Büyük estetikçi Bediüzzaman

Bediüzzaman, Osmanlı imparatorlukken doğdu, çocukluğunda ve daha sonraki yıllarda Osmanlı eğitiminin odağı olan medreselerde yetişti ama o nereden geldiyse geleneksel eğitimi tamamlamakla birlikte daha sonra batının dünyamıza kattığı ilimleri de öğrendi. Psikoloji, biyoloji, anatomi, tıp, fizik ve daha niceleri. O anladı ki eski ile yeninin bir mantık denetiminde izdivacı ve imtizacı gerekli. Nereden bu harika sentez fikri geldiyse eğitimin arkasından yazdığı eserlerde bu sentezi örneklerle hayata geçirdi. Anatomi ve fizyolojiden insanın yaratılmasının güzellik gayeli olduğunu anlattı. Bediüzzaman’ın kafasındaki ve örnekleriyle uyguladığı eserlerinin düzeyinde bir sentez ne yazık ki bugün hala gerçekleştirilemedi.

“Sani-i Hakim bedeni insanı gayet muntazam bir şehir hükmünde halketmiştir. Damarların bir kısmı telgraf ve telefon vazifesini görür, bir kısmı da çeşmelerin boruları hükmünde ab-ı hayat olan kanın cevelanına medardırlar. Kan ise içinde iki kısım küreyvat halkedilmiş. Bir kısmı kürevyat-ı hamra (alyuvar) tabir edilir ki, bedenin hüceyrelerine erzak dağıtıyor ve bir kanun–ı ilahi ile hüceyrelere erzak yetiştiriyor. (Tüccar ve erzak memurları gibi.) Diğer kısmı ise küreyvat-ı beyzadırlar ki (akyuvar) ötekilere nisbeten ekaliyettedirler. Vazifeleri hastalık gibi düşmanlara karşı asker gibi müdafadır ki ne vakit müdafaya girseler Mevlevi gibi iki hareket-i devriye ile süratli bir vaziyet-i acibe alırlar.” (Sözler, 557)

Daha sonra bu haşiyede kanın yapısını anlatır. Arkasından teneffüs ettiğimiz havanın insan vücudu ile ünsiyetini anlatır. Tıp da, fizyoloji de, ne dersen de bu Garibüzzaman bu kadar korkunç bir sentezi ve kainatla, insanla, hava ile bedenin hareketleri ile Allah’ın varlığını anlatıyor. 1930’larda yazılmış bu metin bir manifestodur ilme. Aradan neredeyse yüz yıl geçmiş, geldiğimiz nokta nedir? Her gün ağlıyoruz yolun ortasına konmuş büyük bir taş, bu taştan nasıl kurtulalım arkadaş diyoruz.

Ünlü bir heykeltraş insan ölülerinin vücudunu teşrih eder ve yapının estetiğini anlatır. Bediüzzaman da teşrih-i bedeni insanı dediği ilim gereği insanın yaratılışının gayesinin güzellik olduğunu söyler. Dünyanın yaratılışı ile insanın yaratılışı arasında maksadın güzellik olduğunu Onyedinci Sözde izah eder. O söz büyük bir estetik sözdür, doğum ile ölüm, neşe ile hüznü birlikte anlatır. Çünkü yaratılış bunun ile kurgulanmış, bahar, neşe ve şetaret, sonbahar ve kış hüzün ve ayrılık.

Sözün girişi ilimle dinin, güzellik ile yaratılışın olağanüstü birlikteliğidir.

“Halık-ı Rahim ve Rezzak-ı Kerim ve Sani-i Hakim şu dünyayı alem-i ervah ve ruhaniyat için bir bayram, bir şehrayin suretinde yapıp bütün esmasının garaib-i nukuşuyla süslendirip küçük büyük, ulvi süfli herbir ruha ona münasip ve o bayramdaki arı ayrı hesapsız mehasin ehasin ve inamattan istifade etmeğe muvafık ve havas ile mücehhez bir ceset giydirir, bir vücud-ı cismani verir bir defa o temaşagaha gönderir.”

Dünyayı güzelliklerle yapmış, sonra insanı o güzellikleri anlayacak şekilde donatmış. Estetik ve hilkat uyumu bu işte beşeri estetik tablo ile heykel ile, resim ile kendine kendi güzelliğine tapmayı sanat telakki etmiş ama asıl güzellikleri hala görmedi. Tıp ile estetiği anlatan Bediüzzaman lahuti insanı göremeyen ilim, insan ile alem arasındaki yaratılış estetiğini göremeyen ilim geldiğimiz nokta burası. Göz kainata bakması gerekirken kendinden koparmıştır “estetik şirk.”

On Sekizinci Sözde yine Kur’an’daki estetik ayetlerin en cami manalısını seçer. “Ahsene külle şey'in halekah(u). (Secde suresi 7. ayet), her şey en güzel surette yaratılmıştır.” Beşeri estetik, deneme-yanılma yoluyla güzeli araştırma ile bulur ama Allah ibda sahibidir. İlk yaratış en mükemmel yaratış çünkü zamanın kıyamete kadarki boyutunu görür, yarattığını bütün zamanların yanlış yorumlamasına engel olur. Yaratılış ve güzellik ezeli ve ebedi bir zamana göre kurgulanmıştır.

“Ahsene külle şey'in halekah(u), ayetinin bir sırrını izah eder, şöyle ki herşeyde hatta en çirkin görünen şeylerde hakiki bir hüsün ciheti vardır. Evet kainattaki herşey her hadise ya bizzat güzeldir, ona hüsnü bizzat denilir. Bir kısım hadiseler var ki, zahiri çirkin müşevveştir. Fakat o zahiri perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var.”

Devamında uygulamalı estetik dersi verir.

“Bahar mevsiminde fırtınalı yağmur, çamurlu toprak perdesi altında nihayetsiz güzel çiçek ve muntazam nebatatın tebessümleri saklanmış ve güz mevsiminin haşin tahribatı hazin firak perdeleri arkasında tecelliyat-ı Celal-i Sübhaniyenin mazharı olan kış hadiselerinin tazyikinden ve tazibinden muhafaza etmek için nazdar çiçeklerin dostları olan nazenin hayvancıkları vazife-i hayattan terhis etmekle beraber, o kış perdesi altında nazenin taze güzel bir bahara yer izhar etmektir.”

Her kelime ne kadar yerinde kullanılmış. Fırtınalı yağmur, çamurlu toprak perdesi, nihayetsiz güzel çiçek. Ne demek nihayetsiz güzel? Ne kadar bakmış çiçeklere.

Peygamberimiz (asm) çiçekleri öper, “sen Allah’ın şevketisin” dermiş. Bir büyük adam ölürken çiçek istemiş. “Çiçek Allah’ın perdeler arkasından gülüşü”, öyle diyor bir batılı. Haşin tahribat, hazin firak, Tecelliyat-ı Celal-i Sübhaniye, mahzun nazdar çiçekler… Çiçeğe verdiği sıfata bak; nazdar. Onun için sevdiklerimize “çiçeğim, gülüm” deriz, nazdar ya. Nazenin hayvancıklar nazdar çiçeklerin dostları, cümleye, imaja bak. Allah’ım bu ne kadar bakmasını, görmesini, ifade etmesini bilen, yerli yerinde kelimeler kullanan azametli bir insan. Kedi hergün kapıya gelir ağlar birşeyler ister, ben de veririm.  Dedim Allah’ım bunun ağlayışını gören benim gibi sen de benim ağladığımı gör Yarabbi. Kazancı Bedih, “Mevlam gör bizi “ diyor ya...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.