Bediüzzaman: Kâinatta fevkalâde ucuzluk ve mebzuliyet, sikke-i vahdeti güneş gibi gösterir

Bediüzzaman: Kâinatta fevkalâde ucuzluk ve mebzuliyet, sikke-i vahdeti güneş gibi gösterir

Şirket-i kesret ve taaddüd-ü merkez, her meyve için kemiyetçe, yani adetçe bütün ağaç kadar külfet, masraf ve cihazat ister

(Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Nur'un İlk Kapısı adlı eserinden bölümler.)

On Dördüncü Ders

ONUNCU LEM’A

Evet, nasıl ki bir tarlada ekilen bir nev’i tohum, o tarlanın, tohum sahibinin taht-ı tasarrufunda olduğunu; ve o tohum da, tarla mutasarrıfının taht-ı tasarrufunda olduğunu gösterir. Öyle de, şu anasır denilen mezraa-i masnuatın, vâhidiyet ve besatet ile beraber külliyet ve ihataları; ve şu mahlûkat denilen semerat-ı rahmet ve mu’cizat-ı kudret ve kelimat-ı hikmetin, mümaselet ve müşabehetleriyle beraber çok yerlerde intişarları, ve her tarafta bulunup tavattun etmeleri, bir Sâni-i Mu’ciznümânın taht-ı tasarrufunda olduklarını gösterir. 

Güya her bir çiçek her bir semere, her bir hayvan, o Sâniin birer sikkesidir, birer hâtemidir, birer turrasıdır. Her nerede bulunurlarsa bulunsunlar, lisân-ı hâlle derler ki: “Biz kimin sikkesiyiz, bu yerler dahi onundur.”

En ednâ bir mahlûka rububiyet, bütün anasırı kabza-i tasarrufunda tutan Zâta mahsustur. En basit bir unsuru tedbir ve tedvir etmek, bütün hayvanat ve nebatatı ve masnuatı kabza-i rububiyetinde terbiye edene has olduğunu, kör olmayan görür.

Her bir fert misliyet lisânıyla der: “Kim bütün nev’ime malik ise, bana malik olabilir. Yoksa olamaz.”

Her nev’i, intişarları lisânıyla der: “Kim bütün sath-ı arza malik ise, bize malik olabilir, yoksa olamaz.”

Arz, tesanüd lisânıyla der: “Kim bütün kâinata malik ise, bana öyle malik olabilir; yoksa olamaz.”

ON BİRİNCİ LEM’A

Cüz’de, cüz’îde, küllde, küllîde, bütün âlemde, hayatta zîhayatta, ihyâda olan sikkelerden, hâtemlerden bazılarına işaret ettik. Şimdi, nev’ilerdeki hesapsız sikkelerden bir sikkeye işaret edeceğiz.

Evet, nasıl meyvedar bir ağacın hesapsız semereleri bir terbiyeyle ve bir kanun-u vahdetle bir merkezden idare edildiklerinden, o ağacın terbiye ve idaresindeki külfet ve meşakkat ve masraf o kadar suhulet peyda eder ki, şirket ve kesretle terbiye edilen tek bir meyveye müsavi olurlar. Demek, şirket-i kesret ve taaddüd-ü merkez, her meyve için kemiyetçe, yani adetçe bütün ağaç kadar külfet, masraf ve cihazat ister. Fark, yalnız keyfiyetçedir. Nasıl ki, birtek nefere lâzım olan teçhizat-ı askeriyeyi yapmak için orduya lâzım bütün fabrikalar kadar fabrikalar lâzımdır. Demek, iş vahdetten kesrete geçse, kemiyet cihetiyle, efrad adedince külfet ziyadeleşir. İşte, her nev’ide bilmüşahede görülen suhulet-i fevkalâde, vahdetten ve tevhidden gelen bir yüsr ve suhuletin eseridir. 

Elhasıl: Bir cinsin bütün envâının ve bir nev’in bütün efradının âzâ-yı esasîde muvafakat ve müşabehetleri nasıl ispat eder ki, tek bir Sâniin masnularıdırlar. Çünkü vahdet-i kalem ve ittihad-ı sikke öyle ister. Öyle de, bu meşhud suhulet-i mutlaka ve külfetsizlik, vücub derecesinde icap eder ki, bir Sâni-i Vâhidin eserleri olsun. Yoksa, imtinâ derecesine çıkan bir suubet, o cinsi ve o nev’i in’idama, ademe götürecekti.

Velhasıl, bütün eşya Cenâb-ı Hakka isnad edilse, birtek şey kadar suhulet peyda eder. Eğer esbaba isnad edilse, her birşey, bütün eşya kadar suubet peyda eder. Kâinatta fevkalâde ucuzluk ve mebzuliyet, sikke-i vahdeti güneş gibi gösterir.

Said Nursi