Bu Kur’ân, iki şehirden birinde bulunan büyük bir adama indirilmeli değil miydi?

Bu Kur’ân, iki şehirden birinde bulunan büyük bir adama indirilmeli değil miydi?

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Zuhruf Suresi 26-32. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

26 . Bir zaman da İbrâhîm babasına ve kavmine demişti ki: “Şübhesiz ki ben, (sizin) tapmakta olduğunuz şeylerden uzağım.”

27 . “Ancak beni yaratan müstesnâ; çünki şübhesiz O, beni hidâyete erdirecektir.”

28 . Ve (İbrâhîm) bunu (bu sözü), zürriyeti içinde bâkî kalacak bir kelime yaptı ki, onlar (onun dînine) dönsünler!

29 . Daha doğrusu bunları da atalarını da kendilerine o hak (olan Kur’ân) ve (onu) açıklayan bir peygamber gelinceye kadar (yaşatarak dünya ni‘metlerinden) faydalandırdım.

30 . Fakat kendilerine o hak gelince: “Bu bir sihirdir ve doğrusu biz onu inkâr edicileriz” dediler.

31 . Ve dediler ki: “Bu Kur’ân, iki şehirden (birinde bulunan) büyük bir adama indirilmeli değil miydi?” (*)

32 . Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayâtında onların geçimliklerini aralarında, biz paylaştırdık; bir kısmı bir kısmını hizmetkâr edin(erek yanında çalıştır)sın diye, kimilerini kimilerinin üstünde derecelerle yükselttik. (**) Rabbinin rahmeti ise, (onların) biriktirmekte oldukları şeylerden hayırlıdır.

(*) Müşriklerin: “İki şehirden (birinde bulunan) büyük bir adam” diye bahsettikleri iki kişi, Mekke ile Tâif’deki zengin iki müşrik idi. (Nesefî, c. 4, 171)

(**) “Nev‘-i beşerin fıtratı (insanlığın yaratılışları) ve sırr-ı hikmeti, müsâvât-ı mutlaka (mutlak eşitlik) kānûnuna zıddır. Çünki Fâtır-ı Hakîm (hikmetle yaratan Allah), kemâl-i kudret ve hikmetini (hikmet ve kudretinin nihâyetsizliğini) göstermek için, az bir şeyden çok mahsûlât aldırır ve bir sahîfeden çok kitabları yazdırır. Bir şey ile çok vazîfeleri yaptırdığı gibi, beşer nev‘iyle de binler nev‘lerin vazîfelerini gördürüyor.

İşte bu sırr-ı azîmdendir (büyük sırdandır) ki; Cenâb-ı Hakk, insan nev‘ini binler nev‘leri sünbül verecek ve hayvanâtın sâir binler nev‘leri kadar tabakāt (tabakaları) gösterecek bir fıtratta yaratmıştır. Sâir hayvanât gibi insan nev‘inin kuvalarına (kābiliyetlerine), latîfelerine ve duygularına hadd (sınır) konulmamış; serbest bırakılmış ve hadsiz makāmâtta gezecek isti‘dâd verdiğinden, bir nevi‘ iken binler nevi‘ hükmüne geçtiği içindir ki, insan nev‘i arzın halîfesi vekâinâtın netîcesi ve zîhayâtın (canlıların) sultânı hükmüne geçmiştir.” (Lem‘alar, 22. Lem‘a, 178-179)