Bediüzzaman: Nedendir ki vazifeni terkedip, Hâlıkının vazifesiyle fuzuli iştigal ediyorsun?

Bediüzzaman: Nedendir ki vazifeni terkedip, Hâlıkının vazifesiyle fuzuli iştigal ediyorsun?

Bilir misin, neye benzersin? Misâlin bir nefer asker gibidir ki, o nefer, iki vazife karşısındadır.

(Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Nur'un İlk Kapısı adlı eserinden bölümler.)

Yedinci ders

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَ اْلاِنْسَ اِلاَّ لِيَعْبُدُونِ - مَۤا اُرِيدُ مِنْهُمْ مِنْ رِزْقٍ وَمَۤا اُرِيدُ اَنْ يُطْعِمُونِ - اِنَّ اللهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ 1

Ey Said-i gâfil! Nedendir ki vazifeni terkedip, Hâlıkının vazifesiyle fuzuli iştigal ediyorsun? Zalûm ve cehûl vasfına liyâkat kesb ediyorsun ki, daire-i iktidarında olan hafif ubudiyet vazifesini terk ediyorsun. Hâlbuki, zayıf beline, tahammülsüz başına, takatsiz kalbine, Hâlık ve Rezzakına mahsus vazife-i rububiyeti yükletiyorsun. Saadet ve istirahat istersen, vazifene sahip ol, Hâlıkın vazifesini Ona tefviz et. Yoksa sen, şakî bir âsi, fuzulî bir hâin olursun.

Bilir misin, neye benzersin? Misâlin bir nefer asker gibidir ki, o nefer, iki vazife karşısındadır.

Biri: Vazife-i asliyedir ki, o da tâlim ve cihaddır. Sultan ise, şu vazifede ona muavenet eder, levazımatını ihzar eder.

İkinci vazife: Sultana mahsus vazifedir ki, o neferin erzakını ve tayınatını, libasını ve silâhını, atını ve devasını vermektir. Lâkin, bazan neferi, şu vazife-i şâhânede istihdam eder ki, o hizmeti de devlet hesabına yapar. Şu sırdandır ki, taamı pişiren veya karavanayı yıkayan nefere denilse, “Arkadaş, ne yapıyorsun?” O nefer der: “Hükûmet ve devletin angaryasını çekiyorum.” Demiyor, “Rızkım için çalışıyorum.” Zira bilir ki, o vazife-i asliyesi değil; belki rızkı devlete aittir. Hatta hasta olsa, ağzına lokmayı koymaya kadar devlete aittir.

İşte şöyle bir nefer, rızkını tedarik niyetiyle ticaretle iştigal etse, cahil bir şakî olur. Tezyif olunur, tedip edilir. Tâlim ve cihadı terk ettiği için hain ve âsi olur. Tânif ve darb edilir.

Ey Said-i şakî! Misâli anladınsa dinle: Sen o nefersin. Salât ve ibadatın, tâlimattır. Terk-i kebairle, nefis ve şeytanla mücaheden harptir. Senin vazife-i fıtratın budur. Fakat, Cenâb-ı Hak, senin vazifende muvaffık ve muindir.

Amma, rızkın ve hayatın idamesi, emval ve evlâdın muhafazası, Hâlıkına aittir. Fakat bazan seni şu vazifede istihdam eder ki, hazain-i rahmetinin kapılarını kavl ve hâl ve fiil ve sualle dakk-ı bab etmek ile ubudiyet sûretinde hizmet edersin.

Hem, nimetlerinin matbahlarına vasıl edecek yollarda sülûk etmekle seni istimal eder. Ta ki, ya istidat veya ihtiyaç veya fiil veya kal lisânıyla, sen, kaderle tâyin olunan tayınatını ve levazımatını alasın. Bununla beraber, ne derece bir cehle düştüğünü anla ki, ihtiyarsız ve iktidarsız olduğun tufuliyet zamanında en leziz rızkı sana ve hem rızkını tedarik edemeyen bütün zayıf hayvanlara erzaklarını ihsan eden Rezzak-ı Hakikîyi itham ediyorsun ki, ol Rezzak her bir duayı işitir ve her bir hacatı bilir ve her birşeye kudreti erişir. Öyle bir ganidir ki, yeryüzünü, yaz zamanında, zîhayat olan misafirlerine bir matbaha-i Rabbaniye yapar ki, her bir bostan bir kazandır. Ve her bir müsmir meyveli ağaç, bir kaptır. Bütün onları, feyiz ve rahmetinden, et’ime-i lezize ile doldurur. İncecik sicim gibi iplerle indirip bizlere ikram ediyor.

Madem iş böyledir; vazife-i asliyeni yaptıktan sonra, seni istimal ettiği vakit, Onun hesabıyla çalış, Onun namıyla başla. İzin verdiği dairede amel et. Eğer vazife-i asliyen olan ubudiyetle vazife-i ârıziye muaraza etseler, sen vazifene bak. Ötekini, sahib-i hakikî olan Cenâb-ı Hakka tefviz et. Ve نِعْمَ الْمَوْلىَ وَنِعْمَ النَّصِيرُ 3 , حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ 2 de.

1 : “Cinleri ve insanları ancak Bana iman ve ibadet etsinler diye yarattım. Ben onlardan bir rızık istemiyorum; Beni doyurmalarını da istemiyorum. Şüphesiz ki rızık veren, mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan Allah’tır.” Zâriyat Sûresi, 51:56-58.
2 : “Allah bize yeter; O ne güzel vekildir (koruyucu sahiptir).” Âl-i İmrân Sûresi, 3:173. 
3 : “O ne güzel sâhip ve O ne güzel yardımcıdır.” Enfâl Sûresi, 8:40.

Said Nursi