Bediüzzaman: Cehalet ve fakra hücum için fen ve san'at ve silah başına, ileriarş!

Bediüzzaman: Cehalet ve fakra hücum için fen ve san'at ve silah başına, ileriarş!

Ve hamiyet-i İslâmiye ile (Türk, Kürd tam birleşmiş İslâmî ve dinî) o milliyetin galeyanıyla ahlâk da tekemmül ve teâli eder

(Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin DİVAN-I HARB-İ ÖRFÎ adlı eserinden bölümler.)

HATİME

Ebna-yı cinsime de burada birkaç söz söylemezsem, bence bahis nâtamam kalır. Ey Asurîler ve Kiyanîlerin cihangirlik zamanında pişdâr, kahraman askerleri olan arslan Kürdler! Beşyüz senedir yattınız yeter, artık uyanınız, sabahdır.. Yoksa sahra-yı vahşette vahşet ve gaflet sizi garat edecektir. Hikmet-i İlahî denilen makine-i âlemin nizamı ve telgraf hattı gibi umum âleme mümted ve müteşâib kanun-u nuranî-yi İlahînin müessisi olan Hikmet-i İlâhî, ufk-u ezelden engüşt-i kaderi kaldırmış size emrediyor ki: Tefrika ile katre katre müteferrik su gibi, zayi' olan hamiyet ve kuvvetinizi fikr-i milliyetle tevhid ve mezc ederek zerratın câzibe-i cüz'iyeleri gibi bir câzibe-i umumi-i millî teşkili ile; Kürd gibi bir kütle-i azîmi küre gibi tedvir ederek şems-i şevket-i İslâmiye ve Osmaniyenin mevkebinde bir kevkeb-i münevver gibi cazibesine ittiba' ile müvazene ve aheng-i umumiyeyi muhafaza ediniz.

Hem de "hürriyet" denilen, Sübhan ve Ağrı dağları gibi istikbâlin cibal-i şahikasının tepesinde ayağa kalkmış ve esaret-i nefs altına girmeyi yasak etmiş ve gayra tecavüzü tecviz etmeyerek Şeriat'a istinad etmiş olan sultan-ı hürriyet, yüksek sada ile sizin gibi mâzinin en derin derelerinde gafil ve müteferrik bir kavme: "Cehalet ve fakra hücum için fen ve san'at ve silah başına, ileriarş!" emrini veriyor.

Hem de "hakikat" denilen tabakat altında mestûr ve mahbus kalmış; ve tabaka-i istibdadın mahv ve ref'iyle omuzu üstünde olan tabaka-i cehil ve gafletin tahfifiyle ihtizaza gelmiş ve kıyama teşebbüs etmiş olan muhbîr-i hakâik size her cihetle haber veriyor ki: Mahiyetinizde dest-i kaderin ektiği isti'dadatı, ve mukadderatınızı fiile çıkaran ve mahiyet-i kavmiyenizde saklanmış olan secayanızı âb-ı hayat-ı maârifle iskâ etmek vaktidir. Yoksa kuruyacak, yâhud tefessüh edecektir.

Hem de "ihtiyaç" denilen medeniyetin pederi ve terakkiyatın müessisi olan üstad-ı ihtiyaç, sillesini kaldırmış size hükmediyor ki: Ya hayat ve hürriyetinizi bu sahra-i vahşette gârete vereceksiniz... Veyahut meydan-ı medeniyette fen ve san'at balon ve şimendiferine binerek istikbâlı istikbâl ve o ahvâl-i müttefikayı istirdad ederek, ka'be-i kemâlata koşacaksınız.

Hem de "milliyet" denilen, mâzi derelerinden ve hal sahralarından ve istikbâl dağlarından... hayme-nişîn olan Rüstem-i Zâl ve Selâhaddin-i Eyyubî (nüsha farkında: Celaleddin-i Harzemşah, Sultan Selim, Barbaros Hayri gibi ecdadınızdan dahî kahramanlarla...) gibi Kürd dâhi kahramanlarıyla bir çadırda oturan bir aile gibi herkesi başkasının haysiyet ve şerefi ile şereflendiren ve hissiyat-ı ulvîyenin enmuzeci ve İslâmiyet milliyeti içinde mezc olmuş olan fikr-i milliyetiniz size emr-i kat'î ile emrediyor ki: Tâ her biriniz umum bir milletin ma'kes-i hayatı ve hâmi-i saadeti ve umum milletin bir misal-i müşahhası olunuz.. şimdiki gibi bir şahıs değil, bir millet kadar büyüyeceksiniz. Zîrâ maksadın büyümesi ile himmet de büyür. Ve hamiyet-i İslâmiye ile (Türk, Kürd tam birleşmiş İslâmî ve dinî) o milliyetin galeyanıyla ahlâk da tekemmül ve teâli eder.

Hem de "meşrutiyet" denilen sebeb-i saadet-i akvâm ve hâkimiyet-i milliyeyi temin ile makine-i hayatın buharı olan hürriyetteki irade-i cüz'iyeyi istibdad ve tahakkümün itfâsından kurtaran ve meşveret-i Şeriyenin mayası ile mayalandıran meşrutiyet-i meşruâ, sizi meclis-i imtihana davet ediyor ki: Sinn-i rüşde büluğunuzu ve vasiyete adem-i ihtiyacınızı görmek istiyor. İmtihana hazırlanınız. Mevcudiyetinizi ittihadla gösteriniz ve hamiyet-i millî ile fikir ve vicdan-i şahsiyenizi milletin kalb ve akl-ı müştereki gibi gösteriniz. Yoksa sıfır çekecek, şehâdetname-i hürriyeti elinize vermeyecektir.

Evet mazînin sahralarında keşmekeşinize sebebiyet veren her birinizdeki meyl-ül ağalık ve fikr-i hod-serâne ve enaniyet; şimdi ise istikbâlin saadet-saray-ı medeniyette, fikr-i îcada ve teşebbüs-ü şahsiyeye ve fikr-i hürriyete inkılâb edecektir. Hatta diyebilirim ki: Başkalarının sükûtî medreselerine nisbet, sizin gürültülü olan medreseleriniz bir meclis-i meb'usan-ı ilmiyeyi gösteriyor. Ve imam arkasında kıraat-ı Fatiha ile semavî ve ruhanî vızıltılarınız, mezheben ve medreseten ve kavmiyeten mahiyetinizdeki isti'dad-ı meşrutiyet sırrına kaderin bir imâ ve nişanı vardır.

وَ اَنْ لَيْسَ لِ‌ْلاِنْسَانِ اِلَّا مَا سَعٰى nın başka ünvanı olan teşebbüs-ü şahsîye müşevvik var.

Hem de her bir kemâlin müessis ve hâmisi olan "cesaret ve namus-u millî" emrediyor; nasıl ki şimdiye kadar dimağdan kalbe mecra açmakla aklı kuvvete mezc ederek, maârifinizi kılıncın hutut-u cevherinden öğrenmekle şecâat-ı maddîde terakki ettiniz; şimdi ise kalbden fikre karşı menfez açınız. Kuvveti aklın imdadına ve hissiyatı efkârın arkasına gönderiniz. Tâ ki, şecaât-ı akliye-i medeniyet meydanında nâmus-u millî pâyimal olmasın. Kılıncınız fen ve san'at cevherinden yapılmalı.

Hem de "lisan-ı mâderzâd" denilen eşi'aa-i hissiyat-ı milliyenin ma'kesi; ve semerat-ı edebin şeceresi; ve âb-ı hayat-ı maârifin cedâvili; ve kıymet ve tekemmülünüzün mîzan-ı i'tidali; ve doğrudan doğruya herkesin vicdanına karşı menfez açmakla hayt-ı şuaî gibi tesiratı ilka' edici "ihmalinizle gayet müşevveş ve bazı dalları aşılanmış" olan lisanınız "şecere-i tûba" gibi bir şecerenin tecellîsine müstaid iken; böyle kurumuş ve perişan kalmış; ve medeniyet lisanı olan edebiyattan nakıs kalmış olduğundan, lisan-ı teessüfle lisanınız sizden hamiyet-i milliyeye arz-ı şikayet ediyor.

İnsanda kaderin sikkesi lisandır. İnsaniyetin sureti ise, sahife-i lisanda nakş-ı beyan tersim ediyor. Lisan-ı mâderzâd ise; tabiî olduğundan elfaz -davet etmeksizin- zihne geliyor. Alışveriş yalnız mânâ ile kaldığından zihin çatallaşmaz.. Ve o lisana giren maarif "nakş-ı alelhacer" gibi bakî kalır. Ve o zeyy-i lisan-ı millî ile görünen her ne olursa me'nûs olur.

İşte hamiyet-i millînin bir misalini size takdim ediyorum ki; o da Motki'li Halil Hayâlî Efendidir ki; hamiyet-i millînin her şûbesinde olduğu gibi; bu şube-i lisan meydanında kasabus-sebaki ihraz eylemiş.. Ve lisanımızın esası olan Elifba ve Sarf ve Nahvini vücûda getirmiş. Ve hatta diyebilirim ki; asr-ı hamiyet ve gayret ve fedakârlık ve himayet-i zuafâ imtizac ederek, vücûd-u manevisini teşkil etmiştir. Hakikaten Kürdistan madeninden böyle bir cevher-i hamiyete rast geldiğinden bizim istikbalimizi, onun gibi (ümîdinden) birçok cevahir ışıklandıracaktır.

İşte bu zat şâyân-ı iktida bir numune-i hamiyet göstermiş. Ve muhtac-ı tekemmül olan lisan-ı millimize dair bir temel atmış. Onun isrine gitmeyi ve temeli üzerine bina etmeyi ehl-i hamiyete tavsiye ediyorum.