Belki roman olacak bir sahne

Erzurum’da bir köy, ovanın ilk durağı eski adı Mördülük yeni adı ile Tınazlı. Beş atlı orta hızda köye yaklaşıyor. Aralarında konuşuyorlar, üçü sakallı, biri haşmetli bir vücut, göğsüne kadar sakal inmiş. Köyün hemen girişinde ortaya yakın bir yerde, evi var. Hanedan, misafirperer derviş bir adem-i makbul. Köye çok yaklaştılar, nurani saçlar arkadan derviş şekilde uzanmış. “Efe kime gidecektik.” “Oğul Şahan Bey var.” Köyün önünden bir nehir değil çay akıyor, çayı geçtiler, köyün bekçisi “durun kimlersiniz” diye sordu. Müritlerden Hasbi Efendi, “biz muhterem Alvarlı Efenin kardeşi Vehbi Efe ve müritleriyiz, Şahan Bey’in misafirleriyiz.” “Öyle mi” dedi bekçi hemen koştu atının ayaklarına kapandı. “Efe yapma oğul bir fani bir kuluz ,bizi Allah’a secde edilen bu dünyada atın ayaklarına kapanarak mahcub etme, biyedihil hayr her hayır onun elindedir, şükren kesira, şükür bolca ona yapılır.” Hemen kalktı atın önünde çömeldi, Efenin ayaklarını basıp inmesi için bir merdiven kurdu. Efe yavaşça Bismillah, Hasbinallah dedi indi. Adam hemen ellerine kapandı, öptü öptü. Vehbi Efe Erzurum’un bütün köylerine gider oralarda dini sohbetler eder, hatmeler kurar, zikir meclisleri yönetirdi.

Kardeşi Alvarlı Efe, ona birgün iktidarın tarikatlara iyi tavırlarının olmadığını, biraz köylere gitmekten geri durmasını söyler. O da dinler birşey demez. Dışarı çıkar yine köye gidip insanlara iman, ibadet, zikir, sohbet, takva anlatacaktır. Başını kaldırır, ”Allahım büyük kardeş baba makamındadır, sözünü tutmam gerekir, Sen ise bu dini mübinin sahibisin, Sen ise yürü hedefine milletin bütün elindeki Osmanlı ananelerinin ve uygulamalarının alındığı bir dönemde dinin imdadına koşmamız gerektiğini söylüyorsun. Yarabbi ben yine senin buyurduğun gibi gideceğim” der ve yürür.

İşte o zamanda Hasankale’den ta Erzurum’a oradan Mördülük köyüne gider. Efe şanına ve azametine uygun karşılanır, o gün istirahat ederler. Ertesi gün köyün ekabirlerinin, beylerinin evlerine giderler, orada başlarına toplanan müminleri irşat ederler, dini yaşamanın zorunluğundan bahseder. Peygamberin (asm) hayatından örnekler verir. Romantik tahliller yapar, cemaat ağlar “Alllahım bizim halimiz ne olacak“ diye sızlanırlar.

Mondros’tan ta Menderes’in iktidara gelişine kadar bu büyük millet birçok felaket yaşar, saysız insan şehid olur, onlar bu topraklar için toprağa düşmüş askerlerdir. Öyle ki Anadolu’da bir toprak parçası kalır elimizde, doğduğundan beri istiklale aşık olan millet pes etmez, garbın afakını çelik duvar sarmışsa onun iman dolu göğsü gibi serhaddi koruyanı vardır. Bunları düşünür derviş ve alim adam. Yürür maksadına gider, ayağı taşa değmez.

İşte geldiği yer bu sefer Mördülük köyüdür. Akşam büyük misafir odasında hazırlık yapılır, idare lambaları löküzler kurulur, gece karanlığında zikir meclisi başlar, üç halka insan dizilmiştir. Zikrin büyüğü lailahe illlallahtır.

Zikrin arkasından Efe şu manaları serpiştirir akıllara, kalplere:

“Lailaheilllah’da şöyle bir müjde var ki hadsiz hacata (ihtiyaçlara) müptela ‘düşkün, nihayetsiz adanın (düşman) hücumuna hedefe olan ruh-u insani şu kelimede öyle bir nokta-i istimdad (kurtarıcı) bulur ki bütün hacatını (ihtiyaçlarını) temin edecek bir hazine-i Rahmet kapısını ona açar.

Ve öyle bir nokta-i istinad bulur ki (dayanak noktası) bütün adasının şerrinden emin edecek bir kudret-i mutlakanın (sonsuz bir gücün) sahibi olan kendi Mabudunu (taptığını) ve Halıkını (yaratıcısını) bildirir ve tanıttırır. Sahibini gösterir. Maliki (sahibi ) kim olduğunu irae eder. Ve o irae ile kalbi vahşet-i mutlakadan ruhu hüzn-i elimden kurtarıp ebedi bir ferahı, daimi bir süruru (neşeyi) temin eder. (L)

O sırada bir küçük kız sekiz yaşlarındadır, gelir hatmenin bir yerine ilişir, o da zikretmeye başlar. Bu Şahan Beyin küçük kızı Rüveyde’dir. O da döner döner yorulur, Lailaheillah der, düşer uyur, lambalar yanında Efe Hazretleri “Şahan Bey maşallah senin küçük kızın daha şimdiden bize mürid olmuş” der. Dedem “inşallah Efe” der.

Sonra gazel ve ilahiler faslı başlar. Efe Hazretleri def ile harika, estetik ve vücudu ile birleşen zikirler huzzar onunla birlikte zikrederler, söylerler, Cennetten bir köşe olur.

Gazellerden biri Fuzuli’nin bütün islam dünyasına yayılmış olan Beni Candan Usandırdı musammat gazelidir.

1.Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhımdan murâdım şem'i yanmaz mı

2.Kamu bîmârına cânân devâ-yı derd ider ihsân
Niçin kılmaz bana dermân meni bîmâr[ı] sanmaz mı

3.Şeb-i hicrân yanar cânım döker kan çeşm-i giryânım
Uyarır halkı efgânım kara bahtım uyanmaz mı

4.Gül-i ruhsârına karşu gözümden kanlı akar su
Habîbüm fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı

5.Gamım pinhân dutardım ben dediler yâre kıl rûşen
Desem ol bî-vefâ bilmen inanır mı inanmaz mı

6.Değildim ben sana mâil sen ettin aklımı zâil
Bana ta'n eyleyen gafil seni görgeç utanmaz mı

7.Fuzûlî rind-i şeydâdır hemîşe halka rüsvâdır
Sorun kim bu ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı

Vezni

Mefâîlün Mefâîlün Mefâîlün Mefâîlün

Günümüz Türkçesi

1. Sevgilim beni candan usandırdı, kendisi cefadan usanmaz mı? Ahımdan felekler yandı muradımın mumu hâlâ yanmayacak mı? (Arzuma kavuşmayacak mıyım?)
2. Sevgili, bütün hastalarının (âşıklarının) dertlerine deva bağışlar, fakat bana niçin derman vermez, beni hasta (âşık) sanmaz mı ki?
3. Ayrılık gecesinden canım yanar, ağlayan gözlerim kan döker; feryatlarım halkı uyandırır. Kara bahtım uyanmaz mı?
4. Yanağının gülüne karşı gözümden yaşlar kanlı olarak akar. Sevdiğim! Bu, gül mevsimidir, bu mevsimde akarsular bulanık akmaz mı?
5. Ben gamımı gizli tutuyordum; Sevgiline aç.” dediler. Fakat derdimi söylesem, bilmem o vefasız inanır mı, yoksa inanmaz mı?
6. Ben sana düşkün değildim; sen benim aklımı başımdan aldın. Bu halimden dolayı bana dil uzatan gafil, seni görünce, bana hak vererek, söylediğinden utanmayacak mı?
7. Fuzuli, aşk yüzünden çılgına dönmüş bir rinttir. Bu yüzden de daima dile düşmüştür. Ona sorun ki, bu ne biçim sevgidir, bu sevgiden usanmayacak mı?

İzahlar:
1. Gök manasına gelen felek kelimesinin çoğul hâlinde kullanılması, eskilerin gökyüzünü iç içe dokuz kubbeden meydana gelmiş etmelerinden dolayıdır. Divan edebiyatı manzumelerinde nüh felek, nüh kıbâb tabirlerine çok rast gelinir; nüh, Farsça dokuz demektir, kıbâb da, Arapça “kubbe”nin çoğuludur.
Muradım şem’i, tamlayan eki kullanılmamış Türkçe bir isim tamlaması olup, tamam söylenişi “muradımın şem’”ıdır. Ahın gökleri tutuşturması, onun yanık ve ateşli olmasından dolayıdır. Ondan sonra, mumun ışığı nasıl karanlığı giderir, etrafa ışık ve ferahlık saçarsa, insanın da muradı yerine gelince, öyle kederleri dağılır. Muradın muma benzetilmesi bu yüzdendir.
Kamu; Bütün, hep manasına bir Türkçe kelimedir.
Devâ-yi derdi (f. is. t.) Derdin devası,
İkinci mısradaki bimâr kelimesinin mâr hecesi, vezinde, bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak surette uzatılarak okunmalıdır.

3. Şeb-i hicrân: (f. is. t.) Ayrılık gecesi.
Çeşm-i giryân: (f. s. t.) Ağlayan göz.
Uyarmak, uyandırmak demektir.

4. Gül-i ruhsâr: (f. is. t.) Yanak gülü, yanağın kırmızılığı. Tamlananla tamlayanın bir birine bağlanışı, aralarındaki benzeyiş yüzündendir.
Fasl-i gül: (f. is. t.) Gül mevsimi, ilkbahar.
Bu beyitte cidden zevkli bir hüsnü talil vardır:
Şair, birinci mısrada sevgilisinin gül yanağı karşısında kanlı yaş döktüğünü söyledikten sonra, gül mevsiminde, yani ilkbaharda suların coşkun ve bulanık aktığını zikrederek kendisinin kanlı yaş dökmesini de böyle zarif bir sebep ve mazerete bağlıyor.

5. Bu beyitte tutardım kelimesinin dutardım ve bilmem kelimesinin bilmen şeklinde kullanılışı Azeri lehçesi icabıdır.

6. Görgeç, görünce demektir Eskiden bilhassa Çağatay lehçesinde kullanılan bu tarzdaki fiil sığalarına Fuzûli’de de çok rast gelinir. Gene Divan Edebiyatı mahsullerinde, bu fiil kiplerinin görücek, gelicek, gidicek tarzında da kullanıldığı görülür.

7. Eski edebiyatımızın birçok beyitlerinin manasını iyice kavramak için, bu beyitte geçen Farsça rind (rint) kelimesinin aldığı geniş manayı bilmek lâzımdır. Rint; dünyayı fani bilip onun derdiyle zevkini gözünde bir tutan, içinde bulunduğumuz gerçek âlemin kayıtlarına, servetine, mevkilerine bakmayıp başka bir âlemin, kendi gönül dünyasının bazıları, coşkunlukları içinde yaşayan bir tip, eski telâkkiye göre, olgun, kâmil insan tipidir.
Rind-i şeydâ (f. s. t.) Divane rint, aşk yüzünden çılgına dönmüş rint.
Bu bir musammat gazeldir. Evvelce izah edildiği veçhile, gazelin asıl kafiyelerinden başka, her beytinin birinci mısraının ortasıyla sonunda ve ikinci mısraının ortasında da ayrı üç kafiye bulunan gazellere musammat gazel denir.

Efe şiiri coşarcasına daire ile def ile çalar kimde hal kalır ki, çünkü gazel ilahi aşkın anlatımıdır, şikayet değil halini arzdır. Türk ve İslam dünyasının en harika gazellerindendir. Bu gazeli ilk defa annemden defle dinlemiştim, lisede hocayken ben de sınıfta okumuştum, söylemiştim sonra öğretmenler geldiler onlara da söyledim.

Anam yıllarca Erzurum’da mevlitlerde bu gazeli söyler coşturur, ağlar ve ağlatırdı. Cennet bunu buralarda söylemek ve insanları ruhani iklimlere götürmektir.

Gazellerden biri de yine Fuzuli’nin Su kasidesidir. Uzun kasidenin birkısmını ağlayarak söyler Efe hazretleri. Çünkü bu şiir Peygamberimiz (asm) için yazılmış en meşhur şiirdir, bu da asırlarca söylenmiş ve söylenmektedir. Bunları kaldırdık yerine ne koyduk ruhsuz pop şarkılar.

Nat-ı Şerif, Medh-i Fahri Kainatın (kainatın kendisiyle öğündüğü Peygamberin övülmesi için yazılmıştır) Kainat bu yaşadığımız okul, kitapları var, öğretmenleri 124 bin peygamber. Bak işte dünyaya bu kadar öğretmen göndermiş insanlar kainatı ve kendilerinin manalarını anlasınlar diye. Öğretmen gönderilmeyen yerde sınav olmaz, öğretmenin varlığı sınavı gerektirir, o da kıyameti. (Kıyamet aslında sorgulama salonudur.)

Saçma ey göz eşkten gönlümdeki odlare su
Kim bu denli tutuşan odlare kılmaz çare su

Gönül gönlümdeki ateşe su serpme çünkü bu derece yanan bir gönlü su ile söndüremezsin. Kainatın sahibinin en önde gelen peygamberinin onu sevenlerin ruhunda meydana getirdiği elemi hangi su dindirebilir. Bunu ıztırabı dindirmek için tahayyül etmek büyük sanat dehasıdır. Fuzuli Türk dünyasının en büyük şairidir. Bu imajdan dolayı (Lütfen şiirin kelimelerini çözerek anlamaya çalışalım, işimiz çok ama içinde iş için ıztırap olacak. Bazan belediyenin yollarını kazan garibanlara bakıyorum, neler çekiyorlar bu sıcağın altında. Kendime bakıyorum, kıskançlık rüzgarları lodosa dönüyor o da benim ıstırabım. Kafa kafaya verip bu büyük edebiyatı ve kültürü anlatacağımız yerde birbirimizi yiyoruz, bunu hesabı büyüktür ruz-ı mahşerde.

Saçma ey göz eşkten gönlümdeki odlare su
Kim bu denli tutuşan odlare kılmaz çare su

Âb-gûndur günbed-i devvar rengi bilmezem
Ya muhît olmuş gözümden günbed-i devvare su

Zevk-i tiğinden aceb yok olsa gönlüm çak çak
Kim mürur ilen bırakır rahneler divare su

Suya versin bağ-ban gül-zarı zahmet çekmesin
Bir gül açılmaz yüzün tek verse bin gül-zare su

Ohşadabilmez gubarını muhharir hattına
Hame tek bakmaktan inse gözlerine kare su

Arızın yadiyhle nem-nak olsa müjganım nola
Zayi olmaz gül temennasiyle vermek hare su

Hayret ilen parmağın dişler kim etse istima
Parmağından verdiği şiddet günü Ensar’e su

Eylemiş her katreden bin bahr-i rahmet mevc-hiz
El sunup urgaç vuzu için gül-i ruhsare su

Hâk-i payine yetem der ömrlerdir muttasil
Başini taştan taşa urup gezer avare su

Zerre zerre hâk-i der-gâhina ister sala nûr
Dönmez ol der-gâhtan ger olsa pâre pâre su

Zikr-i na’tin virdini derman bilir ehl-i hatâ
Eyle kim def’-i humar için içer mey-hâre su

Yâ Habibu’llah yâ hayru’l-beşer müştâkinim
Eyle kim leb-teşneler yanip diler hemvâre su

Sensin ol bahr-i keramet kim şeb-i Mirâc’da
Şeb-nem-i feyzin yetirmiş sâbit ü seyyâre su

Bîm-i dûzah nâr-ı gam salmış dil-i sûzânıma
Var ümîdim ebr-i ihsânın sepe ol nâre su

Yümn-i na’tinden güher olmuş Fuzûli sözleri
Ebr-i nîsandan dönen tek lü’lü-i şeh-vâre su

Hâb-i gafletten olan bîdâr olanda rûz-ı haşr
Hâb-ı hasretten dökende dîde-i bîdâre su

Umduğum oldur ki Rûz-i Haşr mahrûm olmayam
Çeşme-i vaslın vere ben teşne-i dîdâre su

Gam günü etme dil-i bîmârdan tiğin diriğ
Hayrdır vermek karanu gecede bîmâre su

İste peykânın gönül hecrinde şevkim sâkin et
Susuzum bir kez bu sahrâda benim’çün ara su

Ben lebin müştâkiyim zühhâd kevser tâlibi
Nitekim meste mey içmek hoş gelir huş-yâre su

Ravza-i kûyuna her dem durmayıp eyler güzâr
Aşık olmuş gâliba ol serv-i hoş-reftare su

Su yolun ol kûydan toprağ olup tutsam gerek
Çün rakîbimdir dahi ol kûya koyman vâre su

Dest-busı arzusiyle ger ölsem dostlar
Kûze eylen toprağım sunun anınla yâre su

İçmek ister bölübülün kanın meger bir reng ile
Gül budağının mizâcına gire kurtare su

Tînet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i âleme
İktida kılmış tarîk-i Ahmed-i Muhtâr’e su

Seyyid-i nev’-i beşer deryâ-yi dürr-i istifâ
Kim sepiptir mu’cizâtı âteş-i eşrâre su

Kılmak için tâze gül-zâr-i nübüvvet revnâkın
Mu’cizinden eylemiş izhâr seng-i hâre su

Mu’cizi bir bahr-i bî-pâyân imiş âlemde kim
Yetmiş andan bin bin âteş-hâne-i küffâre su

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.