Beklenen kişi…

Odanızda tek başına çaresizce oturuyorsunuz. Yaşadığınız olaylar ve çektiğiniz sıkıntılar sizi hayattan bezdirmiş bir durumda. Neden ve nasıl soruları odanın havasını çoktan değiştirmiş. İnandığınız şeyler size yetmiyor ya da sizi bu sıkıntıdan kurtarmıyor vehmindesiniz. İstinat noktalarınız birer birer sarsılıyor. Çok muhtaç ve aciz bir haldesiniz. Tam o anda içeriye, nur yüzlü, ak saçlı, aksakallı bir ihtiyar geliyor. Sıkıntılarınızı dinleyip, derdinize derman olduktan sonra ortadan kayboluyor…

Dertlerimizden ne kadar kolay kurtulduk değil mi? Artık bir sorun kalmadığına göre, yaşamımıza kaldığımız yerden tekrar devam edebiliriz. Yalnız bir sorun daha var. Bu sıkıntılar, bu acılarla yarın bir gün tekrar karşılaştığımızda bu zatı nasıl bulacağız? Gözlerimiz kapıda onu beklerken, biterse ömür…

Hayatta, sıkıntılar, dertler ve acılar bir yerde bitse, diğer taraftan tekrar devam ediyor. Yol, sadece en başta ikiye ayrılmıyor. Bizim kaçırdığımız nokta beklenen kişinin bizden önce gelip odamıza bir not bıraktığının farkında olmayışımız. O not bir köşede dururken, biz daha olağandışı bir şeyle ihya olmak hayalindeyiz.

Bu durumun bir başka yönü de, sıkıntılarımızın ve dertlerimizin nedenini ararken kendimizi suçlu görmeyişimiz. Bu da beraberinde, bizi, sorgulanması gerekenlerden uzak tutuyor. Kendimizi geliştirmekten ve olgunlaştırmaktan uzak, dalgalı sularda boş çırpınışlarla batıyoruz. Yanı başımızdaki sandalın bizi kurtarmasını bekliyoruz. Aslında beklediğimiz yardım kapımızdadır. Kapıyı açmak zor gelir…

Sıkıntıları ve acıları bir engel değil, fırsat olarak görmek ve bununla beraber etrafımıza daha dikkatli bakıp, elimizin altındaki iksirleri fark etmek, hayatın gerçekleri içerisinde bir çıkış yolu bulmakla eş değer kıymetinde. Bu konuda, fikren biraz destek aldığım Nietzsche’nin sözlerine yer vermek istiyorum:

“Sefahat, duraklamak ve geriye bakmamak eğilimindedir, oysa acı hep nedenleri sorar. İnsan ağrılarda incelir. Sürekli kurcalayan, törpüleyen acı, ruhun toprağını altüst eder. Yeni düşünce meyveleri için gerekli havalandırmayı sağlayan da bu alt üst oluştur.”

İşte burada en mühim nokta, acı veren her ne ise, bunun bize bir ikram olduğunu anlamaktır. Ruhumuzun bu altüst oluşunda, yaptığımız sorgulamaların bizi götürdüğü veya götüreceği hak yoluna bir kapı açılır. Bu sorgulamalar, kabuğundan çıkmak isteyen bir canlının hissettiği halet-i ruhiyeye benzer…

Böyle bir anda sığınıp, bir nokta-i istinat aramak, sorgunun kalbi yönünü kuşatır. Kalp, aklın kumandanı olduğu kabul edildiğinden, bu sorgulama rabbe sığınmakla başlar, ona şükretmekle biter…
Burada, hislerime tam tercüman olan, Üstadın sözlerine yer vermek istiyorum:

“Malûmdur ki insan, hasb-el kader çok yollara sülûk eder. Ve o yolda çok musibet ve düşmanlara rastgelir. Bazan kurtulursa da bazan da boğulur. Ben de kader-i İlahînin sevkiyle pek acib bir yola girmiştim. Ve pek çok belalara ve düşmanlara tesadüf ettim. Fakat, acz ve fakrımı vesile yaparak Rabbime iltica ettim. İnayet-i ezeliye beni Kur'ana teslim edip Kur'anı bana muallim yaptı. İşte Kur'andan aldığım dersler sayesinde o belalardan halâs olduğum gibi nefis ve şeytan ile yaptığım muharebelerden de muzafferen kurtuldum.”

Rabbim, odamıza ve başucumuza bırakılan notları görmeyi nasip etsin! STarg

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
12 Yorum