Dostoyevski: Sefaletin Küllerinden Doğan Simurg.

Dostoyevski: Sefaletin Küllerinden Doğan Simurg.

Leyla Yıldız'ın yazısı...

Dostoyevski, isyanın çığlığı… “Ezilenler” in aks-i sedası. “Kaynayan bir hassasiyet, uyanık bir zekâ ve hasta bir şuuraltıdır.” Açlık, sefillik, ıstırap, sara ve hapishane inşa eder Dosto’yu; Dosto da Rus edebiyatını.

Yıl 1849. Dostoyevski, devrim propagandacılığından tutuklandı. “Rusya’yı ancak din kurtulabilir.” diyen mistik devrimcidir Dosto. İdamla yargılandı. Ölüm cezası ağır hapse çevrildi. Sibirya’daki Omsk Kalesi’nin zindanlarına gönderildi. Dosto, kozasında muazzam bir edebiyatın eserlerini titizlikle iplik iplik ördü. “İnsancıklar” la büyük yankı uyandırmış müellif, burada kendini adi suçlularla beraber buldu. Bu insan olmaktan çıkmış kişilerle hemhal oldu. “Kendi ıstırabında bütün beşeriyetin ıstırabını görerek bu yaradan korkmamayı başardı.” Bu zafer, ona ilk epilepsi nöbetini armağan etti. Hücrede kurguladığı romanları yalnızca gözyaşıyla değil ondan fışkıran sara köpükleriyle de yazılacaktır artık.

Sefaletle yoğrulmuştu. Tıpkı simurg gibi sefaletin küllerinden her dem yeniden doğdu Dostoyevski. Hiçbir zaman refah bir hayat sürmemişti. Eserlerindeki basık tavanlar, karanlık odalar, izbe köşeler, kendi yaşamından mekânlardı. Onu uzun süre geçindirecek parayı, çağdaşı olan Tolstoy, bir öğlen yemeğinde harcıyordu. Bir itirafında Tolstoy; “Dostoyevski’ye muhtaç olduğunu bildiğim 200 rubleyi hiçbir zaman göndermedim. Öyleyken bütün dünya beni yardımsever biliyor.” der.

Tutuklu yıllarında onun asıl canını yakan yazamamaktı. Yazmak yasaktı. Göz hapsindeydi. Kâğıt ve kalemden uzak kalmak kahrediyordu onu. Hâlbuki “Yazmasam ölürüm.” diyordu. Nihayet cezaevi doktorunun öngörüsüyle yazmasına müsaade edildi yaşayan ölüler evinde. Yıllar sonra “Ölüler Evinden Notlar” ı yayımladığı zaman yer yerinden oynadı Rusya’da.

Bir başkaldırı edebiyata doğdu Dostoyevski’den. Suç isnadıyla ceza çeken tüm suçsuzlar adına anarşizmin bayrağını dalgalandırdı. Ruhunun kıvrımlarından ve serzenişlerinden inşa ettiği bir kahramanı sahneye çıkardı Dosto. Adı Raskolnikov’dur bu kahramanın. Düzene, sisteme adaletsizliğe isyan eder Raskolnikov’la “Suç ve Ceza” da. Suç, çevrenin ürünüdür Suç diye bir şey yok. Suç, kötü ve tabiat dışı bir içtimai düzene isyandan ibarettir. Çevre her kötülüğün kaynağı… Demek ki; toplum, akla ve tabiata uygun bir düzene kavuşunca suç falan kalmaz. “Raskolnikov’la yeni bir düzen kurmak için kan dökmekten içtinap etmez; tıpkı özdeşlik kurduğu Napolyon gibi.

Dosto, kâh cani, kâh merhamet timsalidir Raskolnikov’da. Tefeci kadına baltayla kıyım yaparak onun kimliğinde tüm düzeni sarsanların kellesini keser;  hayat kadını Sonya’ ya kucak açarak da tüm ezilmiş ve horlanmışların yaralarını sarar. Raskolnikov da kendisidir, Sonya da. Sonya yapayalnızdır, kendisi de. Düşmüştür Sonya, suçlanmış, hakir görülmüş ve kovulmuştur. Tıpkı kendisi gibi.

Seneca : “Dahi bir parça delilidir.” der. Platon’nun gölgeler mağarasından zincirlerini koparıp arayışa geçendir dahi. Gölgelere değil gölgelerin aslına kapılır. Yüzünü mağara
 duvarına dönüklerden sıyrılır. 

Cemiyet, kendisi gibi olmaya düşmandır. Sürüden sivrilmenin bedelini ağır öder deha. Bir böcek gibi ezer onu toplum, bürokrasi ya da iktidar. Kafka, bu yüzden bir böcek gibi gördü kendini “Dönüşüm” de. Seneca, entrikalara kurban gitti. Ömrünü sürgünde geçirdi, sonunda intiharı seçti. Diderot, hükümetin hışmını üzerine çekti; “Körler üzerine mektup” tan dolayı hapse atıldı. Tolstoy, “Diriliş”le uyandı ama ailesi ve aristokrat çevresi tarafından dışlandı; kilisenin aforozuna maruz kaldı.

İtalyan düşünür Companella, Skolastik Aristocuğa karşı cephe aldığı için öğrencileriyle beraber tutuklandı ve ispanya zindanlarında tam yirmi yedi yıl yattı. “Güneş Ülkesi” o zindanların eseridir. 

Sufi-düşünür Hallac-ı Mansur, “Enel-Hak” (Ben Tanrı’yım.) dediği için elleri ve ayakları kesildi. Kafası gövdesinden ayrıldı, derisi yüzülerek içine saman dolduruldu. Cesedinin geri kalan kısımları ateşe atılarak yakıldı, külleri göğe savruldu.

Endülüslü meşhur filozof İbni Rüşd Endülüs halkı tarafından hoş karşılanmadı. Camilerden kovuldu ve eserleri şehir meydanlarında ateşe verildi. Avrupalılar’ın “Averros”u hayatının geri kalanını sürgününde geçirdi.

Düşünür ve politika yazarı Thomas Morus, koyu dindar bir insan olmasına rağmen eserleri inanca aykırı bulunarak başı kesilmek suretiyle öldürüldü.

Voltaire, ihtilal öncesi Fransa’sındaki adaletsizlikleri hicvettiği için Bastille’de on bir ay geçirdi. “Felsefi mektuplar”ını yayımlayan yayımcısı da Basttille’i boyladı.

Yazar Pellico. İtalya’nın gizli bir örgütüyle bağlantısı olduğu gerekçesiyle sartları ağır olan şato-zindan Speilberg Hapishanesi’ne koyuldu. Pellico burada sağlığını kaybetti ama onu efsaneye dönüştüren “Hapishanelerim”i orada yazdı. 

Seyyid Nesimi, şeriata aykırı inançlarından dolayı sorguya çekildi; İbret-i âlem olsun diye eti lime lime edildi, derisi yüzüldü.

“Hayran Edici Bilge” lakaplı Roger Bacon, büyüteci icad etti. İyi bir Hıristiyan’dı ama düşünceleri kiliseyle uyuşmadı. Büyücü ilan edildi. Büyücülüğün cezası diri diri yakılmaktı. Yakılmaktan kurtulmayı başardı ama on beş yıl hapis yattı.

Doktor ve teolog Aragonlu Servetus, Protestanlığın kurucusu Martin Luther adına Cenevre’de hafif ateşte pişirilerek idam edildi.

İslam düşünürü Gazzali; Farabi ve ibni Sina’nın görüşlerini tenkid eden bir eser yazdı. Felsefi düşünceler ihtiva ediyor diye eserleri Endülüs’te ateşe veridi. 

Ruhunun portesini “Spartaküs” adlı romanında çizen Budapeşteli yazar Kostler, “komünist casus” iddiasıyla İspanya zindanlarında idam mahkumu olarak yattı.

İlkçağ filozoflarından Anaksagoras, dini görüşleri, o devrin görüşleriyle uyuşmadığı için mahkemeye verilip sürgün edildi.

Sokrates’in sadık öğrencisi Platon, politika kanununda eserler yazdı ve düşüncelerini uygulamak istedi. Fakat o devrin hükümdarını kuşkulandırdığı için esir pazarında satıldı.

Meşhur İngiliz yazarı Lord Byron, toplum kurallarını hiçe saymak isteyen fikirleri ve bohem yaşantısı yüzünden ülkesinden sürgün edildi.

Tenkitçi Çernişeveski, Rus köylülerine seslenen bir beyanname yayımladı. İhtilalci gençliğin başucu kitabı “Ne Yapmalı” romanını hapishane yazardı ona. Ardından Sibirya’ya sürüldü.

“Robinson Crusoe” nun yazarı Daniel Defoe, kiliseyi eleştiren bir şiirinden dolayı dokuz ay hapis yattı. Yazdığı başka bir eleştiriden dolayı Defoe, tomruğa sıkıştırılarak üç gün teşhir edildi.

Jack London, sosyalizm nutukları verince kendini hapishanede buldu.

Ünlü Rus kuramcısı Marksist Buharin, büyük idealinin gerçekleştiğini gördü, idealinin sisteme dönüştürüldüğüne tanık oldu ama bu sistem onun sonunu hazırladı. İdealinin Stalin’in elinde tiranlığa dönüşmesine ses çıkarınca hapse atıldı. Hücresinde bıraktığı yığınla el yazması eserle ve kurşuna dizilerek veda etti hayata.

İmam-ı Azam Ebu Hanife, Emevi saltanatını eleştirdiği için zindana atıldı, dövüldü, zulüm gördü.

Hanbelî mezhebinin kurucusu Ahmed bin Hanbel, Kuran’ın mahluk olduğunu söylemesini istediler, o kabul etmedi, reddetti. Abbasi halifesi tarafından hapse atıldı, işkenceye maruz kaldı. Hapisten çıktığında iyileşmeyen yaraları vardı. Göz hapsinde tutuldu. Cuma namazına bile gidemedi.

İtalyan düşünür, bilim adamı Bruno, panteist görüşleri nedeniyle ülkesinden kaçmak zorunda kaldı. Eski bir dostu tarafından aldatılmak suretiyle memleketine döndürüldü. Tutuklandı. Yedi yıl zindanlarda kaldı. Engizisyon tarafından tövbekar olması istendi. Fikrinden dönmedi. Ateşler üzerinde diri diri yakılmaya götürüldü. Öpmesi için haçı uzattılar; eliyle itti, öpmedi. Hâkimlere: “Ben ölmekten korkmuyorum. Bana bu cezayı veren sizler benden daha büyük bir korku içindesiniz.” dedi.

Türk filozoflarından Sühraverdi, halkın inançlarını bozuyor iddiasıyla Selahaddin Eyyübi’nin emriyle Halep şehrinde aç bırakılarak idam edildi.

Meşhur sufi düşünür İbni Arabi’nin bazı görüşleri Mısırlı fakihler tarafından kabul görmedi ve idamına fetva verildi. Bunu haber alan İbni Arabî kaçarak Anadolu’ya sığındı. Bazı efsanelerde İbni Arabî’nin öldürüldüğü ve cesedinin çöplüğe atıldığı rivayet edilir. 

Rus edebiyatının miladı Puşkin, Gogol ve Turgenvey’in ölümü üzerine kaleme aldığı bir yazı nedeniyle zindanı boyladı.

Galileo, Dünya’nın Güneş etrafında döndüğünü söyledi. “Diyalog” adlı eseri tartışmalara neden oldu. Kilise onu sapkınlıkla suçladı. Engizisyon Galileo’yu çağırdı tövbe ettirdi. Engizisyon Sarayı’nın bir odasında göz hapsine alındı; hayata burada veda etti. Diyalog toplatıldı ve yasaklandı. Eser üzerindeki ambargo tam iki yüz yıl sürdü.

Ünlü düşünür Razi, düşüncelerinden dolayı bazı şehirlerden kovuldu ve hapse atıldı.

Büyük din bilgini İbni Teymiye, hayranlık uyandıracak bilgiye sahipti. Hanbelî olmasına rağmen Hanbelî akidesine ters düşen fikirleri vardı. Kahire ve Şam’da mahpus edildi. Eserlerinin neredeyse tamamını hapishanede yazdı. Elinden kâğıt kaleminin alınmasına dayamayarak zindan köşesinde vefat etti.

Musevi filozof, Spinoza uzun yıllar dini eğitim aldı, zamanla düşünceleri değişti ve hahamların hışmına uğradı. Aforoz edildi, yazdığı kitaplar yasaklandı ,yalnızlığa itildi. Bir odada gözlük merceği yontarak hayatını kazandı. Hastalıklı bedeni cam yontarken yuttuğu tozlara ve insanlardan gördüğü eza ve cefaya dayanamayarak dünyaya veda etti. İnanç ve düşüncelerden asla vazgeçmedi.

Fransız İnkılabı’nın ve romantizmin fikir babası Rousseau, “İnsan özgür doğar, oysa her yerde zincire vurulmuştur.” “Tanrı her şeyi mükemmel yaratmıştır, insan işe karışır ve hepsi berbat olur.” gibi düşüncelerini dile getirdiği “Emile” ve “Toplum Sözleşmesi” adlı eserlerini yayımladığı zaman yer yerinden oynadı; saldırıda bulunduğu din ve politikanın çıkar çevrelerinin zulmüyle karşı karşıya kaldı. Fransa ve Cenevre’de kitapları yasaklandı, hakkında tutuklama emri çıkarıldı. Fransa’ya kaçmak zorunda kaldı.

Hürriyetin ezeli ve ebedi aşığı Namık Kemal, “Ayağı bağlı aslanın acizliği kendi aybı değildir./ Dönersem kahpeyim millet yolunda bir azimetten” mısralarıyla aksiyoncu ruhunu ifade etti. İdealizminin yarattığı  “Vatan yahut Silistre” ile kopardığı fırtınanın dalgaları onu hayatının en güzel çağında Magosa’ya sürükledi. Türk romanının başlangıcını teşkil eden “İntibah”ı orada kaleme aldı. İstanbul’dan uzakta olmayı bir zulüm sayan özgürlük sevdalısı,  ömrünü sürgün esaretinde Midilli, Rodos ve Sakız’da geçirdi; nam-ı diğer “Vatan şairi” vatan hasretiyle hayata gözlerini yumdu.

Mısır’ın Nobelli yazarı Necip Mahfuz, devrimci olarak anıldı ve eserleri birçok çevre tarafından tepkiyle karşılandı. Kitabının biri yasaklandı. Kendisine düzenlenen suikast sonucu bir militan tarafından bıçaklandı fakat ölmedi. 

İskilipli Atıf Hoca’nın, “Frenk Mukallidliği” adlı eserindeki bir bölüm, iktidar tarafından sakıncalı bulundu ve idamına karar verildi. Hayatı bir ipte sonlandı.

Din alimi Sülayman Hilmi Tunahan, düşüncelerinden dolayı yetmişini geçtiğinde hapse atıldı.

“Hababam Sınıfı” efsanesinin müellifi Rıfat Ilgaz “Sınıf” adlı şiirinde öğrencilerin fakirliliğinden söz etti ve altı yıl cezaevinde yattı.

“Ruh Adam”ın ölümsüz yazarı ve Türkçülük akımının önde gelen isimlerinden Nihal Atsız, yaşadığı dönemde büyük baskı gördü. Otuz dört arkadaşıyla birlikte gözaltına alındı. Tabutluk adı verilen hücrelerde zorlu işkencelere maruz kaldı.

Serdengeçti dergisiyle dikkatleri üzerine çeken Osman Yüksel, Türkçülük- Turancılık davasından ömrü hapislerde geçti.

Berrak Türkçesiyle “Kuyucaklı Yusuf” ve “Kürk Mantolu Madonna”yı edebiyatımıza kazandıran Sebahattin Ali, eserlerinde halkın fakirliğinden ve çektiği acılardan bahsetti. Şehirlilerin köylüyü aşağılamasını tenkit etti. Dönemin Cumhurbaşkanını eleştiren “Memleketten Haber Var” adlı şiirinden dolayı azgın dalgaları ve yalçın kayalıklarıyla meşhur Sinop Cezaevi’ni boyladı: “Dışarda deli dalgalar / Vurur duvarları yalar / Beni bu sesler oyalar / Aldırma gönül, aldırma .” Mısralarıyla halkın gönlünü fethetti. Fırtınalı hayatında çektiği eziyetlere aldırmadı. “ İçimizdeki Şeytan” adlı romanı milliyetçi kesim tarafından büyük tepki aldı. “ Sırça Köşk” adlı romanı bakanlık emriyle toplatıldı. Sebahattin Ali, Bulgaristan sınırında hunharca katledildi. Üstünkörü gömülen cesedi çakallar tarafından çıkarıldı.

Fikirlerinin ateşli savunucusu ve “Devlet Ana”nın müellifi Kemal Tahir, askeri isyana teşvik suçundan tam on iki yıl hapis yattı. Edebiyata hevesli bir şair olarak girdiği mahpus damından usta romancı olarak çıktı. “Esir Şehrin İnsanları”, “Karılar Koğuşu” mahpushane damgasını taşır. 

Hasretinden Prangalar Eskittim” şiiriyle adını milletin hafızalarına kazıyan Ahmed Arif, düşüncelerinden dolayı mahpus hayatıyla tanıştı:

“Bir sevdadır böylesine yaşamak /  Tek başına / Ölüme bir soluk kala
Tek başına / Zindanda yatarken bile / Asla yalnız kalmamak.”

Can Yücel, “Gerilla Harbi” ve “İnsan Sosyalizmi” kitaplarını çevirdiği için on beş yıl hapis cezasına çarptırıldı, bir müddet sonra af yoluyla çıktı.

“Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbul bekle bizi” mısralarının sahibi Vedat Türkali 141. maddeden hüküm giydi.

Sinop Cezaevinin tutuklularından Kerim Korcan, meşhur “Tatar Ramazan” , “İdamlıklar” ve “Linç” romanlarını mahpus damından aldığı ilhamla yazdı.

Gözlemlediği her şeyde mizahi bir yan bulan Aziz Nesin, gördüğü aksaklıkları eleştirdi ve çarpıklıklarla alay etti. Sürgüne uğradı, hapis yattı ama yazmaktan vazgeçmedi “Zübük” , “Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz”  ve “Ah Biz Eşekler”in yazarı.

Kendini gerçek bir solcu olarak tanımlayan Attila İlhan, edebiyatı fikirlerini anlatmak için bir araç olarak gördü ve bu yüzden yolu hapishanelere düştü.

Ağalık sistemine başkaldırının romanı “İnce Memed”le efsane yaratan Yaşar Kemal, destanlaşan diliyle Türk edebiyatında seçkin bir yere sahip oldu ve birçok kez Nobel’e aday gösterildi fakat ödül alamadı. Yakın tarihimizde düşüncelerinden dolayı defalarca yargılandı, hapis yattı.

“Bu Ülke”nin ve kelimeler dünyasının sultanı Cemil Meriç, dehasıyla yalnız, kültürüyle yalnız, elemleriyle yalnız kaldı. ”Nemesis’in parmakları gözlerine uzanmıştı.” Körlüğün küçüklük duygusu ve sıradışı düşünce dünyasıyla dış dünyadan koptu ve münzevi bir yaşama itildi. Fildişi kulesinde kendi için birer liman olan kitapların asude dünyasına ilcita etti; kitaplarda yaşadı; sanatın ve düşüncenin gökdelenlerini inşa etti.         

Nazım Hikmet ve Necip Fazıl. İkisi de birer aksiyondu. İkisi de âşık. Bir davanın maşuku. İtaate itaatsizliğin, başkaldırının isyanın idolü haline geldi ikisi de; birer asi küheylan. Dünyaya iki zıt pencereden baktılar. Hayatı iki farklı açıdan sorguladılar. En büyük kavgalar onlar arasında oldu. Nazım bir cephede, Necip ayrı cephede yer aldı. Aynı bedende biri sağ, öteki sol. Şiir, ideolojilerinin maşası. Yasaklandılar. Yasaklandıkça dalgalar halinde büyüdüler. Devleştiler. Yargıların, hükümlerin, hapislerin mengenesinde yoğurdu kader onları. “ Akrebin kıskacında” yaşadılar. Efsaneleştiler. Biri, halkın “ Mavi gözlü dev”ine dönüştü, öteki “şairler sultanı” oldu.           

Necip, üç yaş küçüktür Nazım’dan. “ Ve Nazım, Ağa Camii’nden geçen yoldan iyice çıkarken Necip, Ağa Camii’nde bir vaaz vakti geldi yola.” Şeyhi, Abdülhakim Arvasi… Önce bohem sonra mitsizimde zirvedir Necip. 

İkisi de en verimli yıllarını hapishanede geçirdiler. “ Azgın bir hayvan bünyesinin içine oturulmuş cellât ruhlarıyla” yazdılar; şiirler, tiyatrolar… Destanlaştılar, esaretin gizemiyle:    

“ Ne bir haram yedin ne cana kıydın / Ekmek kadar temiz su gibi aydın 
Hiç kimse duymadan hükümler giydin / Yiğidim, aslanım burda yatıyor.”

Nazım, Aydınlık ve Resimli Ay dergilerinden hüküm giydi, Necip Büyük Doğu’dan. “Çile”nin şairi, “ Büyük Doğu” mefkûresinden doğdu, Nazım memleket hasretinden. Vatandaşlıktan çıkarıldı “Memleketimden İnsan Manzaraları”nın şairi. İkisinin de oğlu Mehmet. Biri zindandan seslenir Mehmet’e:

 “Zindan, iki hece Mehmed’im lafta / Baba katiliyle baban bir safta
Bir de geri adam boynunda yafta.
Halimi düşünüp yanma Mehmed’im / Kavuşmak mı belki daha ölmedim.”
                                       (…)
“Mehmed’im sevinin başlar yüksekte / Ölsek de sevinin eve dönsek de
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte / Yarın elbet bizim elbet bizimdir
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir.”

Öteki sığındığı topraklardan ses verir oğluna: 
                                        
“Karşı yaka memleket / Sesleniyorum Varna’dan işitiyor mu / Memet Memet…
Karadeniz akıyor durmadan / Deli hasret deli hasret
Oğlum sana sesleniyorum işitiyor musun/ Memet Memet …

Onlar birbirlerini en iyi anlayanlardır aslında… Necip, Nazım’ı hapiste ziyaret ettiğinde şöyle bir konuşma geçer aralarında:

Necip : “Nazım, benim rejimim olsa seni asardım. Fakat bu hiçlik rejiminde fikirsiz ve imansız insanların seni süründürmesinden müteessirim. Onun için ziyaretine geldim.”

Nazım: “Benim rejimim olsa ben de seni asardım. Sonra da darağacının başında ağlardım. Seni anlıyorum. Bil ki bu soylu tarafının takdircisi kalacağım.”

Çok acılar yaşandı geçmişte. Canlar yakıldı. Yaşamın kıyısına tutunmak isteyen mütefekkirlere kıyımlar yapıldı. Düşünen adamların heykelleri tımarhane önlerine dikildi. Zulümler gördü gençliğini, ömrünü sorgulamak, çalışmak ve üretmekle geçiren adam. Sıra dışıydılar sürüden dışlandılar. Süründürüldüler Gelecek nasıl bir geleceğe gebe? Bunun cevabını ancak gelecek doğuracak.      

   
              Kaynakça
1) Batı Düşüncesi  / Felsefi Temeller, Kasım Küçükalp – Ahmet Cevizci, İsam Yay. İstanbul 2009
2)Filozofların Özellikleri  / Felsefeye Giriş – II, Prof Dr. Nihat Keklik, Doğuş Yay. İstanbul, 1983
3)Kolay, Kısa, Keyifli Felsefe, Ömer Sevinçgül, Carpe Diem, İstanbul, 2007
4)Nietzsche Ağladığında, Irvın D. Yalon, Ayrıntı yay.29. basım
5)Sokrates’in Savunması, Platon, İskele Yay. İstanbul, 2009
6)Cümle Kapısı / Nazan Bekiroğlu, Timaş Yay. İstanbul,2009
7)Kolay, Kısa, Keyifli, Edebiyat, Seda Şener i Carpe Diem İstanbul, 2008
8)Sıradışı Filozoflar, Nigel Rodgers – Mel Thompson, İthaki Yay. İstanbul 2007
9)Felsefe /Prof. Dr. Ahmet Arslan, İnkılâp Yay. İstanbul, 2006
10)Türk Edebiyatı Aylık Fikir ve Sanat Dergisi, 444. Sayı , “ Mehmet’e Göre Nazım” Röportajı
11)Sofinin Dünyası, JosteinGaarder, Pan yay.
12)Sokratesh’in Karısı, Gerald Mesadie, Doğan Kitap, 2. baskı
13)Bu Ülke, Cemil Meriç, İletişim Yay. İstanbul,2006
14)Bir Adam Yaratmak, Necip Fazıl Kısakürek, Büyük Doğu Yay. İstanbul, 2010