Ayhan KÜFLÜOĞLU

Ayhan KÜFLÜOĞLU

Bilimsel Bilim’in Deterministik Evreninde Allahû Teâlâ ne iş yapar!? (2)

Bilimsel Bilim’e Suç Duyurusu ve İslâmî Bilim’e Geçme Talebi

Geçen hafta: “Bedî’üzzaman Said–i Nursî Hazretleri’nin (R.Â.) ‘Medresetüz Zehra’ Projesinin Ders Müfredatı kapsamında; ‘Bilimsel Bilim’in Eksik – Yanlış – Zararları ve İslâmî Bilim’e niçin Geçmeliyiz? / Metabilgi – Metabilim (Sihrin Yapısı)’ isimli kitap çalışmamızda; Bilimsel Bilim yerine geçilmesini teklif ettiğimiz İslâmî Bilim’in anlaşılması için, ikisi arasındaki farkların netleşmesi gerektiği; bu sebepten çalışmamızın 3 bölüm hâlinde uzun bir özetini yapmamızın faydalı olacağı kanaatindeyiz” demiştik. 2. Bölüme başlıyoruz.

Geçen haftaki yazımızı “Bilim, önünde gördüğü masaya bakarak; ‘ben bunun; marangoz ve ustasını, fail ve öznesini denklem ve teorilerime dahil etmeden; nasıl nedenseller ve tasvir edip, açıklayabilirim?’ sorusunun cevabı peşindedir! Üstelik Bilim; ‘kâinatta Allah’ın varlık ve icraatını gösteren ve ispat eden bir delil ve gözlemim yok! Bilâkis herşeyi O olmadan ve O’na ihtiyaç ve mantıkî zarurette duymadan, çok daha iyi tasvir ve nedenselleyebiliyorum!’ iddiasındadır!” diye noktalamıştık.

Yani Bilimsel Yöntem’in ürün ve sonucu olan Bilim veya Bilim’in sonucu olan Bilimselllik Kriterleri; “Rabbimiz’in olmadığının, olsa bile kâinattaki bu işleyişte etki ve fonksiyonu olmadığının; zaten buna ihtiyaç ve zarurette bulunmadığının” delil – ispatı peşinde! Başta inandıkları veya doğru varsaydıkları “yok(muş)” olduğu için; ister istemez bütün gözlem – ölçümleri ve bunların Bilimsel İfadeleri; bu başlangıçtaki önvarsayımlarıyla tutarlı olacak, bu öninançlarıyla çelişmeyecek şekilde; bu aksiyomlarının delil – ispatı olarak iş görüyor!

Bilimsel Makale ve yayınlarda; madde ve işleyişi için “madde – enerjinin dönüşüm ve hareketleriyle açıklanabilen deterministik bir kâinatta, Allahû Teâlâ gibi ek bir sebep ve neden, fail ve özneye ihtiyaç ve zaruret yok” hurafesi, sanki doğruluğu ispatlanmış ve tartışılmaz bir tezmiş gibi kâinat tasvirleri yapılır! Rabbimiz’i hatırlatan veya çağrıştıran, hatta ihtimâl dahiline alan en küçük bir kelime ve cümleye müsaade edilmez! Bilimsel Yöntem ve Yayın Kurallarının dayattığı bu otosansür mekanizmasıyla, hayâlde rafine bir ateist ve materyalist dünya inşa edilerek; okuyucunun bilinçaltı / bilinçdışı veya şuursuz bilincine, “bu sahte ve kurgusal gerçekliğe inanması, çünkü Bilim’in evrendeki varlık ve işleyişin birebir tasvir ve modelleme ve açıklamasını yaptığı” mesaj / komutu gönderilir!

Elhasıl Bilim’in ateist ve materyalist, determinist ve natüralist yanlış tarafı seçmesinden de anlaşılacağı gibi; onun aradığı “Allah” değil! Bilâkis “bilim(sellik)”in amaç, yöntem ve tanımı nedeniyle, özellikle olayları Rabbimiz’e bağlamaktan (tabir-i caizse; O’na en küçük bir rol vermekten bile) kaçınır! Bilim’in yola çıkarken, başlangıçtaki amaç ve niyeti bu olduğu için; mantıken ve zorunlu olarak “Allahû Teâlâ’nın olmadığı, olsa bile O’ndan bağımsız (yani kâinatın varlık ve devam ve işleyişinde O’na ihtiyaç ve zaruret duymayan) bir kâinat nasıl mümkün olabilir?” sorusunun cevabı peşinde! Bunun tasvir ve açıklama, nedenselleme ve ispatına çalışıyor!

Bu yetmezmiş gibi, bir de; sanki evrenin Rabbimiz’e ihtiyacı olmadığı delillendirilip, ispatlanmışta artık evrenin bunu nasıl başardığı araştırılıyormuş gibi; failsiz ve öznesiz Bilimsel İfadeler inşa eder! Bilimsel Yöntem bu hâliyle; aslında ateizm ve materyalizm, natüralizm ve determinizmin teori ve pratiğini yapıyor! Bu sebepten mevcut Bilim ve Bilimsel Yönteminin yolu ve amacı Rabbimiz’e giden yol üzerinde değil! Üstelik O’na giden yolları bile bozup, köreltiyor!

Bu açıdan mevcut Bilim’e hâkim olan Bilimsel Yöntem ve Felsefesinin, kâinatın işleyişi hakkında önümüze getirdiği her “neden ve sebep”; zihnimizde eşya ile Rabbimiz arasındaki münasebet iplerini biraz daha kesmekte, kâinatın O’na nisbetini biraz daha kapatıp, kopartmakta!

Elhasıl mevcut Bilim yanlış sorunun cevabı, yanlış iddianın ispatı peşinde! Fakat geçen hafta da belirttiğimiz üzere; yanlış sorunun, doğru cevabı olmaz ve bulduğumuz cevaplar, sorduğumuz sorulardan bağımsız değildir! Çünkü neyi ararsak, onu buluruz; yani bulduklarımız da aradıklarımızdan bağımsız değildir. Bu sebepten önce yanlış olan soru düzeltilmeli, problem doğru olarak ifade edilmeli; ancak ondan sonra çözüm / doğru çözüme gidilebilir. Kâinatı gözlem ve ölçümlerimizde av ve keşif aletimiz olan “soru” ve kullandığımız “yöntem” ve “kavram / ayrımlar”; filtre ve ağımızın aralıklarını belirler.

Aletlerimizi morötesi ışınları farkedip, bulacak şekilde ayarlamışsak; kızılötesi ışınları görmeyeceğiz demektir. Elinde çekiç olanın, herşeyi çivi olarak görmesine benziyor bu veya tüfeği bilmeyen yerlinin, kulübesini inşa etmek için ormanda tokmak veya değnek ararken, yerde bulduğu tüfeği bu aradığı iş için çok uygun olduğunu görmesine ve deneyle de bunu ispatlamasına benziyor!...

Bilim: “Madde ve işleyişini açıklamak ve nedensellemek için, kâinatta gösterdiğim bu fırça, tuval, boya ve bunların enerji ve hareketleri gibi madde – sebep – süreç – mekanizmalar yeterli; ayrıca ilim – irade – kudretiyle resmin hem her yerinde, hem de hiçbir yerinde olan (yani resimdeki zaman ve mekân sınırlarından münezzeh; yani metaresim, metafizik, doğaüstü) bir fail ve özne, usta ve ressam olduğunu varsaymak veya varlığını kabul etmek zorunda değilim” gibi gizli – açık mesaj ve îma ve ihsaslarla; “kâinatın varlık ve işleyişinde, her ân ve kesintisiz kendisine muhtaç ve ba(ğım)lı olduğu Allahû Teâlâ”yı kabul etmez, üstelik bunu gereksiz ve spekülâtif sayarak reddeder; yani hipotez bazında bile buna ihtimâl vermez ve araştırmaya değer bulmaz! Elhasıl kâinattaki zengin veri ve bilgi çeşidinin, Bilimsel Bilgi ve Bilim’e indirgenip, daraltılması; ufkumuzu daraltıyor!

Bu Bilim’e göre; “eskiden insanlar sebebini bil(e)medikleri tabiat olaylarını Yer Tanrısı, Gök Tanrısına veriyorlardı; sonra Bilim gelişip, herşeyin sebep – sonucu çözüldükçe, Tek Tanrılı İnançlara evrildiler ama ileride Bilim’in ışığı bu bilinmeyenleri de aydınlattıkça İlk Sebep Tanrısına atıf ve inanma için de mantıkî gerekçe veya zorunluluk kalmayacak!…” gibilerinden küçümseyici ifadelerle; müslüman olan bizleri güya çaktırmadan ilkel ve geri kalmış, imanları cehalet ve bilinmezlikten beslenen diye hakaret eder! Çünkü mevcut Bilim’in zihninde yonttuğu tanrı; Boşlukların Tanrısıdır! (Yani Bilim’in de bir teolojisi ve Tanrı tanımı var!)

Burada bir açıklama ihtiyacı doğdu. “Neden – sonuç / illiyet ve determinizmin hâkim ve genelgeçer olduğu bir evrende, Rabbimiz’in ‘rol ve fonksiyonu’ nedir?” soru ve cevabında biz; nisbeten basit nedensellik örneği olan “bilardo topları ve ıstaka” ilişki – etkileşiminden bahsetmiyoruz! Çünkü eğer masadaki topların hareketi, herhangi bir kanun nizama uymayan ve sürekliliği olmayan ve öngörülemeyen tesadüfî çarpışma ve hareketler olsaydı, zaten mevcut Bilimi de yapamazdık. Çünkü genelleyip, bağlayabileceğimiz bir düzen ve istikrar ve kanunlar olmazdı! O zaman ıstakaların tesadüf rüzgârlarıyla toplara tesadüfen vurabileceği ve vurduğunu ihtimâl alanına dahil ederdik ve araştırmalarımızı bu yönde derinleştirir, buna deliller arar, bunu ispatlamaya çalışırdık! (Yani “tesadüf”te delil – ispat sürecinden geçmesi gereken bir iddia, bir inanç!) Fakat böyle bir evrende denge, ölçü ve düzen, bilinç ve yaşam da olmazdı; faraza olsaydı bile devam etmez, hemen silinirdi!

Çünkü dediğimiz gibi Bilim yapmayı sağlayan şey evrendeki bu istikrar ve genelgeçerliliktir. İstikrar ve ölçülü bir süreç veya nesnenin, istikrar ve denge nedeni ise, sistem ve sürecin kendi içerisinde aranmaz. Sürece dahil olmadığından, sürecin kısıt ve dezavantajlarından etkilenmeyen, süreçdışı faktörler araştırılır! Süreci sürdüreni bulmak için (sürecin nedeni; yani süreçteki nesne, kuvvet ve diğer sebepleri harekete geçirip, kullanan; yani sebepleri sebep ve alet ve vasıta yapan asıl sebep ve fail kim anlamak için) sistem dışına atıf yapmak zorunludur! Yani resmin sebep ve faili olan ressam, resim içinde aranmaz; resmin uzağı – dışında da aranmaz! Resimdeki fırça, boyaları da sebep ve alet yapan asıl sebep ve fail, yani ressam (resimdekileri etkileyebilmek ve çizebilmek için) resimdeki herşeye hem en yakın; (resimdeki sınırlılık ve kayıtlardan etkilenmemek için de) en uzak olmalı! Yani çizdiği resimdekilerin cinsinden olmamalı!

Kâinattaki nedensellik ve determinizm ve Rabbimiz’in bu kâinatla nisbeti derken; görece basit nedensellik örneği olan “bilardo topları ve ıstaka” ilişki – etkileşiminden bahsetmiyoruz demiştik. Bizim bahsettiğimiz evrende sentilyonlarca top ve hareketleri birbirine karışıp, çarpışmadan ve hercümerce sebebiyet vermeden (Rabbimiz yönetmezse, her ân / mekân imkânsız gerçekleşiyor yani) ve belli kural ve ölçülerle hep girmesi gereken deliklere giriyor ve hep aynı sonuçların üretilmesi için çarpması gereken noktalara çarpıyor; durmaları gereken yerlerde de belli süre duruyor ve çalışıyorlar!

Yani; “o hâlde evrendeki kuvvet ve enerji ıstakalarıyla, zerreleri kim gitmesi gereken hedeflere hareket ettiriyor ve durmaları gereken yerlerde sabitliyor?” sorusu halâ önemli ve öncelikli ve güncelliğini koruyor! Yani Bilim’in, “kim” sorusunu geçersiz ve gereksiz ve spekülâtif görmesi kendi inancı! Bunu, “araştırma” ve “bilgi”nin değil; “inanç”ın konusu olarak görmesi de kendi amentüsü! Yöntem ve tanımı icabı “kim” sorusunu kendi konusu görmeyip; bunu ilmî ve gözlemsel bulmaması ve topu taca atar gibi konuyu metafizik ve felsefeye atması da kendi itikad ve ‘felsefesinin’ sonucu!

Mevcut teori ve çözemediği olay / olguları açıklamak ve çözümlemek için; şimdiki ân / mekânda olmayan ve mevcut teknolojisiyle de direkt veya indirekt gözlem yapamadığı ama “olmalı ve şu şu vasıflarda olmalı” diyerek, varsaydığı ve aradığı; hatta matematiksel olarakta teorisini kurduğu “10 – 12 Boyutlu Uzaylar, Alanlar, Sicimler, Paralel – Sonsuz ve Çoklu Evrenler, Boşluk (vakum) Enerjileri, Karanlık Madde, Karanlık Enerjiler, kütlesiz parçalar, dalgalar, antimaddeler, hatta Kütleçekim kuvveti veya Big Bang ve öncesi” gibi konuları belki metafizik görmüyordur! Belki mevcut Bilim için bunlar gayet somut ve ölçülebilir şeylerdir!...

Bilimsel Bilim, tanım ve yöntem ve niyeti icabı ‘kim’ sorusunu bilimdışı görüyor; bilimsel kabul etmiyor, hatta reddediyor” demiştik. İslâmî Bilim’in, mevcut Bilimden en önemli farklarından birisi de, bu soruyu ana merkeze almasıdır.

Örneğin: Bahçedeki bu elma ağacını buraya kim çizdi; zerrelerini tuğla gibi kim ördü!? Bundan daha acaibi: Şapkadan tavşan çıkması gibi, ağacın içinden yaprak – elma – çiçeği kim çıkartıyor!? Yoksa bütün bunların nedeni; bir takım kuvvet, rüzgâr – enerjilerin bu top ve sopaları hareket ettirmesinden başka birşey değil mi!? Ay’dan bakarsak, Dünya’ya uzay boşluğundan (Hazine-i Gayb’tan); her mevsim ağaçlardan tonlarca elma ırmakları, armut ırmakları; başka musluk ve kanallardan da sütten ve baldan ırmaklar akıtılıyor, yağdırılıyor, gönderiliyor!... Bütün bunların, zerreleri hariç, kendileri yokken var ediliyor!... Şapkadan tavşan çıkması gibi; yumurtadan kuş, insandan insan çıkıyor, gönderiliyor!...

Tevhidî (Lâ ilâhe illâllah) ve İslâmî (Muhammedun Resululullah) bir nazarla; uzaktan resmin bütününe bakınca görünen bu! Bilimsel Bilim’in herşeyi ufalayıp, parçalayarak; indirgeme – analizlerle, yanındaki şeyi diğer şeye sebep – sonuç gösterme hipnotik ilüzyon ve safsatasından uyanarak, başımızı kaldırdığımızda; sorulması gereken doğru soru şu: “Allah’tan başka hangi fail, hangi sebep, hangi neden, hangi Sanî; nispeten basit aynı topraktan türlü renk – koku – şekilde ni’metler ve tavuktan yumurta, arıdan bal, inekten süt gönderebilir!?, Hıfzedici Allah’tan başka hangi sebep atmosferi başımızın üzerinde bir filtre ve kalkan yapıp; vücudumuzu deriyle, hücremizi ayrı bir zarla, ağacı kabukla korur!?, Hangi sebep yeryüzündeki tonlarca suyu göğe kaldırıp, arıtıp, rüzgâra taşıtıp, tekrar muhtaçlara indirir!?, Rabbimiz’den başka hangi sebep, hangi merhametli ve rahim; dişsiz ve sindirim sistemi gelişmemiş bebekleri önce karnına bağlanan bir kordonla, sonra memelerden gönderilen en gerekli tek gıda olan sâfi bir sütle doyurur!?, İnsan, hayvan tüm bebekleri düşünürsek; Allah’tan başka hangi tesadüf, hangi sebep, ıssız çöl ortası gibi koca boşlukta dönen Dünya’ya hergün tonlarca sütten ırmaklar gönderebilir!?...”

Resmin bütününde tevhid / vahdet bakışıyla ve “doğru soru”yla görünen manzara bu! Resmin bütününde bunu görünce; (gözkırpması kadarlık kısa bir süre – mekân da bile) resmin hiçbir parça ve hareketinin, tabiat – tesadüf – maddeye verilebilecek kadar alelade ve amaçsız olmadığı, failsiz olmadığı ve olamayacağı anlaşılır! (Bakınız: Göz kırpmasının faydaları.)

Elhasıl bu tür soruların cevabını bulmak için dâhi veya dedektif, düşünür veya biliminsanı olmaya gerek yok! O’nu görmek için kâinatın uzak köşelerine, dışına veya başlangıcına veya atomun içlerine yolculuk yapmak veya karışık ihtimâl hesapları yapmakta gerekmiyor! Çünkü ve zaten olanlar “mümkün” olduğu için olmuyor; bilâkis olduğu için biz “mümkün(müş)” zannediyoruz o kadar! (Halbuki sentilyonlarca yüzlü bir zarı her attığımızda hep aynı yüzün gelmesi “mümkün değil”, sıfıra yakın ihtimâl!) Mevcut Bilim de yaptığı tasvir ve nedensellemelerle, bizi bütün bunların mümkün olduğuna inandırmaya çalışıyor! “Bak mümkün olmasa olur muydu, oluyor ki mümkün!” şeklinde yaptığı totoloji ve safsata, mugalata ve gözboyama, yanlış delil ve yanlış akıl yürütmelerle bizi de bu ilüzyona inandırmaya çalışıyor!

Aslında günümüzün otoriter ve totaliter mevcut Bilim anlayışı da; görünenden görünmeyene, somuttan soyuta, maddeden manâ ve kanuna, değişenden değişmeyene geçme; yani mahsusu, ma’kûl yapma sürecidir. Ama kâinat fizik – kimyayla işlemez; bilim’in “kanun ve yasalar” diyerek sebep gösterdiği mekanizma ve süreçler de, “sebep” değil, “sonuç”tur; daha doğrusu eşyanın davranış biçimi ve bunun tasviridir. Kanun, mekanizma, süreç denilen şey; maddeyi etkileyen ve belli bir davranışa zorlayan enerji ve kuvvet türünden bir varlık değil; sadece zihinde olup, bu sebepten maddeyi etkilemesi imkansız zihnî ve soyut bir kavramdır…

Bilim’in uzun geçmişte olup, yani şimdi – şurada olmadığı için gaybî ve metafizik kategorisinde olup, yani gör(e)mediği ve algılayamadığı ama “kızıla kayma, kozmik fon radyasyonu” gibi bir takım delil – ispatlarla varlığına emin olduğu Big Bang (Büyük Patlama) veya şimdi – burada olduğu hâlde bile hiçbir şekilde algılayamadığı ve göremediği yerçekimi (kütleçekimi) gibi kuvvetlerin varlığına bir takım etki ve delillerinden iman etmesi ve üzerine teori ve hesaplar kurması gibi; İslâmiyet, Rabbimiz ve ahiretin bu Big Bang ve Yerçekimi’nden çok daha fazla sayı ve çeşit ve nitelikte ve aletsiz çıplak gözle bile görünür somutlukta delil ve ispatları olup, gösterilebilir! Ama Bilim’in Bilimsellik Kriterleri’ne (yani sebep – sonuç yumaklarıyla ördüğü, madde – enerji dönüşümleriyle, kuvvet – tabiat – tesadüf – uzun zaman – evrim – mekanizma – süreç – kanun gibi operasyonel kavramlarıyla zihnimize kurguladığı ve gerçekten böyle işlediğine inandırdığı sahte kâinat ilüzyon ve metaforuna) bağ(ım)lı kalındıkça bu mümkün gözükmemektedir. Yani önce Bilim’in zihnimizdeki bu esaret, teshir, sihir ve manipülâsyonundan uyanmak gerekiyor. Bunun için de önce zihnimize bir antivirüs programı gerekiyor!...

“Bilimsellik Kriterleri uyarınca; Bilim doğada sadece görüp, algılayabildiği ve deneyselleyip – ölçebildiği maddî ve fizikî olay ve olguları konusu olarak kabul eder ve inceler; yani ‘Tanrı’ gibi sizin de metafizik ve doğaüstü olduğunu kabul ettiğiniz bir konuyla ilgilenmemesi gayet mantıklı!”

Peki “Allah yok(muş)” gibi failsiz ve öznesiz gözlem ve ifadelerde bulunması çok mu mantıklı ve bilimsel!?, Veya “tabiat, tesadüf, kanun, evrim–uzun zaman, mekanizma–süreç, içgüdü” gibi görmediği vehmî veya zihnî kavramlara atıf yapması ve bunları sebep ve fail olarak göstermesi çok mu aklî ve kendi bilimsel yöntemine uygun!?, Değil ne yaptığı, kendi varlığından bile haberi olmayan “ağaç, arı, toprak” gibi edilgen varlıklar için söylediğiniz “ağaç elma yapar, elmaya sebep olur; arı bal yapar” gibi Bilimsel İfadeler sizce de komik değil mi!?, Gözlemlerinizi “sebep – sonuç” şeklinde şablonize edip; eşyayı birbirini çeken tren lokomotifleri gibi sıralıyorsunuz! Bu kurguya göre; mes’elâ “meyvenin sebebi ağaçtır” diyorsunuz! Halbuki o ağacın o meyveye gerçekten sebep olup, o meyveyi terkip ve inşa edebilmesi için; o meyveyle bağlantılı olan gökteki Güneş ve dönmesi, Dünya’nın eğim ve dönmesi; hatta Big Bang’ten bu zamana tüm kâinat ve işleyişinin hâkim ve yönetici ve sebebi ve faili olması gerekmiyor mu!? Çünkü o meyve, tüm zamanları da içine alan kâinat fabrikasında imâl ediliyor; o meyvenin sebebi tüm kâinat! O meyve gibi; birşey herşeysiz ve herşey birşeysiz olamaz ve meydana gelmez; evrenin başlangıcından beri, hassas ölçülerle herşey birbiriyle bağlantılı! Sebeplerin akıl, bilgi ve hayat gibi cihazca en zengin ve güçlüsü insanken; o bile en basit fiillerinden olan yemek yeme de yaptığı sadece ağzına götürüp çiğnemek; geri kalan % 99’u bilgi ve irade ve şuuru dışında gerçekleşiyorken; yani koca insan bile kendine hâkim ve sahip ve yönetici değilken; diğer cansız ve şuursuz, kör ve sağır sebep ve maddeler ne yapsın!?... Arasıra olan şeyler “tesadüf”e verilebilirse de devamlı olan şeyler nasıl tesadüfî olabilir!?, Peki tesadüf nasıl oldu da hep zarların düşeş gelmesi gibi zorunluluğa döndü!?, Veya herhangi birşeyin tesadüfî olduğunun Bilimsel gözlem ve ölçümü mümkün mü!?, Sayfaya yazdığım 10 tane sayıyı tesadüfen ve rastgele, yani karışık sıraladığımı nasıl ispat edebileceksiniz; belki ben onları zihnimdeki bir kurala göre dizdim!?, Peki tesadüf’ün tesadüfen olduğunun ispatı var mı; yani birisi evrende tesadüfü niyet ve irade etmişse; o tesadüfe “tesadüf” denilebilir mi!?, Peki birşeyin tesadüfen olabileceğinin mümkün olduğunun gösterilmesi, o şeyin gerçekten tesadüfen olduğunun ispatı olarak kullanılabilir mi!?, Veya geçmişte faraza tesadüfen olabilen ve olan birşeyin, şimdi de tesadüfen olduğunu nereden biliyorsunuz; yani geçmişte tesadüfen olabilen şimdi de tesadüfen olduğunun ispatı olarak kullanılabilir mi!?, Bunu geçelim: “Şu tabiatın eseri Allah’ın değil;  bu doğanın eseri mu’cize değil; bu ilâhî değil tabiî; şunu tabiat, bunu tabiat yaptı” diyorsunuz. Peki ne menem birşey şu tabiat!? Göreniniz var mı!?, Yoksa “tabiat” dediğiniz kafanızda olan zihnî ve soyut ve vehmî; yani kâinatta dışsal somutluğu olmayan birşey olmasın!?, “Şu işler şu şu Fizik – kimya Kanunları sebebiyle oluyor ve olur” dediğiniz şu “kanun(lar)ı göreniniz var mı acaba!?, “Kanun” dediğiniz, “enerji ve kuvvet” cinsinden birşey olmadığına göre; madde ve işleyişi üzerinde nasıl yaptırım uyguluyor!? Tabiî ve tesadüfen olmasını mümkün gördüğünüz bu şeyler; “mümkün” olduğu için mi oluyor; yoksa olduğu için mi siz “mümkün(müş)” zannediyorsunuz!?, Evrende normâlde gaz hâlinde bulunan yanıcı ve patlayıcı oksijen ve hidrojenin birleşince (nohut tanesi ve mercimek tanesinin birleşmesi sonucu ortaya pirinç tanesi çıkması gibi), kendilerinden çok farklı, hatta tersi özelliklerde yani sıvı ve söndürücü “su” olması sizce çok mu tabiî ve mantıkî!? Madem mantıklı; o zaman, suyun hangi elementlerin birleşmesiyle hiç’ten yaratıldığını bilmeyen birisine, hidrojen ve oksijeni gösterip; “Bu 2 hidrojen ve 1 oksijeni birleştirirsek ortaya ne gibi özelliklerde bir madde çıkar?” diye sorsak; deney – gözlem yapmadan, sadece hidrojen ve oksijenin özelliklerine bakıp, salt mantığıyla “su” çıkacağını bilebilir miydi acaba!? Bu 2 maddenin birleşme ve reaksiyona girip, su olma hâdisesine “bileşik” ismi vermeniz; sizce o suyun yaratılışını mantıkî ve tabiî yapar mı!? “Suyun varlık nedeni, hidrojen ve oksijenin bileşik yapması” demekle o mu’cizevî yaratılışı çözmüş ve açıklamış mı oluyorsunuz!? Buna “bileşik” ismi verip, karışım’dan farkını anlatmakla, bu olay bilimsel ve doğal ve rasyonel bir hüviyet mi kazanıyor!? “Bileşik” yerine “sihir” ismi verseydiniz, değişen birşey olur muydu!? Bileşik’in karışım’dan farkını anlattınız; peki sihir’den farkı nedir!? Geçelim, şimdi – şurada olmadığı için; yani geçmişte gerçekleştiği için, şimdi – şurada deney – gözlem ve ölçüm imkânımız bulunmadığı hâlde “Big Bang” gibi şimdi / şurada’nın dışındaki tarihî hâdiseler; deney – gözlem – ölçümü yöntem olarak belirleyen Bilim'in nasıl konusu olabiliyor!?, Ya da aletli veya aletsiz hiçbir duyumuzla algılanamayan ve gözlenemeyen “yerçekimi” gibi kuvvetlerin, sadece bir takım etki – delil – icraatlarıyla var olduğu kabul edilip; “yerçekiminin şöyle şöyle etki ve özellikleri var” diyerek Bilimsel Yöntem'in konusuna nasıl dahil olabiliyor!?, Elhasıl “tabiat, tesadüf, kanun” gibi maddî ve fiziksel olmayan; yani zamansız – mekânsız ve herhangi bir elementten oluşmayan; yani dışsal gerçeklikleri olmayan zihnî ve vehmî şeyleri somut madde üzerinde etken ve fail ve sebep kabul ediyorsunuz da, bu sanal isim ve kavramlardan çok daha somut ve görünür olan ve kudreti de olan, ayrıca mikrodan makroya heryerde delil – ispat, icraat ve kudret, eser ve fiilleri de ortada görünür olan Allahu Teâlâ’ya iş gelince neden “metafizik, bilim’in konusu değil, ölçülemez, algılanamaz” deyip, yan çiziyorsunuz!?...

Sorular çoğaltılabilir. Elhasıl zamansız ve mekânsız ve sonsuz olduğu için, biz sonlularca algılanamaz olan Allah’ın Zât’ı; yoksa varlık ve sıfat, icraat ve eser, isim ve fiilleri değil! Yani Rabbimiz’in varlık ve isim – sıfatları ve bunların etkileri ve delil – ispatları, gaybî ve gizli ve algılanamaz değil! Bu delil – ispatlar; şuhudî ve alenî, zahir ve somut! Bu fiil ve sonuçlarını manevî duyularımızla olduğu kadar; fiziksel / maddî duyularımızla da görüyoruz yani! Gözlem ve deney, araştırma ve inceleme, ölçme ve sınıflandırma yapacağımız şeyler de işte Rabbimiz’in bu fiil ve eserleri; yoksa (haşa!) Zât’ı değil!...

Tıpkı gör(e)mediğimiz ve zaten görmemizin de mümkün olmadığı; Bilimsel olarakta gözlem, deney ve DNA testleri yapamayacağımız geçmiş ata, dede, ninelerimizin varlığını kabul edip, inanmadan; burada olan kendi varlığımızı bile açıklayamamız gibi; Allah olmadan da en küçük bir zerrenin varlık ve hareket ve devamını bile açıklayamayız! Kâinatta, bölünemez en küçük bir ân – mekânı bile sabitleyemeyiz!

Biraz yukarıda verdiğimiz bilardo topları örneğinde olduğu gibi; “yağmurun nasıl yağdığını tasvir etmek”te, “yağmurun neden ve niçin ve niye, hangi sebep ve faille yağdığını açıklamak ve nedensellemek” değildir! Çünkü tasvir; olayların nasıl ve hangi sırada ve ne surette olduğunu söylemektir; açıklama ve nedenselleme değildir! Hatta nasıl olduğunun tasviri bile değildir! Bu işleyişin (yağmurun) failsiz ve öznesiz olmasının mümkün olabileceği ve olduğunun delil – ispatı ise hiç değildir!

Kalan 3 ve son özeti haftaya erteleyelim. Mi’rac Kandilimiz mübarek olsun inşâallah.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.