Bediüzzaman’ın muhakeme ve müşahade yönü

Bediüzzaman’ı muhakeme gücü ve yeteneği noktasında Şeyhülislam Mustafa Sabri ile karşılaştırmak mümkün. Bunun iki nedeni var. Bunlardan birisi, son devrin veya daha doğrusu geçen yüzyılın en müdakkik alimlerinden birisi olan Şeyhülislam Mustafa Sabri’nin muhakemeci yönüdür. İkincisi, nakli ilimlerle pek ilgilen(e)memesidir.

Zahit el Kevseri ile birlikte yeni dönemin sürgünleri arasında olmuştur.  İttihatçılarla yıldızı barışmayan bu ikili bilahare ‘Ankara mezhebi’ olarak adlandırdıkları Kemalistler karşısında çareyi Türkiye’den gitmekte ve firar etmekte bulurlar. Bir daha da vatana geri dönmezler. Dau sıla/vatan hasretiyle diyar-ı gurbette vefat ederler. Mısır’a diyar-ı gurbet diyorsak da biraz sözün gelişi. Zira, neticede Mısır da bir İslam toprağıdır. Merhum Mehmet Akif Ersoy farklı bir siyasi meşreptendir ve o da Kevseri ve Mustafa Sabri gibi Mısır’ın yolunu tutmuş lakin gidişi onlara nazaran hayli geçtir. Ayrıca hastalık döneminde de avdet etmiş; İstanbul’a yeniden dönmüş ve Türk halkı da kendisini de bağrına basmıştır. Tesiri de buna bağlı olarak daha derin, köklü ve geniş olmuştur.

Şeyhülislam Mustafa Sabri kelam ve akli ilimlerde yed-i tula (uzun kulaç) sahibidir. Eserlerini ve telifatını genelde bu alanda vermiştir. Zahit el Kevseri gibi nakli ilimlerle fazla meşgul olmamıştır. Zahit el Kevseri’nin alanı ise hadis ve fıkıhtır.  Nakli ilimlere yönelen Zahit el Kevseri’nin üslubu Mustafa Sabri’ye nazaran gayet akıcıdır. Kelam bağlamında modern meselelere de temas eden Şeyhülislam Mustafa Sabri’nin üslubu ise ağdalı yani takidattan hali değildir.  Zahit el Kevseri nakli ilimlerle uğraştığından dolayı kitap kurdudur ve bu nedenle ikinci mekanı ise kütüphanelerdir.  Daru’l Kütüb el Mısriyye (Mısır Milli Kütüphanesi) uğrak yerlerinden birisidir.  Şeyhülislam Mustafa Sabri ise zannımca meşrebi ve ilgi alanı gereği buraya uğramamıştır bile (bu hususta bilgisi olanlar tashih babından katkıda bulunabilir).

*

nursi_mustafa_sabri.jpgZaten Şeyhülislam Mustafa Sabri’nin ziyaretine gidenlerin ilk dikkatini çeken hususlardan birisi evindeki kitaplarının azlığıdır. Bediüzzaman’ın bir yönüyle Şeyhülislam Mustafa Sabri ile buluşan ve bir de ondan ayrılan yönü vardır. Sebilürreşad sahibi Eşref Edip Mustafa Sabri’ye benzeri bir yönüne tanıklık eder ve okurlarıyla bunu paylaşır: ”Üstad’la tanışmamız kırk seneyi geçti. O zamanlar hemen her gün idarehaneye gelir.  Mehmet Akif’ler, Babanzade Ahmet Naim, Ömer Ferit Kam, İzmirli İsmail Hakkı ile birlikte saatlerce tatlı tatlı musahabelerde bulunurduk. Üstad, kendisine mahsus şivesiyle yüksek ilmi meselelerden konuşur, onun konuşmalarındaki celadet ve şehamet bizi de heyecanlandırırdı. Harikulade fıtri bir zeka, ilahi bir mevhibe. En mu’dil (çetrefil) meselelerde zekasının kudret ve azameti kendisini gösterir. Daima işleyen ve düşünen bir kafa.  Nakillerle pek meşgul değil. Onun rehberi yalnız Kur’an. Bütün feyiz ve zeka kaynağı bu…”

Zekavet ile Kur’an’ın buluşması.  ‘Nakillerle fazla meşgul değildi’ ibaresini nasıl anlamak gerekir?  Esasında, Bediüzzaman Kur’an-ı Kerim’i kendisine rehber almış ve Gazali’nin deyimiyle Kur’an cevherleri içinde tefani etmiş ve kendinden geçmiş bir zattır.

*

Yani Zahit el Kevseri gibi her ikisi de nakil alanıyla fazla meşgul değiller. Bunun nedenini Bediüzzaman tasavvufla ilgili ifadelerinde de görmek mümkün.  Temellerin sarsıldığını gören Beiüzzaman bütün mesaisini bunu tahkime adıyor.  Bu meseleyi şöyle izah edebiliriz: Asr-ı saadette Kur’an nüzül ettiği sırada temel mesele onun zaptı ve gelecek nesillere aktarılmasıdır. Hadis hizmeti ve tedvini ise bu anlamda Kur’an-ı Kerim’in cem ve tertibini izleyecektir.  Hakikaten de böyle oluyor. Birinci yüzyılın müceddidi Ömer Bin Abdulaziz’in kampanyasıyla birlikte hadis tedvinine başlanıyor ve İmam Zühri bu görevi deruhte ediyor.  Keza hadis rivayetinde Ebu Hureyre ve Hazreti Aişe gibi ezvac-ı tahirat ve bazı sahabelerin kesretli rivayetlerine rağmen Hazreti Ebubekir ve Hazreti Ömer’den menkul rivayet  oldukça azdır. Onlar müksirundan değil, mukillundandır.  Bediüzzaman’ın vaziyetini onlarınkiyle karşılaştırmak mümkündür. Bu fazilet meselesini etkilememektedir. Yani Bediüzzaman sufilerin tabiriyle anın vacibini idrak etmiş ve önceliğini ona hasretmiştir.

Şeyhülislam Mustafa Sabri akli muhakeme konusunda asrının önemli isimlerinden birisidir. Hasımlarını ilzam edecek üslup ve güce sahiptir. Arapların deyimiyle bu alanda mütemerris yani deneyimlidir.  Lakin cedel son dağlamak gibidir ve Bediüzzaman ise ilzam yerine ikna mesleğini esas almıştır. Bu şefkat mesleğine de uygundur. Dolayısıyla Bediüzzaman’da muhakeme var ama onun silah olarak kullanıldığı bağlantılı cedel alanı yoktur. Cedel akim bir meslek ve alandır. Cedel milletlerin hastalığı ve yıkım nedenidir. Bediüzzaman’ın ondan farklı bir tarafı ise müşahade yönüdür. Bu tamamen dad-ı hak yani Allah vergisidir ve buna ledünni ve vehbi ilim de denmektedir. Bu damar Bediüzzaman’ın en bariz özelliklerinden birisidir ve bu yönü, onu Gazali, Mevlana ve İmam Rabbani gibilerin safına dahil etmektedir. Yani Bediüzzanman zülcenaheyndir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.