Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

Bediüzzaman Hazretlerinin Hayat Safhaları ve Yanlış Bir Yazının Tashihi

14 Temmuz'da Risale Haber'de Said Genç ismiyle, Üstad Hazretlerinin hayatındaki evre, yani dönemlerine temas eden bir yazı yayımlanmıştı. Hem dili hem de muhtevasına itiraz ettiğim yazıda, ciddi yanlışlar ve eksikler vardı. Üstadın hayat dönemi diye orada anlatılanların tamamına yakını ya eksik ya da hatalıydı. Üstadın orada iddia edildiği gibi "terk-i dünya, terk-i ukba, terk-i terk" diye bir hayat safhası yoktur. Bahsedilen bu terkler, "Sözler" kitabında bir sualde geçmektedir ki bunlar, hayatıyla ilgili olmayıp bu üç şeye yaklaşımını anlatmaktadır.

27. Söz'deki sualde "bazı tarikat kahramanlarının dünyayı, nefis hesabına ahireti, hem vücudunu, hem de gurura düşmemek için bu terkleri unutmayı tavsiye etmelerini, bir kemâl, hakiki marifetullah için bir yol olduğu" düşüncesinin doğru olup olmadığı sorulmaktadır üstada. Bediuzzaman Hazretleri bu önemli suale âcizane bana göre, hem insanın mânevi cephesini hem de sahabe mesleğinin esaslarını tam tespit ederek, aslında ilaç niteliğinde bir cevap veriyor. Bu cevap üzerinde ehli tarafından geniş bir çalışmanın yapılmasını çok arzu ve tavsiye ediyorum ayrıca.

Buradan hareketle, üstadın hayat dönemlerini "terk-i dünya,terk-i ukba, terk-i terk" diye ayırmak, en hafifiyle bu hayatta yabancılık ve bu nezih hayatı bilmezlik olur. Böyle tasnifler, belki üstadın yine çok ehemmiyetli gördüğüm "Dünyanın üç yüzü vardır" tarif ve tasnifinin bazı zihinlere yansıması olabilir belki. Ama o da tam oturmaz. Çünkü Üstad bütün hayatında, zaten dünyanın sefahat ve lehviyata bakan yönlerini terk etmiş. Belki meslek ve meşrebini, dünyanın Allah'ın isimlerine ayine ve ahiretin tarlası olma cihetine bina etmiştir.

Hazret-i Bediüzzaman'ın hayatını ya da hayat safhalarını doğru ve efradını câmi şekilde yazmak veya tahlil etmek, bizim gibi, her faninin biricik hedefi olabilir belki. Fakat bu, analitik bir zihin, yüksek bir tefekkür dünyası, geniş bir dil kabiliyeti, daha da önemlisi onun yine biricik davası olan Risale-i Nur Külliyatına derin bir nüfuzla mümkün. Bunca senedir okuduğumuz eserlerin bazı kısımlarına, daha yeni yeni nüfuz edebilmiş bir faninin işi hiç olamaz. Onun için daha usta bir kalem olan Hüseyin Çeşitçioğlu hocamızdan istedik. Ama o da şimdiye kadar olmadı. Değerli ve yazılarına çok kıymet verdiğim hâdim-ul Nur Hüseyin Yılmaz kardeş de üstadın hayatını yazıyor zaten. O kitabı da heyecanla bekliyoruz. Belki bu yazımızın, mezkur yazının yanlış ve eksiklerini göstermesi bakımından küçük bir deneme ve önemi olabilir.

Hiç ekleme ve çıkarma olmadan, üstadın kendi tâbiriyle de sabit ki onun bereketli ve çilekeş hayatını üç döneme ayırıyoruz. Kendisinin "Birinci, bazen de Eski Said" dediği ve yine kendi izahatıyla "İslam'ın hayat-ı içtimaiyesiyle münasebettar olan" dönemidir ki bu dönem, tamamıyla Osmanlı Döneminin Said Nursi'sidir. Bu dönemde, felsefe ve fennî ilimlerle de alakadar olarak, biraz aklî gitmiştir. Yeni dönemin ceberrut uygulamaları ve inkâr cephesinin sinsice ve ilim ve fennî de kullanarak daha çok iman esaslarına hücum dönemiyle başlayan "Yeni Said Döneminde" ise, daha çok akıl ve kalp ittifakıyla hareket etmiş; "Birinci Said Döneminde" inşa ettiği, Kur'an'ın yüksek semasından Nurları almasına basamak olabilecek, Kur'an arşına dayadığı mânevi merdivenin basamaklarında, yine takva, sabır, cehd ve ilimle ilerlemiş; Risale-i Nur adını verdiği külliyatı yazmaya muvaffak olmuştur. Başka bir ifadeyle, insanı maksud-u bizzat olan yüksek ilimlere götürecek, âlet ilimlerini (Arapça, sarf, nahiv vs.) elde ettiği "Eski Said", bu yeni dönemde, bu birikimini, Nurları Kur'an'dan almaya basamak yapmış ve bunu da bîhakkın ve bîiznillah başarmıştır. Osmanlı'nın yıkılışını önlemek, belki de geciktirebilmenin ilmî, siyasî, idarî, hukukî ve daha önemlisi eğitim cihetleri ile yollarını gösterdiği Eski Said, şartların tamamen değiştiği yeni döneme göre mücahede şeklini de değiştirmiş; sosyal hayattan, siyasî sayılabilecek hâllerden uzak durmuş; "Yeni Said" olarak, Nur Külliyatının telifine başlamıştır.

Onun çok partili hayata geçişle ve Afyon hapsinden sonra başlayan, vefatına kadar süren, yine kendi ifadesiyle "Üçüncü Said Dönemi" ise, yine bana göre "Eski ve Yeni Said Döneminin" bir sentezidir. Her üç dönemde de "hediye kabul etmemek, mücerret (evlilik yapmadan) yaşamak, birbirinin peder ve veledi konumundaki din ve fen bilimlerinin birlikte verilmesinin (okutulmasının) temini, Kur'an'ın sönmez ve söndürülemez bir nur olduğunun ispatı ve ilânı, sünnet-i seniyyeyi ihya, merkezinde milletin kalbi konumundaki meclisin bulunacağı Asr-ı Saadet modeli bir idarenin tahukuku" gibi, ideal ve hayat tarzları ortaktır. Her üç dönemin ortak özellikleri arasına, İslam'ın müstakim çizgisi ve dört hak mezhebi de içine alan "ehl-i sünnetin" temiz itikadının kalesi olma ve ısrarlı savunuculuğunu da alabiliriz ki bu çok önemlidir. Hele zamanımızda, daha da önemli hâle gelmiştir. Nur talebelerinin bid'a sayılabilecek sapmalara şiddetli tepkilerinin arkasında, Risale-i Nurların bu konudaki hassas, doyurucu, izah ve ispatlarının olduğunu söyleyebiliriz.

Hazret-i Bediüzzaman'ın muhakkak ki her üç dönemi de sünnet-i seniyye dairesinde azâmî derecede bir takva ile geçmiştir. Kendini devamlı murakabe edebilen, yanlışını, fikrî çizgisini kontrol ve gerekirse düzeltmede gecikmeyen, vasat dediğimiz muktesit çizgiden sapmayan, özellikle birinci dönemde, iç ve dış gelişmeleri takip ederek, ona göre hayatın geniş dairelerine göre vaziyet alabilen, dinamik bir hayat yaşamıştır. Her üç dönemde de olayları mizan-ı Şeriat ve Kur'an'la tartmış, her türlü eziyet ve cefaya karşı müspet hareketi bırakmamış, öyle de ders vermiştir.

Sürgün, takip, gözetim, hapis yılları olarak geçen "İkinci Said Döneminde" biraz garip ve kimsesiz gibidir. Fakat gelecek nesillerin hidayetine vesile olacak nurlu Kur'an reçetelerini yazmakla meşguldür. Said Nursi ve eserlerini hem çok önemli hem de din düşmanlarının hedefi konumuna getiren bence iki husustur. Birincisi, onun uzun süreden beri İslam'a vâki hücumları durduracak, küfrün bel kemiğini kırıp dağıtacak, mânevi atom bombası niteliğindeki Kur'an tefsiri olan eserleridir. Bu eserlere karşı bir söz söyleyebilecek mecali kendinde bulamayan zındıka komiteleri, onun şahsıyla uğraşmaya başlamışlar ve hâlâ da çürütülüp tekzip edilmiş, bayat, iftiravâri şeyleri ilave edip bazen saf bazı ehl-i imanı da yanına alarak uğraşmaya devam ettiklerini görüyor ve üzülüyoruz maalesef. İkincisi de zamanın dehşetli hâlleri Said Nursi ve eserlerini önemli konuma getirmişti ki bugün İslam dünyasının da da bunun önemini kavradığını duyuyor ve görüyoruz. İslam kalesinin sağlam ve çürütülemez esasları; fen ve felsefenin küllî hücumlarına karşı, Risale-i Nur gibi bir avukatı bu dehşetli asırda elde etmiş ve küfr-ü mutlakı mağlup etmiştir bin şükür.

Evet dostlar, küçük bir itiraz ve düzeltme isteği, yine küçük bir zaman diliminde bize bunları yazmaya sevk etti. Bu âcizin, Nurları okudukça açılan deryasında daha derin sulara dalması için dualarınızı bekleriz.

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum