Belkıs’ın kalbi ve besmele...

“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla...” Ne güzel teselli... Kur’an’da hep sure başlarında geçmesine alışık olduğumuz şu ayet, yalnız bir yerde sure içerisinde geçiyor: Neml Suresi’nde... Orada Belkıs, Hz. Süleyman’dan (a.s.) aldığı mektubu vezirlerine aktarırken şöyle deniliyor: “Belkıs, ‘Ey kavmimin ileri gelenleri,’ dedi. ‘Bana mühim bir mektup bırakıldı. Bu mektup Süleyman’dan geliyor ve Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla başlıyor.”

Bu ayet, içerisinde besmelenin de yer alışıyla ayrıca ilginç gelir bana... Yani acaba neden Belkıs, o mektubu haber verirken daha başka bir ifadeyi değil de besmeleyi alıntılayarak söylemiştir? Muhtemelen Hz. Süleyman’ın o mektubu, pekçok cümleyi daha barındırmaktadır. Ve belki bu ifadelerden bir kısmı da, Belkıs’ın iktidarı ve ülkesi açısından tehlike oluşturabilecek meseleler hakkındadır. (Hz. Süleyman’ın ordu gücü düşünüldüğünde bu daha mantıklıdır.) Halbuki bütün bu ihtimallerin ötesinde Belkıs, kendi vezirlerine mektubu haber verirken sadece şu kısmını alıntılamıştır: “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla...”

Bu bana hakikaten pek manidar görünüyor. Yani “Ben bir ülkenin başında olsam, bir hükümdar bana mektup yollamış olsa, acaba vezirlerime o mektubu nasıl haber verirdim?” diye düşünüyorum kendimce. Öyle ya, Kur’an sadece birimiz için değil, hepimiz için nazil oluyor. Ben de arza nazil olmuş bu ayetin, kalbime de hikmetiyle nazil olması için tefekküre başlıyorum: “Ben olsam, hemen vezirlerime gider şöyle derdim: Bakın, Süleyman isminde bir hükümdar bize bir tehdit mektubu yollamış. Kim bu hükümdar ve gücü nedir? Mektubundan anladığım kadarıyla bizimle uğraşacak gibi... Orduları savaş ihtimaline göre hazır tutun.”

Evet, benim aklıma bunlar geliyor. Ama hayır, Belkıs bunların hiçbirini söylemiyor, hiçbir cümlesi de benim bu cümlelerimi çağrıştırmıyor. Benim dünyevî endişelerimin aksine, sanki onun başka bir endişesi ve başka bir heyecanı var gibi... O, mektupta daha önce duymadığı bir cümleye (kurban olayım o cümleye) takılıp kalıyor. Belki o cümleden büyük bir teselli alıyor, büyük bir medet umuyor; darda kalmış her kul gibi. Belki içten içe de seviniyor, Hz. Süleyman’dan böyle bir haber aldı diye.

Ben de bu ayet-i kerimeden hareketle Belkıs’ın o anki psikolojisini anlamaya çalışıyorum. Düşünsenize, devletin başında yalnız bir kadın. Kim bilir ne entrikalar dönüyor çevresinde. Ne savaşlar, ne hileler yaşanıyor. Onunsa bütün bunlara karşı tesellisi, bir fiskeyle yıkılmaya mahkum makamı. Muhtemelen şefkate daha müsait olan kadın kalbiyle çevresindekilerden daha etkileniyor böyle şeylerden. Bir dayanak, bir destek arıyor. Teselli bulabileceği bir isme/isimlere tutunmak istiyor. Fakat elinde öyle bir şey de yok. Belki o zamana kadar sahte ilahlarına Rahman ve Rahim isimlerinin manasını yakıştıramamış Saba ülkesi teolojisi, onun kalbine bu tarz bir teselliyi sunamıyor. Belki de Belkıs, tıpkı “Batıp gidenleri sevmem” diyen Hz. İbrahim (a.s.) gibi bir arayış içinde... O da kendisine açılacak bir ismi/isimleri bekliyor: “Rahman ve Rahim bir Allah...”

Ve birden bir mektup geliyor eline. Bir mektup; hükümdarlığı ve peygamberliği iki kanat gibi takmış Hz. Süleyman’ın (a.s.) kaleminden... O mektup Rahman ve Rahim olan bir Allah’tan bahsediyor. Şaşırıyor belki Belkıs. Heyecanlanıyor belki Belkıs. Yıllardır beklediğini bu mektupta işitiyor. O heyecan içinde de kavmine, kavminin ileri gelenlerine koşuyor ve haber veriyor: “Bana mühim bir mektup bırakıldı. Bu mektup Süleyman’dan geliyor ve Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla başlıyor.” Belki de Cenab-ı Hak, tıpkı Mücadile Suresi’nin başındaki; “Allah, kocası hakkında sana şikayette bulunan kadının sözlerini işitti” ifadesinde olduğu gibi Belkıs’ın da nicedir bu isimlerini arayan kalbini işitiyor; ona Hz. Süleyman ile bir deva sunuyor.

“Bütün bunlar, bu yorumlar, bu hayaller nereden çıktı şimdi Ahmet?” diyebilirsiniz belki. Haklısınız. Fazla yorum yapıyor, belki hayalimle hakikati incitiyor olabilirim. Ama ne bileyim? Bu ayetin tefsirini yapan On Dördüncü Lem’a’nın İkinci Makamı’nı okurken, fark ettiğim; “Ey insan! Madem rahmet böyle kuvvetli ve cazibedar ve sevimli ve medetkâr bir hakikat-i mahbubedir. Bismillâhirrahmânirrahîm de, o hakikate yapış ve vahşet-i mutlakadan ve hadsiz ihtiyâcâtın elemlerinden kurtul. Ve o Sultan-ı Ezel ve Ebedin tahtına yanaş ve o rahmetin şefkatiyle ve şefaatiyle ve şuââtıyla o Sultana muhatap ve halil ve dost ol...” cümleleri bana böyle şeyler hissettirdi, halen de hissettiriyor...

Şimdi, Belkıs’ı, tıpkı bu paragrafta olduğu gibi, iktidarın vahşet-i mutlakasından sıkılan, ülkesinin ihtiyaçlarından bunalan ve medetkâr bir hakikat-i mahbube (belki başka bir sultan) arayan birisi olarak tahayyül ettim. Bilmiyorum, hata mı ettim? Sürçtüyse kalemimiz, affola... Hakikati ararken bazen böyle ayağımız takılır, düşer. Biz de bilmeyiz ki, düştük. Allah kusurumuzu affetsin. Bizi hakkıyla besmelenin manasına erenlerden eylesin. Öyle ki; tıpkı Belkıs’ın heyecanlandığı gibi koşup insanlara onu haber verelim. Amin...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum