Bu golü kim yedi?

Herhalde bundan böyle seçkin elitimiz, memlekette çağdışı bulduğu her bir şeyi eleştirirken, “Avrupa’da öyle mi ammaa, örneğin İsviçre’de…” diyerek meseleyi kolayca ‘vüzuha’ erdiremeyecek!...  Zira “çağdaş uygarlığın” somut örneği (!); özgürlük, adalet, hoşgörü timsali Avrupa’nın bu vasıflarda en ileri temsilcisi İsviçre; ‘Minare Referandumuyla’ bu imajına derin bir darbe aldı malumunuz…

Genel tarihinde yabancı kültürlere karşı pek de açık olamamış Batı Avrupa için pek de sürpriz değildi aslında bu. Sürpriz olan, örneğin bir müddet önce Vietnam asıllı bir kişinin Almanya’da bakanlık koltuğuna oturabilmesiydi örneğin. Ama her halükarda, söylemlerinin gereği de olsa, Batı’nın birçok alanda yerleşmiş insanî kurallara ve geleneklere sahip olduğunu ve bu değerleri benimsemiş kimselerin-yöneticilerin de bu ülkelerde bulunduğunu söylemek bir hakkın teslimi olacak.

İşte bu durum, en başta İsviçre’nin ve geniş perspektifte de Avrupa’nın, o insan haklarından yana ve hoşgörülü politikacılarının bir başarısızlığıdır aslında. Zira ‘inanç’ gibi temel bir insanî hakkın sembollerinden biri haline gelmiş minarenin, bir referandumun konusu yapılabilmesi; dahası, meselenin neredeyse tüm İslamofobia istismarcılarını daha da cesaretlendirecek bir hale gelebilmesi, büyük oranda bu politikacıların beceriksizliği.

Ancak, Müslümanlarla diyalogdan yana ve kendi anlayışlarına göre de olsa bir inanç özgürlüğünden yana olan Avrupalı politikacıların, bu golü ‘göstere göstere yemelerinde’ asıl büyük hatanın bize ait olduğunu düşünüyorum.

Neden mi?

Yıllar yılı kendimize mesken edindiğimiz bu diyarlarda, esas gayemiz dünyalık olmuşsa..
Dünyalığın yanında dinini de yaşamak isteyenlerimizin çoğunluğu ise, asimile olma korkusundan ve ‘şanlı mazimiz’ mağruriyetinden olacak; evrensel değil de ‘millî bir din’ tasavvuruna yönel(til)mişse…

Yıllar yılı özümüzdeki İslamî kültürün o nezaketli adabına sahip olabilmek ya da “İslamiyet’in kemalâtını ef’alimizle izhar edebilmek” gibi bir gayretimiz, bir meselemiz pek olmamışsa ve daha da fenası, kimilerimiz neredeyse bu insanların malını, ırzını kendisine helal görme gibi bir “hastalığa” düçar olmuşsa …

Avrupalıların, cahil ve az kültürlü olmalarından yakındıkları Müslümanlar arasından, rastlayabildikleri az sayıdaki kimi ‘bilgili’ ya da ‘aydın’ da; dinine, tarihine, kültürüne yabancı hatta düşman çıkmışsa…
O zaman, top asıl bizim kalemizde demektir.

Zira bunlar ve bunlar gibi pek çok mühim hatalarımızın da etkisiyle İslam’ı yıllarca -haşa- para hırsını telkin eden, sunulan bürokratik ve sosyal imkanları istismara sevk eden, hele hele kadına zulmeden, vicdanla işi olmayan, hoşgörüsüz ve zorba bir din olarak tanıyan önyargılı insanlardan da başka bir şey beklememek lazım.

“Sütten çıkmış kaşık” olmasa da Kıta Avrupasının hem de en özgürlükçü ve hoşgörülü bilinen ülkesinden, görünürde minarelere karşı olan bu %57’lik ‘soğuk’ sonuç çıktıysa şayet; bunda en büyük ve kahredici hatayı, Müslüman çoğunluğun, tam da İslam’ın güzelliğini üç-dört asırdır temsil edememelerinde aramak gerekiyor!... Müslümanlar olarak, Avrupa’ya gönderdiğimiz ‘konuk işçiler’ vasıtasıyla da olsa, bu ülkelerin halklarıyla en azından son elli yıldır bir arada yaşıyor olmamıza ve yakın diyaloğa girmemize rağmen bugün Avrupa ve dünya kamuoyunda Müslümanın boynuna çok çeşitli yaftalar takılıyorsa şayet; çuvaldızı esaslı bir şekilde kendimize batıralım lütfen.

Ve lütfen, “Kaç bu Müslümanlar’dan, sığın Müslümanlığa!” diyen M.İkbal merhumun da (A.TAŞGETİREN,"Kendimizle Hesaplaşmak”, 3.Şubat 2004);

“Eğer biz ahlak-ı İslamiye'nin ve hakaik-ı imaniye'nin kemalatını ef'alimizle izhar etsek, sair dinlerin tabileri elbette cemaatlerle islamiyete girecekler; belki küre-i arz'ın bazı kıtaları ve devletleri de islamiyete dehalet edecekler.” diyen Üstad Bediüzzaman Hz.nin de (Tarihçe-i Hayat, s.90) bu yakınmalarını önümüze koyup, oturup uzun uzun düşünelim. Enerjimizi ve imkanlarımızı, dini yaşama yolunda ‘kabuktan öze’ inmeye çalışmakta kullanmanın vakti geldi de geçiyor artık.

Daha da önemlisi, inananların en efdali, yani en faziletlisi ve en iyisi olabilme idealine; şu kadar mala sahip olmayı ya da falan ırka mensup bulunmayı değil de; “en güzel ahlaka” sahip olabilmeyi şart koşan bir Nebi-i Zîşan’a ümmet olabilmeye niyetlendiğimizi hiçbir zaman unutmayalım.

‘Adamlar neden böyle yapıyor’a vereceğimiz cevaplar arasında, onların hatalarından çok, kendi halimiz ve yaptıklarımız hem de önemli bir vurguyla zikredilemiyorsa şayet; korkarım ki bu, -mazaallah- kalemizde daha ne çeşit goller göreceğimizin de resmidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum