Bediüzzaman: İttihad-ı Muhammedî yeis vermez, ümîd-i hayat ve ittihad verir

Bediüzzaman: İttihad-ı Muhammedî yeis vermez, ümîd-i hayat ve ittihad verir

Bu zamanda İ'lâ-i Kelimetullahın en büyük sebebi maddeten ve mânen terakki etmektir

(Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin DİVAN-I HARB-İ ÖRFÎ adlı eserinden bölümler.)

MAKALE - 16

VEHİM: Bu cemiyet, tefrika verir ve ye'si intac ve vehmi tevlid eder?

İrşâd: Bu tefrika değil, müteferrik cemiyetleri tevhîd etmektir. Yeis vermez, ümîd-i hayat ve ittihad verir. Şöyle ki: O hakîkat-ı uzma ki, nısf-ı küre-i arzda meknun urûk-u zeheb gibi bir köşe ile tecellî etmiş yeni bir şu'le, o hakikatın tamamen keşfine bir beşarettir. Hem de kuvveden fiile çıkmış bu parça (İttihad-ı Muhammedî) (A.S.M.) kar'-ul â'sâ gibi mü'minleri ikaz ile şevk-i vicdaniyle tarîk-ı terakkide Ka'be-i kemâlâta doğru sevk edecektir. Zîra bu zamanda İ'lâ-i Kelimetullahın en büyük sebebi maddeten ve mânen terakki etmektir. Çünkü ecnebîler terakki ile bize galebe çaldılar. Biz de muhalefet-i Şeriat ve su-i ahlâkımızla onlara yardım ettik.

Şimdi bize lâzım; o silsile-i müteselsile-i nûrânîyi -ki merakiz-i İslâmiyeyi birbirine rabt etmiş, o silsilelerin sükûn ve sükûnetleriyle gaflet ettik, anlayamadık, istifade edemedik. Onları- ihtizaza getirmektir. Ve uhuvvet çekirdeğinde mündemiç olan muhabbete şecere-i tûba gibi neşv-ü nemâ vermektir.. Ve hamiyet-i İslâmiyeyi galeyana getirmekle imtizac ve ittihad-ı anasırın husuliyle kuvvet ve mârifeti tevlid etmektir. (Volkan'da "etmektir" kelimesinden sonra şu cümle vardır: "sadedden çıktık, ne yapayım şimdi hayalime geldi.. Şöyle ki âmir..")

Hem âmir ve hâkim vicdanî olmalı. Yoksa daima istibdadın taht-ı tahakkümünde bulunacağız. Âmir-i vicdanî de tenevvür-ü fikre tevakkuf eder. Tenevvür-ü fikir ise, umumda ya mârifet-i âmm veya medeniyet-i tâm veya İslâmiyetin hissiyle olacaktır. Halbuki binden on tane medeniyet veya marifetle münevver-ül fikirdir. Bu ise, âheng-i terakkiyi ihlâl eder. Âheng-i ittiradî için Nûr-en nur olan Din-i İslâmı menar ve rehber etmeliyiz. Tâ herkes de münevver-ül fikir gibi olsun. Zîra, hiss-i dîn ile en âmî, en münevver-ül fikir gibi mütehassistir. Fikri münevver olmasa da kalbi münevverdir. Hissiyât güzel olursa, efkâr da müstakim olur.