Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

Bir nehr-i muazzam gibi 

Bu âlemden kimler gelmiş, gitmiş ve ne izler bırakmış diye bazen düşündüğümüz olur. Zaman satırları arasında kaybolanlar olduğu gibi, birer 'hoş sâda" ile iz bırakanlar ya da düşmanın dahi tasdik edip övdüğü yıldızlara da rastlarız. 

Geçen dinlediğim bir ders sohbetinde, "Öyle bir nehr-i muazzam gibi cûş etmişsin" mısrasını duyunca, bu mısranın  peşine düştüm. 

Servet-i Fünun'un sadece şiir yazan ve oğluna "akıl ve fenne" imanı telkin ettiği şiirinde "toprak vatanım, nev'i beşer milletim" diyerek milliyetini inkar eden Tevfik Fikret'in, kendisinde derin iz bıraktığını anladığımız ve kendinden üç asır önce yaşayan Erzurumlu hiciv şairi Nef'i için yazdığı bir şiirden alınma bir  mısra imiş meğer. Şiir biraz uzun fakat sohbette şiirin:

"Öyle bir nehr-i muazzam gibi cûş etmişsin
 Fakat eyvah, çorak yerde akıp gitmişsin" kısmı nazara veriliyordu ve benim de dikkatimi çekmişti. 

Nef'i, övgü ve sövgüde dengeyi kuramadığından, dilinin kurbanı olmuş kudretli bir şair. Yani övdüğünü semalara çıkaran, eleştirdiğini de yerin dibine indiren sivri bir dili var. "Nehr-i muazzam gibi cûş etmiş",coşmuş; fakat çorak yerlerde akmış. Yani ne zamanı onu anlamış ne de o, sadra şifa olup bir derde deva olabilmiş. 

Bu mısra, bize de bakıyor bir birkaç yönüyle. Çorak bir yerde bir çalı gibi olmak ne hazin değil mi? Bir işe yaramamak, yıkık ve dökük bir hayat yaşayıp bir ömrü bitirip heder etmek, ne büyük bir kayıp! Küçük bir yüzüğünü kaybedince üzülen bir insanın, insaniyetini yitirip bunca saniyelerini çorak bir yerde akıtıp bitirmesi,

"Gel bakalım, ömrünü nerede tükettin?" sorusunun sorulacağı ebed gününde, nasıl bir mahcubiyet ve telafisi olmayan bir zararla yüz yüze bırakacak insanı? 

Hani bu asrın, tam bir boşluğun, derbederliğin, âvereliğin, vurdumduymazlığın, kendini unutmuşluğun, kadirbilmezliğin ünvanı olarak ifade edilen: "Zaman değişmiş, asır başkalaşmış, herkes dünyaya dalmış, hayata perestiş eder; derd-i maişetle meşguldür." gibi insanı sanki bir posa, pislik makinesi zanneden aforizması var ya!  İşte belki de bu düşünce, haramın 'helâl sevimliliğinde'  pazarlandığı zamanımızda, çoğumuzu yaralayan ve yönümüzü koşmakta olduğumuz ahiretten çeviren ve zamanın çocuğu yapan bizim gibileri de az çok etkilemekte veya dikkat edilmezse, tecrübe ile sabit ki bir müddet sonra bazılarımızı tanınmaz hale getirmektedir. 

Evet, asır değişmiş, zaman başkalaşmış, herkes dünyaya dalmış olabilir ama bütün bunlar yolculuğu durdurmuyor; acizliğimizi kaldırmıyor ve firakı bitirmiyor. Dünyada teselli veren ve insanın hüznünü paylaşan şeyler, öbür âlemde esassız.

Bazen lojistik destek için ilgilendiğimiz küçük bir işletmemiz var. İşler biraz düşünce, sizde işler nasıl diye komşulara sorduğumuz da oluyor. Onlar da İşler iyi değil dediğinde, biz de teselli buluyor ve rahatlıyoruz. Halbuki onda işin olmaması seni de üzmesi gerekir. Ama "Demek bu işsizlik sıkıntısı sadece bizde değilmiş."düşüncesi, insana bir teselli veriyor. Çünkü musibette herkesle beraber olmuş oluyorsun.Fakat bu düşünce, ebed âleminde geçerli değil işte. Azabı ile meşgul birisine vereceğin "Ne iyi bak, ben de aynı durumdayım." haberi, onu da seni de teselli etmiyor ve etmeyecek.

Evet, insan çorak yerde akıp gidecek nitelikte bir varlık değildir. Zira ağır pahası vardır. Evvela insan bir halife-i zemindir, misafir-i Rahmandır. İnsana verilen bu kadar değerli nazik ve pahalı cihazlar, sadece yemek ve içmek için olamaz. Sadece yemek içmek için böyle pahalı ve nazik cihazlara ihtiyaç da yoktur. Bir yönüyle sadece "yemek, icmek, dökmek" görevi olan hayvanat, o işlere uygun cihazlarla donatılmış zaten. Sadece bu iş için gönderildiysek, develer daha şanslı olurdu o zaman. İnsanın, dünyanın insanı çeken ve batıran çorak ve yüzünde dolaşması, onunla teselli olup onda bir nehir gibi akması onun şerafetine, nezaketine, pahasına yakışmaz. Dünya sarayında bir inci keyfiyetindeki insan:

"Düşünme,
Arzu et sade!
Bak böcekler de öyle yapıyor" diyemez ve diyememeli. 

Bu değerde olan insana Rububiyetin hayretkârlığı, Ehadiyet ve Samediyetin ayinedarlığı, Uluhiyete karşı ubudiyet mukabelesi yakışır. Hiçbir şeyin yeniden başlamayacağı ve dünyanın ve yaptıklarımızın uzerine kurulacak olan ahirette, ağaran ve kararan yüzlerin arasında tanınmak ve kolumuzdan tutulmak istiyorsak; esma-i İlâhiyenin definelerinin anahtarı,nakışlarının bir küçük haritası mahiyetindeki hayatımıza iyice dikkat etmemiz, tanımanız ve ona bin derece kıymet kazandıran ve bir saat devamı, bir ömür ehemmiyetinde olan hayatın hakikatındaki tefekkür yolculuğumuzu dikkatle yapmamız şarttır. Yoksa bu kıymetteki hayat "cûş" etse de yine çorak yerde akacaktır.

Evet dostlar, hayatı bir hikmet kelimesi görüp onun  nakışlarında, tezyinatında, terbiyesinde, yaratılışında kendini gösteren İlâhî isimleri okuyabilirsek "bu hayatımız bin derece kıymet kazanıyor."  Ne gibi bin derece. Kadir gecesinin bir geceyi bin yapması gibi. İnce bir dikkatle fark ettiğimiz Döndürücü Şua'nın Beşinci Mertebesinde geçen bu "bin derece kıymet" kazanmanın tek şartı, "zamanı olmayan Zât-ı Ezelinin nazarında" hayatın vazifesini şuurlu şekilde mütalaa etmek herhalde.

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum