Bir ömür tahta bavulla Risale-i Nur taşıdı, midesi yer değiştirmişti!

Bir ömür tahta bavulla Risale-i Nur taşıdı, midesi yer değiştirmişti!

Çilekeş ağabeyimizi rahmet dualarıyla anıyoruz

Ömer Özcan’ın haberi:

RİSALEHABER-Bugün, 2 Ağustos 2007 tarihinde vefat eden Risale-i Nur hizmetlerinin fedakâr hadimlerinden Muzaffer Arslan’ın 12. vefat yıldönümü. Çilekeş ağabeyimizi rahmet dualarıyla anıyoruz. 

MUZAFFER ARSLAN KİMDİR?

Muzaffer Arslan, 1928 senesinde Erzurum’un İspir ilçesinin Gaziler Köyü’nde dünyaya geldi. 1950’de İzmir’e taşındı. Alsancak Devlet Demir Yolları’nda üç sene çalıştıktan sonra, 1954’de istifa edip ayrıldı. Manisa’da askerlik yapmakta olan Abdullah Yeğin Ağabey’in teklifiyle o yılın başlarında Manisa’ya yerleşti.

Artık bu andan itibaren kendi dünyasını, insanların ahiretleri için feda etmeye karar vermişti; tıpkı Üstad’ı Bediüzzaman gibi. Bundan sonra bütün mesaisi Kur’an ve iman hizmetlerine aitti.

Muzaffer Arslan, Risale-i Nur’u dağıtma işine başlayarak, bütün Türkiye’yi il il, kasaba kasaba, köy köy dolaşmaya başladı. Gittiği her yerde Risale-i Nur’un mahiyetini anlatıyor ve dağıtıyordu. Bütün bunları Hz. Üstad’la veya Üstad’ın yanındaki talebelerle sık sık görüşerek, istişareyle yapıyordu.

MİDESİ GÖĞÜS KAFESİNE ÇEKİLMİŞTİ

Dile kolay, iki elinde iki ağır tahta bavul ile bütün Anadolu’yu dolaşmak... Hem de senelerce, bir ömür boyu… Yaşlanınca herkesin midesi aşağı sarkarken, onunki göğüs kafesine çekilmiş. Cerrahpaşa’daki doktorlar hayret etmişler. “Herhalde o ağır valizlerden olacak” diyor kendisi. Muzaffer Ağabey gittiği birçok beldede ya soruşturma geçirdi, ya karakollarda sabahladı veya hapishanelerde yattı; ama O, yoluna, her seferinde kaldığı yerden devam etti. Allah için geriye dönüş gemilerini yakmıştı. Bereketler saçarak hep ilerledi. Mübarek Anadolu insanının kalplerine nur tohumlarını ekti.

O zamanlar hizmet yolunda yürümek çok sıkıntılı ve zahmetli idi. Bazen yol parası bile bulamadı, yamalı gezdi, dükkânlarda yattı, hatta aç bile kaldı. Hiç evlenmedi, çoluk çocuğa ayıracak vakti yoktu. O, şunu iyi anlamıştı: “Hizmet-i Kur’aniye’de bulunana, ya dünya ona küsmeli veya o dünyaya küsmeli ta, ihlâsla, ciddiyetle hizmet-i Kur’aniye’de bulunsun.” 

KENDİ DİLİNDEN KISA BİR HATIRA

Beşinci Şua’yı çok okuyordum. Çünkü…

Üstad Hazretleri’nin şahsı üzerinde çok durmuşumdur Anadolu’da. Kitapları nazara verdiğimiz kadar; bilhassa Üstad’ın makamı üzerinde ve Ahir zamandaki eşhas-ı mühimme üzerinde duruyordum. Bu sebeple 5. Şua’yı çok okuyordum. Aslında 5. Şua en evvel okunacak mesele değildir; ama ben 1950–60 arasında o zaman her gittiğim yerde onu okuyordum. Zaten baş tarafında da: “Akide-i avam-ı mü’mininin imanlarını vikaye ve şübehattan muhafaza etsin diye…” yazılmış. Bu istikbal meseleleri hakkında avam-ı müminin ve bazı hocalarımız da dâhil, yanlış malumat sahibiydiler. Çünkü bu istikbale ait hadisleri oku­yanlar muhkem gibi kabul edip yanlışlığa düşüyorlardı. Hâlbuki müteşabih hadisler tevil ister. Bunları da ancak ilimde vukufu bulunanlar tevil edebilirler. Yoksa Riyazü’s-Sâlihin gibi kitaplara bakıyorum, olduğu gibi nakletmişler. Hâlbuki bunlar müteşabih hadislerdir.

HADİSLERDE GEÇEN, “ALNI YAZILI” VEYA “ELİ DELİK KİŞİ”Yİ ARAMAK…

Hadislerde geçen, “Alnında yazılı bir kişi” veya “Eli delik bir kişi”yi aramak değil de “Ondan murat nedir?” diye sormak ve tevillerine bakmak gerekiyor. İşte Üstad onları anlatıyor. Peygamberimizin (asm) huzurunda işitilen bir gürültü duyulduğunda, Resulullah ne diyor: “Yetmiş senedir yuvarlanan bir taş, cehennemin dibine yuvarlandı.” Biraz sonra: “Yetmiş yaşındaki filan münafık öldü, cehenneme gitti” diye haber geliyor. İşte bunun gibi müteşabih, yani benzetmeli hadislerdir bunlar. Ben çocukluğumdan beri bu Mehdi-Deccal meselelerini, Muhammediye, Ahmediye kitaplarından okumuştum, bunları bekliyordum. Âl-i Beyt’ten birisini bekliyordum ben. Ama onları okuduğumda daha üçüncü sınıftaydım.

ÖĞRETMENİN VERDİĞİ ŞİİRİ İNANCIMA AYKIRI DİYE EZBERLEYEMEDİM

Öğretmenimiz bayandı. Bir gün bana bir şiir verdi, “Bunu okuyup ezberleyeceksin” dedi. Çocuklar içinde biraz görüntülüydüm ben. O şiiri okudum; fakat ezberleyemedim. Çünkü benim itikadıma, inancıma aykırı şeyler vardı içinde. Bu sebeple okula gitmedim ve o şiiri de okumadım. Daha üçüncü sınıftaydım, o yaşta bizim inancımız buydu. Bu halimle ve yaşımla ben hep bu meseleleri bilirdim. Ahir zamanda kim nedir anlardım, anlatırdım. Oysa ailemden böyle bir terbiye de almamıştım. Çünkü daha altı yaşımda babam, on altı yaşımda da anam vefat etti. 1948–1950 arası Davutpaşa’da askerliğimi yaptım. O zaman bölüğün yarısına Kur’an ve ilmihal öğrettim. O zamanda bile ilgilenirdim bu meselelerle.

5. ŞUA’YI OKUYOR DİYE BENİ BEDİÜZZAMAN’A ŞİKÂYET ETMİŞLERDİ

İşte ben, çok öncelerden beri bu meselelere önem verir ve çok okurdum. Hatta bir defa Zübeyir Ağabey anlatmıştı: Birileri Üstad’a gelerek, “En son okunacak mahrem eserleri en evvel okuyor…” tarzında Üstad’a anlatmışlar. Fakat Üstad da gülmüş, bir şey dememiş…

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
9 Yorum