Coşardı Ravzâ’nın revakında

Coşardı Ravzâ’nın revakında

Bahri Yağmur'un şiiri...

Kadir’in Senan’ı
 

Ben Kadir’in Sen’an’ıyam
Hikayem yürekler dağlar:
Evvel şeyh oğlu şeyh idim
Bin can uçururdu ruhum
Rahmân’ın bağlarına.
Yüz bin mürid el bağlar 
Coşardı Ravzâ’nın revakında.
Eteklerim, Cennet kokusu saçardı
Ellerim, hidayet nûru.
Tam “pes” diyecekken nefis
Alıp beni kıskacına
Öyle bir sıktı ki
Kırıldı kolum, kanadım,
Âh ü zârım tâ Arş’ta yankılandı.

Yâ Râb!
Yıldızlar ülkesinden düşüp
Magmalarda kavrulmak gibi bir şeydi bu
Yahut yasak meyveyi yiyip
Cennet’ten aşağılara savrulmak...

Ne demlerdi onlar
O ceylan yürüyüşlü,
Kartal bakışlı,
Her biri cihâna bedel
Alp eren yiğitler
Rum diyarlarına
Birer birer salınır da
Muhammedî nağmeler üflerdi
Körpecik ruhlara.

Ve
Ellerimle büyüttüğüm nadide çiçeğim
Kadir’im,
Ömrümün iklimi
Gözümün hadekası…
Başkaydı o, bambaşka.

Hatırlarım tekkeye ilk gelişini dün gibi
Yüzü, alnındaki sarıktan akçaydı.
Tubalar renk verirken
Kadir boy atardı.

Öyle palazlanırdı ki
Mâneviyât âlemlerinde
Seyrânı şimşekler hızı.
Halini gören, işiten
El dişleyip kanın yalardı.

Marifet onda
İlim onda
Aşk onda
Şevk onda
Gayret onda
“Lâ ilâle illallah berâber mizenend birer şey”
Yıldızlar tesbihinin  nûrdan taneleri
Gözleri birer mâh-ı tâbân.

Hey Abdülkadir’im!
İsrafil’in (AS) heykeli
Göz bebeklerinden geçer de
Belli etmezdin “niceliğini”.
Kaç arkadaş, kaç yoldaş edindin de
Enbiyâdan , asfiyadan
Bir kez olsun aşikâr etmedin.

Ya ben!
Uyup bir Urum kızına
Koyar mıydım sizi başsız, gözdesiz?
İçer miydim şarabı,
Yakar mıydım nârı
Eder miydim zinâyı?

“Be hey iki gözüm akı Kadir’im!
Dün padişah iken şimdi gedâyam
Sultanken âlâ makamda
Şimdi el mi açam?
Avuçlarıma düşen
Gözüm yaşı değil
Günah artuğu,
Oruç savruğu değil ağzımdaki
Lâşe şarap ağusu.”

Medet Sultanü’l evliya!
Medet Şâh-ı velâyet!
Rasûl gözdesi medet!

Koma beni, benle beraber
Bir nazar kıl
Tek şeyh demeyeler de bana
Tekkemin ümmî bir “Kıtmîr”i olarak kalam.