi ve arzulara dayanan dini  yaşayışı eleştirir, Müslüman ile

Müslümanlığı ayırır. Batının gelişmişliğini kabul eder,  bizde olması gerekenleri onlarda görür. Asım’ı Almanya’ya göndermesi onların ilerlediğini kabul eder. Aydınlarımızı, mütefekkirlerimizi, edebiyat ve sanat anlayışımızı eleştirir.

En önemlisi  çalışmayı bütün Safahat boyunca insan için Müslüman için en önemli faaliyet olarak görür ve çalışmaya insanları örgütler. Bazen bir tarih felsefesi uzmanı gibi tarihi güne taşır , günümüz ile arasındaki farkı vurgular ve insanları ikaz eder. Bazen dini olaylardan hareketle günü eleştirir. Örneklemelerle yanlışları işaret eder. Gözlemleri çok kuvvetlidir, geri kalışımızın vesikaları onun gözlemleridir. Geri kalmışlığı , çürümüşlüğü , aymazlığı , hayasızlığı, gayretsizliği en ideal tablolarla tesbit etmiştir. Safahat bir romandır. Hiçbir romanda olmadığı kadar sahneler taşır, üzerinde  çok konuşulmuş  ama çoğu bir gecelik yazılarla ortaya konmuş bir eserdir. Akif ‘in belli noktaları gündemde tutulmuş , Asıl Akif onun tefekkür dünyası, kelamcılığı, yorumculuğu , Uluhiyyet yorumculuğu, felsefesi , ilimle din ve kainat arasında kurduğu ciddi yorumlar  yoktur hala. Bunlar  Safahat’ın satır aralarında saklıdır. Özellikle Fatih Kürsüsü’ndeki kainat ve kozmik yorumu aşılmamış irtifalardır.

Akif sistematik bir eleştirmendir. Onun eleştirileri matematik düzen içinde  değil, dehalara mahsus bir  dağılımla Safahat’ın her yanına serpilmiştir.  Akif bir sistem üzerine oturttuğu bakış açısı ile daha çok yorumlara açıktır. Safahat’ın çok yönlü tenkid anlayışı bir iki kitaba konu olacak kadar geniş ve etraflıdır, o kadar da derindir. Çünkü Akif ileri düzeyde bir fikir adamı , dava adamı,ideal adamı, ve kudsi bir dehadır.

Akif çok yönlü bir eleştirmendir.Yaşadığı dönemin gereği hep kötüyü eleştirir. İyiyi daha iyi olması için eleştirmez. Daha iyiyi çok daha iyi olması için eleştiren bir dönemimiz yok bizim. Bugün  kısmen de olsa iyinin daha iyiye  doğru gitmesi için yapılan toplumsal eleştiriler vardır. Bu bizim bugün iyiye doğru gittiğimizi göstermektedir.Kötüyü düzeltmek için değil teşhir etmek, onunla birilerini arkadan vurmak türünde bir eleştiri  anlayışı yoktur Akif’in . O hakperestane  kötü şeylerin iyiye dönüşmesi için konuşur.Şansız bir dönemde yaşadığı  için yüzyılın ihmalinden doğan bütün aksaklıkları görmüş ve yüreğinden vurulmuştur. Bu yüzden sürekli eleştirir, büyük bir heyecan ve helecan içinde eleştiriler yapar, bedbinleşir, ümidi zayıflar ama milleti için ümid adam rolünü terk etmez.

O Batı’yı yanlış anladığımızı sadece   onun lüksüne ve sefahatine tutulduğumuzu anlatır. O genç yaşta Fransızca öğrenmiş, Hugo’ Dude hata Zola’yı  Fransızca asıllarından okumuştur. Onun şiirinde Fransız şiiri  doğu dünyasının özellikle Sadi ‘in tesiri vardır.

Son üç yüz yıldır eksiğimiz hem en büyük eksiğimiz çalışmaktır. Akif Çalışmak ile ilgili bir ayeti çok yönlü çok anlamlı felsefi, dini, kelami, ilmi bir perspektiften izah eder. Bütün müfessirin  Akif’in bu yorumu karşısında parmağını ısırmıştır.

Kaynaklar

Mehmet Akif  Safahat, Çağrı Yayınları,  İst .2008

Himmet Uç, Mehmet Akif ve Hikaye Sanatı.Ankara 2000

Fevziye Abdullah Tansel, Mehmet Akif Ersoy, İrfan yayınevi, İst 1973

John Belamy Forster, Marks’ın Ekolojisi, İst 1998

Ahmet Cevizci,Felsefe  Lügati , İst 2006

Felsefe  Tarihi Alfred Weber, İst 1998

Kamuran Şipal,  Freud Sanat ve Sanatçılar Üzerine , YKY İst 1995

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum