Abdulkadir MENEK

Abdulkadir MENEK

Dergâhtan Meçhule

Aziz Üstadım.

Vefat haberinizi alan Türkiye’nin her tarafından talebeleriniz cenaze merasimine iştirak ederek, size karşı görevlerini yerine getirmek istiyorlardı.

Bu maksatla telgraf ve telefonlarla talepte bulunuyor, cenazenin biraz bekletilmesini istiyorlardı.

Bunun üzerine talebeleriniz istişare ederek, cenazenin Cuma namazının ardından kaldırılmasına karar verdiler.

Mübarek naaşınız Dergâh’ta yıkanıp oraya defnedileceği için, çok büyük bir kalabalığın eşliğinde İpek Palas Oteli’nden alınarak eller üstünde yola çıkarıldı.

Havada ve cenazenin etrafında uçuşan ve bugüne kadar Urfa’da şahit olunmamış muhtelif renklerde ve büyüklükte binlerce kuşun refakatinde ve hafif bir yağmur eşliğinde mübarek cenazeniz Dergâh’a getirildi.

Urfa, bugüne kadar şahit olamadığı bir kalabalığa sahne olmuştu.

İnsanlar akın akın Urfa’ya gelmeye devam ediyorlardı.

Mübarek Naaşınız, Cizreli Şeyh Seyda Hazretlerinin Halifelerinden ve büyük bir âlim olan Seyda Abdulhamid Efendi tarafından Dergâh’ta yıkanmış ve talebeleriniz Zübeyir, Bayram, Hüsnü, Abdullah ve Hulusi Efendi’lerde hazır bulunarak yardım etmişlerdi.

Daha sonra tabutunuz Ulu Cami’ye götürüldü.

Her tarafta, her köşede talebeleriniz ve sevenleriniz tarafından hatimler, dualar ve Kur’anlar okunuyordu.

Bu durum, defin işlemi tamamlanıncaya kadar fasılasız devam etti.

Urfa’da bütün dükkânlar kapanmış ve herkes bu büyük manevi merasime iştirak etmek için bir şeyler yapmanın telaşı içine girmişti.

Urfa’lılar size bütün varlıkları ile sahip çıkmışlardı.

Urfa’ya gelen insan akını, ardı arkası kesilmeden her geçen saat daha da artıyordu.

Bu durum ilgilileri telaşlandırmaya başlamıştı.

Vali Şerafettin Atak, ilgililerle bir toplantı yapmış ve herhangi bir olayın önüne geçmek için ani bir kararla, cenazenin Perşembe günü İkindi namazından sonra kaldırılmasına karar vermişlerdi.

Bu karar, Belediye hoparlöründen de ilan edilmiş ve talebelerinize durum bildirilmişti.

Yapacak bir şey yoktu.

Urfa adeta bir mahşer meydanına dönmüştü.

Perşembe Günü İkindi namazının ardından kılınan Cenaze namazından sonra, mübarek naaşınızın, Ulu Cami’nin yakınında bulunan Dergâh’a getirilmesi, izdiham yüzünden birkaç saat sürmüştü.

Cenaze namazınıza Vali, Belediye Başkanı, asker, polis ve çok sayıda resmi görevliler ile birlikte mahşeri bir kalabalık iştirak etmişti.

Aynı zamanlarda Midyat’ta bir başka cenaze namazı kılınıyordu.

Dostunuz, farklı vesilelerle defalarca haberleştiğiniz Cizreli büyük âlimlerden ve meşayih-i Ekrat’tan Şeyh Seyda Hazretleri, Urfa’ya geldiğinizi haber alınca bazı müridleri ile birlikte sizi ziyaret maksadıyla yola çıkmıştı.

Fakat bu sıralarda Urfa’da çok büyük izdiham yaşanması nedeniyle yollar kapatılmış ve Urfa’ya girişler kontrol altına alınmıştı.

Şeyh Seyda Hazretleri de yola devam edememiş ve Midyat’ta bulunduğu bir sırada vefat haberinizi almıştı.

Bunun üzerine Midyat’ta Şeyh Seyda Hazretleri tarafından çok büyük bir kalabalığın iştirak ettiği gıyabi bir cenaze namazı kılınmış ve mübarek ruhunuza dualar, Fatihalar ve hatm-i Kur’anlar gönderilmişti.

Dergâh’ta hazırlanan mezarınıza, yakın talebeleriniz Zübeyir, Bayram, Abdullah, Hüsnü, Hulusi, Mehmet Kayalar ve diğerlerinin işbirliği ile konuldunuz.

Defin işleminin ardından, talebeleriniz sıra ile mezarınızda nöbet tutmaya ve Kur’an okumaya başladılar.

Bu nöbetlerden ilki kahraman talebeniz Mehmet Kayalar’a düşmüştü.

Kalabalığın dağılmasının ardından birden bire kendinden geçer gibi bir vaziyete girmiş ve Münker ve Nekir ile muhaverenizi temaşa etmeye başlamıştı.

Sual meleklerinin ‘’Men Rabbüke’’ sualine bir anda Risale-i Nur’un bütün hakikatleri ile cevap vermiş ve büyük bir hüsn-ü tesir bırakmıştınız.

Bu cevabınız karşısında Melekler âlemi alkış tufanına başlamış ve bu hakikatleri tam bir sürur ve heyecanla tasdik etmişlerdi efendim.

Mezarınız büyük bir ziyaretçi trafiğine sahne oluyordu.

Her gün binlerce kişi ziyaret ediyor, mübarek ruhunuza dua ve Fatihalar gönderiyorlardı.

Oysa sizin bir vasiyetiniz vardı.

Mezarınızın Hz. Ali’nin (ra) mezarı gibi gizli kalmasını istemiştiniz.

Nasıl olsa, okunan dua ve Fatihalar zaman ve mekanla kayıtlı değildi.

Meseleyi yakından bilenler ve yakın talebeleriniz bu meseleyi gerçekten merak ediyorlardı.

Sizin talebinizin yerine geleceğinden zerre kadar şüpheleri yoktu.

Fakat bu nasıl olacaktı?

Bu sıralarda ülke, baştan başa büyük bir kaos ve kargaşanın ortasına sürüklenmeye devam ediyordu.

Bunu da ne yazık ki, milletin verdiği görevleri yerine getirmeyip, silahını millete çeviren,  ihtilalci ve habis bir zihniyetin temsilcileri yapıyordu.

Milletin ve milletin seçtiklerinin emrinde olması gerekenler, milletin değerleri ile bir türlü barışmak istemediler.

Milleti ve milletin içinden çıkıp gelenleri hep küçük gördüler.

Başbakan Adnan Menderes’in yoğun gayretleri ile aslına çevrilerek okunmaya başlanan Ezan-ı Muhammedi (ASV), bu karanlık zihniyet mensuplarını çok rahatsız etmişti.

Onların suratına adeta bir şamar gibi inmişti.

Oysa bu millet İstiklal Savaşı’nda varını yoğunu bu değerler için feda etmemiş miydi?

Körpecik evlatlarını, daha bıyığı yeni terlemiş genç çocuklarını manevi değerler için cephelere göndermemiş miydi?

Fakat ne yazık ki, devlete çok farklı ve milletin değerlerine yabancı ve düşman bir zihniyet egemen olmuştu.

İşte bu zihniyet, milletin seçtiği ve milletin değerlerine saygı gösteren ve bağlı olan idarecilere de tahammül edemiyorlardı.

Menderes’i de hiç sevmemişlerdi.

Sizin vefatınızdan iki ay sonra bir sabah, kâbus gibi milletin tepesine çöktüler.

Milletin inanç ve değerlerine tamamen düşman olan bir zihniyet, milletin helal oyu ile iktidara gelen vatan evlatlarını bir bir gözaltına almaya başladılar.

Sonra onları topluca Yassıada’ya gönderdiler.

Vatan evlatlarına her türlü hakaret, zulüm, aşağılama ve işkenceleri sadistçe bir zevkle kahkahalar eşliğinde reva gördüler.

Ardından sıra size geldi.

Siz vefat etmiştiniz.

Fakat mezarınızdan bile korktular.

Silah zoruyla iktidara gelenler, milletin teveccühünden hep rahatsız olmuşlardır.

Konya’da bulunan kardeşiniz Abdulmecid Nursi’yi Valiliğe götürdüler ve orada isteği haricinde bir belge imzalattılar.

Yani kendilerine göre her şeyi kanunlara uygun şekilde yapıyorlardı.

Bir uçak görevlendirdiler ve Urfa’ya gönderdiler.

Sokağa çıkma yasağı ilan ettiler.

Korkaklar ve hırsızlar gibi bir gece yarısı, askerlerin eline balyozlar ve kazmalar vererek mezarınıza saldırdılar.

Nebbaş olarak uğursuz bir lekeyi, dünya durdukça kapkara yüzlerinde taşımayı hak ettiler.

Sizi mezardan çıkardılar ve getirdikleri uçağa bindirdiler.

Hayatta iken size asla rahat vermeyenler, sizi takip ve taciz eden menhus zihniyet mensupları, mezarınızı gece karanlığında, korkaklar gibi sürgüne göndermeye utanmadılar.

Mezarınızı sürgüne göndermekle her şey biter sandılar.

‘’Oysa her şeyi maddede arayanların akılları gözlerinde idi ve göz ise maneviyatta kördü.’’

Bütün dünyayı aydınlatacak bir nuru söndürmeye bunların gücü yeter miydi?

Hele aydınlıktan korkan bu yarasa tabiatlı şahısların, böyle bir neticeye ulaşmaları mümkün değildi.

Onlar küçüldükçe ve kayboldukça, Nur yayılmaya ve daha çok aydınlatmaya devam edecekti.

Allah’ın vaadi önünde kim durabilir ki…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum