Dediler ki: Bu âyetler evvelkilerin masallarıdır!

Dediler ki: Bu âyetler evvelkilerin masallarıdır!

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Furkan Sûresi 3-6. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor

3 . (Kâfirler) O’nu bırakıp da hiçbir şey yaratamayan, bil‘akis kendileri yaratılmış olan, kendileri için ne bir zarara ne de bir faydaya sâhib olan ve (kendiliklerinden) ne ölüme, ne hayâta, ne de (öldükten sonra) dirilmeye mâlik olan birtakım ilâhlar edindiler.

4 . İnkâr edenler dedi ki: “Bu (Kur’ân), onun (Muhammed’in) uydurduğu bir yalandan başka bir şey değildir; bu hususda ona başka bir topluluk da yardım etmiştir.” (*) Böylece (onlar), gerçekten zulüm ve yalanla geldiler.

5 . Ve dediler ki: “(Bu âyetler) evvelkilerin masallarıdır; onları (başkasına) yazdırmış da sabah akşam onlar kendisine okunuyor.”

6 . (Ey Resûlüm!) De ki: “Onu, göklerde ve yerdeki sırrı (gizlilikleri) bilen (Allah) indirmiştir. (**) Şübhesiz ki O, Gafûr (çok bağışlayan)dır, Rahîm (çok merhamet eden)dir.”

(*) “Dindar bir adam, din muhabbeti için: ‘Hak böyledir, hakîkat budur, Allah’ın emri böyledir’ der. Yoksa, Allah’ı kendi keyfine konuşturmaz. Hadsiz derece haddinden tecâvüz edip (aşıp), Allah’ın taklîdini yapıp, O’nun yerinde konuşmaz.” (Mektûbât, 26. Mektûb, 112)

“Birbirine yakın zâtlar birbirini taklîd edebilirler. Bir cinsten olanlar, birbirinin sûretine girebilirler. Mertebece birbirine yakın olanlar, birbirinin makamlarını taklîd edebilirler. Muvakkaten (geçici olarak) insanları iğfâl ederler (aldatabilirler), fakat dâimî iğfâl edemezler. Çünki ehl-i dikkat nazarında alâ külli hâl (her hâl ü kârda) etvâr ve ahvâli (tavırları ve hâlleri) içindeki tasannuâtlar ve tekellüfâtlar (yapmacık ve zoraki hareketler) sahtekârlığını gösterecek, hîlesi devâm etmeyecek. Eğer sahtekârlıkla taklîde çalışan; ötekinden gāyet uzaksa, meselâ âdî bir adam, İbn-i Sînâ gibi bir dâhîyi ilimde taklîd etmek istese ve bir çoban bir pâdişâhın vaziyetini takınsa, elbette hiç kimseyi aldatamayacak. Belki kendi maskara olacak. Her bir hâli bağıracak ki, bu sahtekârdır.” (Sözler, 15. Söz, 53)

(**) “İslâmiyet ve şeriat, öyle bir tarzda muhît (kuşatıcı) ve mükemmeldir ve öyle bir sûrette kâinâtı kendiyle berâber ta‘rîf eder ki, onun mâhiyetine (ne olduğuna) dikkat eden elbette anlar ki: O din, bu güzel kâinâtı yapan Zât’ın, o kâinâtı kendiyle berâber ta‘rîf edecek bir beyannâmesidir ve bir ta‘rifesidir.

Nasılki bir sarayın ustası, o saraya münâsib bir ta‘rife yapar. Kendini vasıflarıyla göstermek için, bir ta‘rife kaleme alır; öyle de, din ve şeriat-ı Muhammediyede (ASM) öyle bir ihâta (kuşatıcılık), bir ulviyet (yücelik), bir hakkāniyet (haklılık) görünüyor ki, kâinâtı halk (yaratan) ve tedbîr edenin kaleminden çıktığını gösterir. Ve o kâinâtı güzelce tanzîm eden kim ise, şu dîni güzelce tanzîm eden yine odur.” (Zülfikār, 19. Mektûb, 92)