Eğitimde baba ve anne

EĞİTİMDE BABA:

İslâm, aile yönetiminin başına, normal durumlarda, babayı koyar. Yâni ailenin reisi babadır.[1]

Bütün peygamberler aynı zamanda birer babadır. Peygamberler, çocuklarının putlara tapmaktan korunmasını;[2] salihlerden,[3] namazını dosdoğru kılan[4] Müslümanlardan[5] olmalarını ve onları tertemiz zürriyetler[6] yapmasını yüce Allah’tan istemişler ve şöyle yalvarmışlardır:

“Ey bizim Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takva sahiplerine önder kıl!”[7]

Bu duayı dilimizin virdi yapmalıyız. Allah’tan istediğimiz zaman işte böyle en büyüğünü, en çoğunu, en yükseğini istemeliyiz. Tarihe yön veren, toplumlara yol gösteren şahsiyetler ve imamlar da bizim gibi bir anne ve babanın çocuklarıydı. Onların çocuklarına bu sonucu nasip eden Allah, isterse ve hikmeti gerektirirse bizim çocuklarımıza da nasip eder. Etse de, etmese de biz yalvarmaya devam edelim. Çünkü eğitimin bir parçası da duadır. Allah katındaki değerimiz de duaya yani aczimizi itiraf etmeye ve Allah’a ihtiyaç duymamıza bağlıdır.

EĞİTİMDE ANNE:

İslâm, ailede anneye ne kendisinin, ne de bir başkasının geçim yükünü yüklememiştir. İslam anneden sadece küçük yaştaki çocukların terbiyesiyle meşgul olmasını istemiştir.

Çocukların 7-8 yaşlarına kadarki terbiyesinden anne sorumludur ve bu sahada çocuğa bakma hakkı anneye aittir.

Problemsiz bir gencin ebeveyni olmak isteyenler onu tâ küçük yaşlardan itibaren desteksiz, sahipsiz, şefkatsiz bırakmamalıdırlar. Çocuk, işten dönünceye kadar babasının yokluğuna tahammül edebilir, ama annenin yokluğuna dayanamaz. Çünkü annenin yerini kimse dolduramaz. Onun için eğitimciler ve psikologlar çoğunlukla 0-3 yaş arasında çocuğu olan annenin çalışmasına karşıdırlar. Kültürlü, terbiyeli ve iyi yetişmiş bir annenin işi, çocuğuna bakmak olmalıdır.[8]

Çocuğu 12 yaşında olan ve çalışan bir annenin itirafı şöyle: “Ev sahibi oldum, ama çocuğumu kaybettim. Çünkü o beni anne olarak tanımıyor. Anneannesini anne olarak biliyor.”[9]

ÇOCUKLAR KAMERA GİBİDİR

Çocuklar iki yaşına kadar ki dönemde (0-2 yaş dönemi) dünya ile, çevre ile beş duyu vesilesiyle iletişim kurmaya başlar.

Bu dönemde çocuk,

1-Annesinin sıcaklığından, ilgisinden veya ilgisizliğinden ciddi şekilde etkilenir.

2-Çevresindeki sesleri, görüntüleri, sevgi ve kavga davranışlarını bilinçaltına kaydeder.

3-Bu dönemde çocuk çevresinden yanlış ve aykırı sesler yerine, tatlı, hoş ve sevecen sesler duymalıdır.

4-Bu dönemde çocuk, sevgiyi-nefreti, cömertliği-cimriliği, uyum ve uyumsuzluğu, dürüstlük ve hilekârlığı kazanmaya başlar.

2-6 yaş arasındaki çocuk,

1-Bir şeyin kötü veya yanlış olduğunu öğretilmedikçe veya denemedikçe bilemez.

2-Her gördüğünü taklit etmeye çalışır. Büyüklerin yaptığı her davranışı doğru olarak algılar.[10] Büyüklerin bu dönemde hareketlerine çok dikkat etmeleri gerekmektedir.

3-Çocuk bu dönemde ya şiddeti, kötülüğü ve kötü sözü öğrenecek ya da, hilmi, iyiliği ve iyi sözü. Çocuk 0-6 yaş arasında adeta bir kamera gibidir.

4-Bu dönemde çocuk, Allah, namaz, cami, ezan gibi kavramları görüp işitebilir. Ancak Allah’ın zatı, melekler, ahiret, cennet ve cehennem gibi meseleler çocukların anlayabileceği şekilde verilmemelidir.

TORUNUM ÖMER FARUK SORDU:

-Büyük baba Allah nasıl oldu? Ben de ona:

-Önce sen kendinin nasıl olduğunu bir anlat bakalım, dedim.

-Annemden oldum, dedi.

-Annenden önce nerde idin? Dedim. Ömer sustu. Tekrar sözü ben aldım:

-Bu meseleyi sen ilerde anlayacaksın oğlum, deyince Ömer yine ilk sualine döndü:

-Allah’ın nasıl olduğunu mu?

-Hayır, Allah’ın nasıl olduğunu anlayamayacağını anlayacaksın, dedim.

Neden?

-Çünkü Allah’ın zatı bu akılla anlaşılmaz. Bu akılla ancak Allah’ın sıfatlarını ve isimlerinin tecellilerini anlayabiliriz.

-Neden Allah’ın zatını anlayamayız?

-Çünkü Allah bizim cinsimizden değil. Allah’ın bizim yaşadığımız ve gördüğümüz alemde benzeri yok ki şunun gibi diyelim de anlatalım veya anlayalım. Akıl bize Allah’ı anlamak ve ihata edebilmek için değil, Allah’a inanmak için verilmiştir.

-Peki öyleyse nasıl inanacağız?

-Eserlerine bakarak. Mesela bir kuş Onun eseridir. Öğretmenin tahtaya çizdiği kuş resmi nasıl onun bir çizeni olduğunu gösteriyorsa; gerçek bir kuş da onun bir yapanı ve yaratanı olduğunu göstermektedir. O da Allah’tır.

Onun için Üstad Bediüzzaman, “bir iğne ustasız olmaz ve bir harf yazarsız yazılamaz.” demiştir. Bu âlem ve bu âlemin içinde olan her şey, biz de dahil kendi kendine olmadı, rasgele olmadı, doğa yapmadı. Bunların hepsinin sahibi, sanatkârı, yapanı ve yaratanı Allah’tır. Parmağa takılan bir yüzüğün ustası olur da parmağın ustası olmaz mı? Gözlüğün ustası olur da, gözün ustası olmaz mı?

Şimdi ben sana sorayım Ömer:

-Aklımız var mı?

-Var.

-Nerededir, nasıl bir şeydir?

…. Ömer yine sustu. Ben son noktayı koydum:

-Bak, dedim Ömer, biz daha aklımızı anlayamaz ve inkâr edemezken, aklın sanatkârını nasıl anlar ve nasıl inkâr ederiz? Yani Allah vardır. O, hem başımızın, bedenimizin, hem de başımızdaki aklımızın ve bedenimizdeki ruhumuzun yaratıcısıdır. Onun gücünü kendi gücümüzle kıyaslamayalım. Çünkü bizim gücümüz sınırlı. Onun gücü sınırsızdır. Sınırsız güce sahip olan elbette her şeyi çok kolay yapar.

-Büyük baba, çok güzel örnekler verdin. Ama yine sorularım var, şimdi arkadaşım Mirza bekliyor. Sonra görüşürüz büyük baba, dedi Ömer ve gitti.

5-Allah’ı anlatırken bazı hususlar peyderpey verilmelidir. Veyahut zamana bırakılmalıdır. Mesela:

Allah, hep haydır, diridir, ölmez. Her yerde, her an vardır, hazırdır; ama hiçbir yerde olmaz, yani mekân tutmaz. Her yerde nazırdır, bizi görmektedir. Her işi, her şeyi, o yapar, o yaratır. Onun faaliyetinde hiçbir iş diğerine engel olmaz. Her şeye her şeyden yakındır, her şeyi, her an o yönetir. Hiç yorulmaz. Abes iş yapmaz. Bütün işleri hikmetlidir.

Bu söylediklerimizin hepsi doğrudur. Ancak bunları isbat edebileceksek söyleyelim, böyle bir imkânımız yoksa,  yani isbat ve ikna edemeyeceksek onu bir sonraki zamanlara bırakalım veya çocuklarımızı alıp bu meselelerin izahını yapabilecek ilim erbabına, uzman şahsiyetlere götürelim, ya da onları davet edelim, çocuklarımızla beraber onları dinleyelim. En az haftada bir onlarla beraber tahkiki iman derslerine katılalım. Ne yapıp yapıp çocuklarımızın imanını, iman hırsızlarından koruyalım, kurtaralım.

5-Çocuk değil, davranış yargılanmalı

Çocuk hata yapabilir. Onun hatalarına: “Dilini tut”, “Terbiyeli konuş”, “Ayıptır”, “Günahtır”, “Çarpılırsın”, “Tövbe de”  ”, “Saygılı ol”, “Haddini bil” gibi ifadelerle otoriter bir anne-baba rolü takınmak yerine, “Yavrucuğum, aslında sen çok iyi bir çocuksun, yanlış olan senin sergilediğin bu davranıştır.” demeli, şefkat ve tevazu ile sokulup çocuğu o yanlıştan kurtarmalıdır

6-Model davranış sunulmalı, çocuk büyüklerinden yalanı öğrenmemeli

Çocuğun dürüst, çalışkan, cömert ve yardımsever olmasını isteyen büyüklerin kendilerinin de öyle olmaları gerekir. “Ayakkabını kaça aldığımızı babana söyleme”, “telefon çalarsa babam evde yoktur” de, gibi basit sanılan davranışlar, dürüstlüğe giden yolu kapatır, yalana kapıları açmış olur.

7-Çocuğa arkadaş ve akranları değil, tarihî ve dinî şahsiyetler örnek gösterilmeli.

“Bak Selim ne kadar akıllı, ne kadar terbiyeli bir çocuk.”, “Sen de Ahmet kadar başarılı olsan başka bir şey istemem.”, “Nuri’yi kendine örnek al, o çok sorumluluk sahibi, bilinçli bir çocuk.” gibi sözlerin ve kıyaslamaların çocuğa hiçbir faydası yoktur. Üstelik çocuk bu tür örneklemelerden asla hoşlanmaz.

Eğer örnek vermek gerekiyorsa geçmişte yaşamış ve çok değerli dersler ve izler bırakmış saygın kişilerin kıssaları, menkıbeleri anlatılmalıdır. Peygamberimizden, Peygamberlerden, sahabeden, din ve devlet büyüklerinden misaller verilmelidir.

8-Allah’ın korkulacak bir zat olmaktan çok, sonsuz sevilmeye layık bir zat olduğu anlatılmalı.

-Neden?

-Çünkü Onun bizim üzerimizdeki hakkı sınırsız, ama bizim Allah üzerindeki hakkımız sıfır. Böyle iken o üzerine hakmış gibi bizim ihtiyaçlarımızı karşılamada hiç bir kusur etmiyor.

Üstelik “kendisine şirk koşmayan samimi inanç sahiplerinin bütün günahlarını bağışlayabileceğini bildiriyor.[11]

O, sadece kendi yaptıklarının sonucu hak edenlere dilerse cezasını verir ve asla kimseye en küçük bir haksızlık yapmaz.[12]

Neden Allah sonsuz sevilmeye layıktır?

-Çünkü O sonsuz ihtiyaçlarımızı karşılıyor da ondan. Çünkü O, hiçbir sevgilinin hiçbir sevgiliye veremeyeceği hediyeleri vermiş, takıları takmış da ondan.

Şimdi düşünelim:

Göz veren mi, gözlük veren mi?

İşitme cihazı veren mi, kulak veren mi?

Kalbinize sitent takan mı, sinenize kalb takan mı?

Parmağınıza yüzük takan mı, elinize parmak takan mı?

Bileğinize bilezik takan mı, kolunuza bilek takan mı?

Hangisi daha büyük takı takmıştır? Hangisi daha çok sevilmeye layıktır?

Ne kadar az şükrediyorsunuz?

Yakında yayınladığım makalemin başlığı şu idi: “Seni hiç unutmayan Sevgili’yi sen nasıl unutursun?”

10-Çocuğa:

“Allah belanı verir,

Allah cezanı versin,

Allah çarpar,

Allah taş yapar,

Allah cehennemine atar.” ifadeleriyle çocuğun zihninde hâşâ zalim, gaddar bir Allah tasavvuru oluşturmamalıdır. Böyle bir Allah tasavvuru İslam’da yanlış olduğu gibi, aynı zamanda çocuğu korkutup Allah’tan da uzaklaştırıcı olabilir.

Allah hiç bela vermemiş midir, vermez mi? Verirse niçin verir? Bütün bunlar münasip yaştakilere, münasip üslupla anlatılmalıdır.  (devam edecek)[13]



[1] Nisa, 4 / 34

[2] İbrahim, 14 / 35

[3] Saffat, 37 / 100

[4] İbrahim, 14 / 40

[5] Bakara, 2 / 128

[6] Al-i İmran, 3 / 38

[7] Furkan, 25 / 74

[8] Bayraktar, M. F., a.g.m, 127

[9] Bayraktar, M. F., a.g.m, 128

[10] Cebeci, a.e,101

[11] Nisa, 4/48,116

[12] Bkz.Yasin, 36/54

[13] Geniş bilgi için bkz. KARAKAŞ, Vehbi, Nasıl Bir Din Eğitimi, Hayat Yayınları, 2012

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum