Dindarlar M. Kemal’i sevmez ve sevemezler

Dindarlar M. Kemal’i sevmez ve sevemezler

Hüseyin Yılmaz'ın yazısı

Hüseyin Yılmaz'ın yazısı:

Gül, Atatürk ve Koruma Kanûnu!

Cebir ve yasak, hürriyetlerin kol ve kanatlarını kırar; yaralı bir hayvan gibi kayalıklara prangalar insanı. Devletlerin kanûn kılıfı giymiş müstebid pençesi, adâlet adı altında çoğu zaman zulüm devşirir. İnsanlık târihi müstebid devletlerin hukûk adına işledikleri cinâyetler târihidir aynı zamanda. Dolayısıyla devletten gelen her icraata kayıtsız şartsız teslim olunamaz. Karşı mücâdeleler devletlerin de ıslahını netice verir. Hak ve hürriyetler mücadelesi, demokrasi arayışları hep bu kabildendir.

Türkiye, târihî kökleri itibariyle devlet istibdâdının kahrını en derin, en acı şekillerde yaşamış bir ülke. Sultan Abdulhamid’le Padişahlar arasında zirvesini bulan istibdâd, İttihad ve Terakkî Cuntasının idâre yıllarında şaşırtıcı ve dehşetli bir irtifa kazanır. Yazık ve hazîndir ki, Cumhuriyeti kuranlar da İttihad ve Tarkki’nin bakayası idiler ve onun mirasına angaje olmuşlardı.

En tartışmasız ve en şüphesiz şekliyle kabul görmüş unvanlarının da şehâdetiyle “Tek adam” ve “Milli Şef”lerin idâresi son sözde tek kişi irâdesiydi... Batı dayatma ve telkinlerinin rehberliğinde gerçekleştirilen inkılâbların dehşetli herc-ü mercinde işlenen hukuk cinâyetleri, insanlık hukuk târihinin yüz karasıdırlar. İstiklâl Mahkemeleri denilen şenaat sehpalarında insan ruh ve haysiyeti insafsızca çiğnenmiş; zulüm, adâlet adıyla bayraklaştırılmış ve memleketin en güzide evlatlarının hayatlarına derme çatma darağaçlarında son verilmiştir.

Hiç şüphesiz inkılaplardan en çok rahatsız olanlar, en çok dindar olanlardı. Zirâ, İnkılâbların hedefinde birinci sıra suçlu olarak bütün müessese ve müştemilatıyla din vardı... Bu hüküm, ne yeni bir ifşaat, ne büyük bir sır, ne de haksız bir suçlamadır... Bir parça bu ülkenin yakın geçmişine eğilecek her insanı bütün çıplaklık ve vuzuhuyla bu hakikat karşılar.

Bu hulâsa sebeplere istinadladır ki, dindarlar M. Kemal’i sevmez ve sevemezler... Ne var ki, bir asırda devlet icbarı ile yerleştirilen hâkimiyetin yaşatmakta olduğu bir korku mevcut. M. Kemal, dünyanın hiçbir ülkesinde benzeri olmayan bir kanûnla bütün tartışmaların dışına çıkarılmış, en ufak tenkid, en ufak îmâ sebeb-i ceza addedilmiştir... Bu memleketin altmış küsur yılını cehenneme çevirip hebâ ettiren darbelerin de yegâne istinadıdır M. Kemal ve İnkılâbları...

Bunları zikretmemin sebebi Cumhurbaşkanı Gül’ün 10 Kasım’da sahne alıp muhtelif zeminlerde asırlık devlet ideolojisi istikametinde Atatürk-ü medh-ü senâ ile yad ettikten sonra düşüncelerini, “Atatürk’ü anmak yetmez, anlamak lazım!” diye tuğralamasıdır.

Melih Aşık, haklı olarak Gül’ü hedef alıp “Atatürk’ü anladı mı?” başlıklı bir makale kaleme almış. Gül’ün Atatürk’e bakışını kısa bir tenkidden geçiren Aşık, bahsi bir hüküm ve bir sualle noktalıyor:

“Cumhurbaşkanı açık şekilde bir Cumhuriyet mirası olan Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu’nu yozlaştırmak, özünden uzaklaştırmak çabası içindedir... Bu mudur Atatürk’ü anlamak?”

İki gün önce de “27 Nisan E Muhtırası”nın Muhtıra olduğunu ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerini hedef aldığını izah etmek için dil döken Nazlı Ilıcak şu tesbitte bulunmuştu:

“Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk'ün, 'Ne mutlu Türküm diyene!' anlayısına karsı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti'nin düsmanıdır ve öyle kalacaktır. Türk Silâhlı Kuvvetleri, bu niteliklerin korunması için kendisine kanunlarla verilmis olan açık görevleri eksiksiz yerine getirme konusundaki sarsılmaz kararlılıgını muhafaza etmektedir ve bu kararlılıga olan baglılıgı ile inancı kesindir."Burada Büyükanıt Abdullah Gül'ü hedef alıyor. Gül, 19 Aralık 1992'de, Ankara'da düzenlenen, Türkiye'de Gönüllü Kültür Tesekkülleri 3. Istisare toplantısında "Ne mutlu Türküm diyene lâfını tutup her yere yaza yaza aslında Türkiye ilkel bir hale dönmüstür" demisti. 27 Nisan e-muhtırasında, Yasar Büyükanıt'ın, cumhurbaskanlıgına aday olan Gül'ü kastettigi ortada. Yoksa neden öyle bir cümle birdenbire metnin içinde yer alsın?”

Dindar ve muhafazakar olduğu bedihi olan ve Cumhur Başkanlığına kadar yükselmiş bir devlet adamının bile bütün geçmiş düşünceleri ile şu veya bu seviyede tezad teşkil eden beyanlarda bulunmak mecburiyetinde kalması demokratik bir ülke için elîm ve düşündürücüdür. Cumhurbaşkanı Gül, ağzı ile kuş tutsa, baş ucundan Kur’an’ı kaldırıp yerine bütün baskılarıyla Nutuk’u koysa gerçek ve samimî bir avuç Atatürkçü’nün nazarında yeri değişmeyecektir. O zaman bu beyanlara ne gerek var, bu oyunu sonsuzluğa kadar oynamak kaderî bir mahkumiyet midir?

Koruma Kanûnu denen hukûk ucubesini kaldırmak hem hayâlâttan sıyrılmış bir M. Kemal’i olduğu gibi tanımamıza yardımcı olacak, hem devleti bu eşsiz hukûk ayıbından kurtaracak, hem de düşünen kafaların hürriyeti iade edilmiş olacaktır. Üstelik olmadığı şekillerde gösterilmek suretiyle M. Kemal’e de haksızlık edilmemiş olacaktır… Ömrünü dinî hayatı bastırmaya adamış, içki başta olmak üzere her nehyin kapısını aralamış olan bir insanı dindar gösterme zavallılıklarının da sonunu getirecektir.

hyilmaz.net