Kur’an’ın anlaşılması

Mithat Efendi Kur’an’ın tefsir edilmesi için asrın başında bir teklif öne sürer. Kimse Kur’an’ın her insanın anlayacağı bir bütünlükte anlaşılmasına yanaşmaz. Ümmet-i  Muhammed kendi kitabını dün de anlamıyordu, bugün de anlamıyor. Sokağa çıkalım bir istatistik yapalım bakalım kaç kişi Kur’an’ın temel tema ve umdelerinin kaçını biliyor.

Mehmet Akif şöyle diyor;

Ya açar bakarız nazm-ı celilin yaprağına
Ya okur geçeriz bir ölünün toprağına
İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin
Ne mazarlıkta okunmak ne de fal bakmak için

Bizim Kur’an ile ilgimizi dramatike eden harika bir metindir bu cümleler. Bu yüzden onun “üç buçuk nazma gömülmüş koca bir ömrü heder” dediği şairliğinin en büyük delili olan Safahat’ı bir yönden de bir tefsir-i şeriftir. Ama Akif de anlatılmaz. Bir istiklal Marşı bir Çanakkale Şehitleri’nin dışında Akif anlatılmaz. Nesiller bu büyük şairin hayatının safhalarını, Kur’an ışığında gören bu büyük adamı anlamamıştır. Milli Mücadele için elinde sırat-ı Müstakim klişesi ile Anadolu’yu dolaşan, her yerde birliği, ittihadı, ihanete karşı birleşmeyi anlatan bu kişi, birden istenmeyen adam ilan edilir. Çevresinde istenmeyenlerin nasıl harcandığını görünce canının endişesi ile Mısır’a gider. Suskun ve meyus yıllardan sonra vatanına ölmek için gelir. Ebedi istirahatgahına gider.

Mithat Efendi, biraz Naci, sonra Bediüzzaman bir edebiyat disiplini ile Kur’an’ın hakikatlerini yeni nesillere anlatmayı gaye edinir: “Kur’an’ımız anlaşılmazsa Cennet’i de istemem“ diyen bu yüksek himmet “sen mi Kur’an’ın anlaşılmasını istiyorsun, al sana al sana” denilerek hapishane hapishane sürülmüş. Hiç bir canlıya yapılmayan zulme maruz kalmış. Sonra dünyadan ümit içinde ama nasıl gitmiştir o da ayrı bir tarif.

150 yıllık değişim tarihimizde toplumu, gençliği kim değiştirmek istemişse birileri onlara hayatı zehir etmiştir. İyi, kötü her ne olursa olsun. Ünlü bir yazar “Düşünüyorum o halde vurun” dediği gibi sağda, solda, solcu, muhafazakar, liberal ne kadar yazar varsa hepsi ya hapishaneyi boylamış, ya kaçmış. Ne oluyor arkadaş? Yazık değil mi şu insanlara? Yazarlık bizde iktidarların boyacısı olmalı yoksa ya hapishane ya da mezarlık!

Akif, Safahat‘ta ihtilafları, anlayışsızları tedavi etmek için seçtiği ayetleri tefsir eder. Bediüzzaman da tevhid ayetlerini tefsir eder çünkü yeni nesillerin yapamadığı kainatı anlamlandırma gayesidir. Nedir insan? Nedir Allah? Nedir Kainat? İmtihan salonu ne demek? Nereye gidiyoruz? Dünyada başka varlıklar var mı? Yağmuru yağdırıp bitkileri ve sayısız nimetleri insana sunana karşı insanın sunacağı bir şey olmalı mı? Nedir evrenin estetik tanzimi? Neden güzellikleri bize arzediyor? Bizden ne isteniyor? gibi daha birçok suallere mantıklı, derinlikli tahlillerle cevap verir.

Mucizat-ı Kur’an’iye özellikle Kur’an’ın tefsiridir. Ama bu eserinde ne yaptığını anlatır:

”Bu mucizat-ı Kur’an’iye Risalesindeki ekser ayetlerin herbiri, ya mülhidler tarafından  medar-ı tenkid olmuş veya ehl-i fen tarafından itiraza uğramış veya cinni ve insi şeytanların vesvese ve şüphelerine maruz olmuş ayetlerdir.”

Üç sınıf için yazılmış. Mülhid ne demek? Dini kabul etmiş sonra dinden çıkmış. Tehlikeli bir sınıf. Onların tenkid ettiği ayetleri tefsir etmiş. Bediüzzaman Kur’an etrafındaki münakaşaları çok iyi biliyor, onları ele alıyor. Sonra bir sınıf da fen ehli. Son iki yüzyıldır ilimler kainata ve insana, tabiata farklı bakış açıları getirmiş. Bunlar kitaplı dinlerin kainata bakış açıları ile kavgaya girmiş. Hıristiyanlıkta da Müslümanlıkta da fenden gelen bu şüphe ve vesveseler, inkarlar cami ve kiliseyi zor durumda bırakmış.

İşte Bediüzzaman fenden gelen şüphelere dönük ayetleri tefsir etmiş. Bir de bu fennin yorumları ile din çatışırken çatışmaları siyaset ve toplumu tahrip etmeye yönelten nihilist marksist ve ateist sınıfı var. Bunlara da cevaplar verilmiş. Üçüncü de cin ve insanlardan şeytan kafalı ve meşum adamlara cevaplar vermiş. Tenkid tarihini iyi taramış, öyle herşeye cevap vermemiş. Eser çok muktedirane yazılmış. Türkçe’yi kullanmakta o kadar maharet göstermiş ki parmak ısırttıracak kadar harika metinler var.

“Mebahisindeki Camiiyet-i Harika” bahsi Kur’an’da anlatılanların sayılmasıdır, icmalidir. Kur’an nasıl kainatı yaratılıştan bugüne bütün vakaları, fizyolojik, psikolojik, yaratılışa taalluk eden, varlık ve varlık ötesi sorunları özetlemiştir. Bediüzzaman da Kur’an’ı özetlemiştir. Bütün Kur’an’ı bu kadar icmali bir nazarla, özetleyici bir nazarla anlatmak onun iktidarına alkış tutulacak bir durum. Bahisteki camiiyyeti özetlemek mümkün değil, ama şu cümleler yansıtıcı cümleler.

“Bütün kainatı bir saray gibi idare eden ve dünyayı ve ahireti iki oda gibi açıp kapayan ve zemin bir bahçe ve sema misbahlarıyla süslendirilmiş bir dam gibi tasarruf eden ve mazi ve müstakbel bir gece ve gündüz gibi nazarına karşı hazır iki sahife hükmünde temaşa eden ve ezel ve ebed dün ve bugün gibi silsile-i şuunatın iki tarafı birleşmiş, ittisal peyda etmiş bir surette bir zaman-ı hazır gibi onlara bakan bir Zat-ı Zülcelal’e yakışır bir tarz-ı beyandır.”

Nasıl bir usta bina ettiği ve idare ettiği iki haneden bahseder. Programını ve işlerinin liste ve fihristesini yapar. Kur’an dahi şu kainatı yapan ve idare eden ve işlerinin listesini ve fihristesini tabiri caiz ise programını yazan, gösteren bir Zat’ın beyanına yakışır bir tarzdadır.”

Bu bakış tarzını Bediüzzaman da Kur’an‘a uygulamıştır. Koca Kur’an’ı tanıdık, bildik bir ev gibi dolaşıp herşeyi anlatmış. İnad ettim bu eseri yüz sahife, bir günde okuyacağım. Yarısını okudum niyetim tamamını okumak hiç böyle yapmamıştım. Bir hoca “kitaplar da yemekler gibidir okudun mu bitireceksin” demiş. Çok doğru ben o kadar büyülendim ki anlatımdaki harika dil ve zeka, hafıza, tahkiye hayret etmemek mümkün değil.

Özellikle şu final cümlesi de olağanüstü.

“Evet şu dünyayı antika sanatlarla süslendiren ve lezzetli nimetlerde dolduran ve sanatperverane ve nimetperverane şu derece sanatının acibeleriyle şu derece kıymettar nimetlerini dünyanın yüzüne serpen, sıravari eden ve zeminin yüzünde seren, güzelce dizen bir Sani bir Münimden başka şu velvele-i takdir ve istihsanla ve zemzeme-i hamd ve şükranla dünyayı dolduran ve zemini bir zikir hane bir mescid, bir temaşagahı sanat-ı ilahiyeye çeviren Kur’an-ı Muciz’ül Beyan kime yakışır ve kimin kelamı olabilir?

Dünyayı ışıklandıran ziya güneşten başka hangi şeye yakışır?

Tılsım-ı kainatı keşfedip alemi ışıklandıran beyan-ı Kur’an Şems-i Ezeliden başka kimin nuru olabilir? Kimin haddine düşmüş ki ona nazire getirsin, onun taklidini yapsın?

Evet bu dünyayı sanatlarıyla ziynetlendiren bir sanatkarın sanatını istihsan eden insanla konuşmaması muhaldir.

Madem ki yapar ve bilir, elbette konuşur. Madem konuşur, elbette konuşmasına yakışan Kur’an’dır.

Bir çiçeğin tanziminden lakayd kalmayan bir Malikül Mülk bütün mülkünü velveleye veren bir kelama karşı nasıl lakayd kalır? Hiç başkasına mal edip hiçe indirir mi?”

Altı cümle derinden derine duyulacak düşünülecek altın cümleler.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum