Serdar BİLGİN

Serdar BİLGİN

El-Mü’min

Risale-i Nur’da Esma-i Hüsna müzakerelerinde bugün “el-Mü’min” ismi üzerinde duracağız inşallah.

Sözlerime, "Ben göklere ve yere sığmam, fakat mü'min kulumun kalbine sığarım." (el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 2:165; İmam-ı Gazâlî, İhyâ u Ulûmi'd-Dîn, 3:14.) hadis-i kudsî ile girizgâh yapmak istiyorum.

Mü’min kavramı; emniyet, güvenlik, korku ve endişeden uzak olmak, himaye edilmek, teminat verilmek, inanmak, güvenmek, güvenilir ve doğru olmak anlamlarındaki “emn” kökünden türemiştir. Kavram temel anlamda Allah’a isim olarak kullanılır. Bu bağlamda güven veren, emin kılan anlamlarına gelmektedir. Kavramın insana bakan ciheti ile kâfirin karşıtı olarak Allah’a karşı gelmekten sakınan, yüzünü Allah'a döndüren, Hakkı tasdik eden doğrulayan, inanan ve itimat eden, elinden ve dilinden insanların emniyette olduğu Müslümanı karşıladığını görüyoruz.

Kavramın Kur’an-ı Kerim’de Haşr Suresi 23. ayet hariç hepsinde insana bakan ciheti ile kullanıldığını söyleyebiliriz. Kavramın Risale-i Nur’da da insana bakan ciheti ile kullanıldığını eklemeliyiz. Bugün kavramı biz de insana bakan ciheti ile irdeleyerek izah etmeye çalışalım.  -inşallah-

Karanlıkta olduğumuzu tahayyül edelim. Ancak ihtiyaçlarımızı karşılamak için hareket etmek zorundayız. Etrafımızı görmüyoruz. Zaaflarımız ve acizliğimiz var. Korkularımız sarmış yüreğimizi. Tutunacak bir şeyler arıyoruz. Her an takılıp düşecek gibiyiz. Ne kadar zor değil mi? Şunu biliyoruz ki temel ihtiyacımız aydınlık. Göz ışık ile bir buluşsa üzerimizdeki karanlığın yükünü bir atabilsek her yer aydınlık her şey anlamlı, emin ve kolay olacak diye düşünürken birden Hâlık-ı Arz ve Semâvâtın isimleri tulû etti. Güneş gibi baştanbaşa âlemi tenvir eyledi. Âlemi öyle nurlandırdılar ki, o hâlette bana küre-i arz gayet muntazam, musahhar, mükemmel, hoş, emniyetli bir seyahat gemisi, tenezzüh ve keyif ve ticaret için müheyyâ edilmiş bir şekilde göründü.  (Sikke-i Tasdik-i Gaybî s:347) Bana nuranî âhiret âleminden pencereler açtı,  o karanlıklı insan dünyasına nurlar serpti.

Anladım ki; Allah göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun misali, bir lâmba yuvası gibidir ki, onda bir kandil vardır. Kandil de cam fanus içindedir. Cam fanus ise, inci gibi parlayan bir yıldıza benzer ki, ne doğuya, ne de batıya ait olmayan mübarek bir ağacın yakıtından tutuşturulur. Onun yakıtı, kendisine ateş dokunmasa bile ışık verecek kabiliyettedir. O nur üstüne nurdur. (Nur Sûresi, 24:35.)

Şems-i Ezelîden vicdan-ı beşere ihsan edilen o nur ve şua; adımlarıma yön, yüreğime sevgi oldu. İman oldu. Terbiye, terakki ve tekemmüle vesile oldu.  Ve bu sayede, bütün kâinatla bir ünsiyet, bir emniyet peyda oldu ve her şeyle beni kesb-i muarefe eyledi. Ve kalbimde öyle bir kuvve-i mâneviye husule geldi ki,  o kuvvetle her musibete, her hadiseye karşı mukavemet edebileceğimi hissettim. Ve öyle bir vüs'at ve genişlik verdi ki,  o vüs'atle geçmiş ve gelecek zamanları yutabileceğimi gördüm. (İşârâtü'l-İ'câz/Bakara Sûresi s:69-70) Korkularımdan emin oldum.

Buraya kadar şunu ifade edebiliriz. Nurun sahibi Kadir-i Mutlak, nuru ile insanı tutuşturunca karanlıklar aydınlığa inkılap eder. Mü’min; karanlıkların aydınlığa inkılabıdır. İşte, her mü'min, derecesine göre, nur-u Kur'ân ve sırr-ı iman ile bütün mevcudatın saadetleriyle ve bekàlarıyla ve hiçlikten kurtulmalarıyla ve kıymettar mektubat-ı Rabbâniye olmalarıyla mes'ut olabilir ve dünya kadar bir nur kazanabilir. Herkes derecesine göre bu nurdan istifade eder. (Mektubat/Yirmi Dördüncü Mektup/Birinci Makam s:407) Mü'min olan zât, mânâ-yı harfiyle, yani gayre bir hâdim ve bir âlet sıfatıyla kâinata bakar. (Mesnevî-i Nuriye/Şule s:307) Bütün mevcudat,  mü'minin nazarında, Seyyid-i Kerîminin ve Mâlik-i Rahîminin birer mûnis hizmetkârı, birer dost memuru, birer şirin kitabı olur. (Sözler/İkinci Söz s:43-İman ve Küfür Muvazeneleri/İkinci Söz s:29) Bir mü'min, güneşi kendi hanesinin damında asılmış bir lüküs, kameri bir idare lâmbası addedebilir. Bu itibarla şems, kamer, kendisine bir nimet olur. Binaenaleyh mü'min olan zâtın daire-i istifadesi semâvâttan daha geniş olur.(İman ve Küfür Muvazeneleri s:237)Bu daire o kadar geniştir ki sözlerime başlarken zikrettiğim hadis-i kudsîyi hatırlayalım.

Özetlemeye çalışalım. Mü’min olan Allah, Mü’min insanda ismini tecelli eyler ve Allah’a iman eden her insan bu isme ayna olur. İnsanın kıymeti, o san'at-ı Rabbâniyeye göre olur; ve âyine-i Samedâniye itibarıyladır. (Sözler/Yirmi Üçüncü Söz/Birinci Mebhas s:418) Pek çok lâtif, ulvî ve leziz, tatlı hakikatler, imanından tecellî eder, insandaki san'at-ı Rabbâniye tezahür eder. Sâniine intisaptan ibaret olan iman, insandaki bütün âsâr-ı san'atı izhar eder. (Sözler/Yirmi Üçüncü Söz/Birinci Mebhas s:418) İnsanların emin olup sözlerinde güvenilir ve sadık olması da bu ismin bir tecellisidir. Mü’min; Allah’ın kendisini her an ve her yerde gördüğünün, her türlü niyetini bildiğinin farkında olarak yaşar, manevi yağmurlarla ıslanır, dost kokar, toprak kokar ve çevresine rahmet ve ihsanı gösteren latif kokuları yayar. (Sözler s:232-669)Bu ismin tecellisiyle dünya ve ahiret mutluluğunu kazanır. Sultan olur. (İman ve Küfür Muvazeneleri/Yirmi Üçüncü Söz s:97-Sözler/Yirmi Üçüncü Söz s:422) Risale-i Nur, tam işte burada Mü’min olan Allah’ın Mü’min insanda tecelligâhına biz okuyucularını şahit eyler ve sayfalarından yağmurun toprakla harmanlandığı o toprak kokularını alırız.

Rabbim hepimizi Mü’min ismine ayna olan insanlardan eylesin.

Âmin.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum