Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın anlattığı Hülagu'ya Said Nursi 'üç Deccaldan biri' diyor

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın anlattığı Hülagu'ya Said Nursi 'üç Deccaldan biri' diyor

Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur'da Hülagu'yu nasıl anlatıyor?

Risale Haber-Haber Merkezi

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, son konuşmalarında sık sık Cengiz Han’ın torunu Hülagu ile Kadıhan arasında Bağdat’ın ele geçirilmesi sırasında yaşanan rivayeti anlatıyor.

Hak İşçi Sendikaları (HAK-İŞ) Konfederasyonu 14. Olağan Genel Kurulu’nda konuşan Erdoğan, rivayet ile bugüne dersler çıkarılması gerektiğini ifade ediyor. 

Hülagu kimdir?

Cengiz Han’ın torunu olan Hülâgu, tarihte zulüm ve katliamın sembolü olarak tanınır. 1217 yılında doğdu. Genç yaşta Moğol ordusunda komutan oldu. İsmâilîlerin ortadan kaldırılması, Abbâsî Halifesinin itaat altına alınması ve Mısır ile Suriye’nin zaptı görevleri verildi. Bu görevleri başarıyla yerine getiren Hülâgu, kuşattığı şehirleri tahrip ederken halkı da kılıçtan geçirmiştir. Bağdat’ı işgal etmiş ve Abbâsî Halifeliğine son vermiştir. Bağdat’ın işgali ve Abbâsî Halifeliğinin sona ermesi İslâm tarihi ve medeniyeti açısından bir dönüm noktası olmuştur. Burada tarihte eşine az rastlanır bir katliam yapılmış, cesetlerden yayılan kokular, Hülâgu’yu dahi şehirden uzaklaşmak zorunda bırakmıştır. Cami ve kütüphaneler tahrip edilmiş, kitaplar Dicle nehrine atılmış, nehir günlerce mürekkep renginde akmıştır. Bu tarihten itibaren İslâm medeniyeti duraklamaya başlamıştır. Urfa, Harran, Halep ve Antakya’yı da ele geçirmiştir. Budist inancına sahip olan Hülâgu, 1265 yılında kırk sekiz yaşında iken ölmüştür.

Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur'da Hülagu'yu nasıl anlatıyor?

Risâle-i Nur’da genellikle dedesi ile birlikte isimleri anılmakta ve "ulûm-u İslâmiyeyi mahvetmek niyetiyle kütüphaneleri Dicle ve Fırat nehrine atan Hülâgû…", "Cengiz ve Hülâgû fitnesi…" gibi ifadeler kullanılmaktadır.

İslam dünyası için bir dönüm noktası teşkil eden Moğol istilasına dair ayet ve hadislerde önemli işaretler yer almaktadır. Kur’an-ı Kerim’in 113. Suresi olan Felak suresini tevil ve tefsir eden Bediüzzaman, bu surede hem günümüze hem de Moğol istilası ile Abbasilerin uğradığı felaketlere işaretlerin olduğunu beyan etmektedir. Bediüzzaman’a göre Felak Suresi’nde geçen "min şerri" kelimesi, İslamlarca en dehşetli olan "Cengiz ve Hülâgu fitnesinin ve Abbâsî Devletinin inkıraz zamanının asrına dört defa mânâ-yı işârî ile ve makam-ı cifrî ile bakar ve parmak basar." (Şuâlar, s. 241)

Saltanat Deccal eline geçecek

Risale-i Nur'da Moğol felaketine temas eden hadisler de mevcuttur. Aynı zamanda İslam Aleminde birden fazla deccalin geleceğinin de işareti sayılan bir Hadis-i Şerif’te; "Uzun zaman hilâfet-i Abbâsiye devam edecek, sonra o saltanat Deccal eline geçecek" (Şuâlar, s. 348) denilmektedir. Böylece beş yüz yıl devam eden Abbasi Halifeliğinin deccalin eline geçeceği bildirilmekte, aynı zamanda, İslam dünyası için Hülâgû ve Moğolların oluşturduğu büyük tehlikeye açık bir şekilde işaret edilmektedir. Böylece yaptığı büyük katliam ve tahribattan ötürü Hülâgû 'deccal’ olarak tavsif edilmektedir.

Üç deccaldan birisi 

Bir başka Hadis-i Şerif’te; "Benim amcam, pederimin kardeşi Abbas’ın veledinde hilâfet-i İslâmiyedevam edecek. Tâ Deccala, o hilâfeti, yani saltanat-ı hilâfet, deccalın muhrip eline geçecek" (Şuâlar, s. 434) denilmektedir. Bu hadis; Abbasi Devleti’nin kuruluşuna gaybi bir tarzda işaret etmektedir. Bediüzzaman bunu, "uzun zaman, beş yüz sene kadar hilâfet-i Abbasiye vücuda gelecek, devam edecek. Sonra Cengiz, Hülâgû denilen üç deccaldan birisi o saltanat-ı hilâfeti mahvedecek, deccalane İslâm içinde hükûmet sürecek. Demek İslâm içinde, müteaddit hadislerde, üç deccal geleceğine zâhir bir delildir" demek suretiyle yorumladıktan sonra Peygamber Efendimizin (asm) iki mucizesinin bu hadise ile gerçekleştiğini belirtmektedir. Abbasi Devletinin kurulup beş yüz sene sürmesi, zalim ve tahripkar Hülâgû eliyle son bulması. (Şuâlar, s. 434)

Risâle-i Nur’da kütüphanelerin tahrip edilip kitapların Dicle ve Fırat nehirlerine atılmasına da temas edilmektedir. Hülâgû’dan, İslam ilimlerini mahvetmek gayesiyle kütüphaneleri Dicle ve Fırat nehirlerine atan, İslam ilimlerine perde çeken şakî olarak söz edilmekte ve konu ile ilgili ayetlerin işaretinden örnekler verilmektedir. (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 141-95)

Erdoğan'ın anlattığı Hülagü Han ve Kadıhan hikayesi

Zalimliği ile meşhur Moğol hükümdarı Hülagü Han 1258 senesinde Bağdat’ı yakıp yıkar. 400 binden fazla Müslümanı kılıçtan geçirir. Camiler, medreseler yerle bir edilir. Milyonlarca dini ve ilmi eser Dicle Nehrine atılır. Nehir günlerce kan ve mürekkep akar.

Hülagü Han, şehrin dışına kurduğu karargahtan haber gönderip o beldenin en büyük alimi ile görüşmek istediğini bildirir. Ancak kimse görüşmek istemez. Çünkü, işin içinde kelleyi kaptırmak da vardır.

Bu haber zamanın genç alimlerinden Kadıhan Hazretleri’ne ulaştığında, “Ben gidip görüşürüm” der. Herkes “bir kurban bulundu” diye rahatlar.

Kadıhan Hazretleri daha tıfıl bir gençtir. Doğru dürüst sakalı bile yoktur. Ufak tefek bir cüsseye sahiptir. Görüşmeye giderken kendisine; bir deve, bir keçi bir de horoz verilmesini ister. Bunlar hemen tedarik edilir.

Kadıhan bu hayvanlarla Hülagu’nun çadırına vardığında, onları dışarıda bırakıp içeri girer. Kendisini takdim ederler. “İstediğiniz Müslüman âlim bu” derler.

Hülagü Han, genci şöyle tepeden tırnağa bir süzer! Beklediği bir tip olmadığı için çok şaşırır ve “Başka birini bulamadılar mı?” diye sorar. Kadıhan hazretleri, böyle bir tepkiyle karşılaşacağını bildiği için, Hülagü’nun sorusunu şöyle cevaplandırır:

"Sen görüşmek için, iri yarı boylu poslu birini istiyorsan, devemi getirdim. Yok, yaşlı sakallı biri ile görüşmek istiyorsan, bir keçi getirdim. Yok, sesi gür biri ile görüşmek istiyorsan, horoz getirdim. Üçü de çadırın önünde, onlarla görüşebilirsin!

Hülagü Han, karşısındakinin sıradan biri olmadığını anlar:

"Sen şöyle otur bakalım, deyip yer gösterir. Hemen arkasından ilk sorusunu sorar:
"Söyle bakalım! Beni buraya getiren sebep nedir?

Kadıhan bu soruya şöyle cevap verir:

"Seni buraya bizim amellerimiz getirdi. Nimetlerin kıymetini bilemedik. Esas gayemizi unutup makam, mevki, mal mülk peşine düştük, zevke sefaya daldık. Cenab-ı Hak da verdiği bu nimeti almak üzere seni gönderdi.

İkinci sorusunu sorar:
-Peki beni buradan kim gönderebilir?

"O da bize bağlı, benliğimize dönüp ne kadar kısa zamanda toparlanıp, nimetin kıymetini bilir, zevk sefadan, israftan, zulümden, birbirimizle uğraşmaktan vazgeçersek işte o zaman sen burada duramazsın!

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum