Bediüzzaman bütünleştirici bir alim

Bediüzzaman bütünleştirici bir alim

Alperen Ocakları Genel Başkanı Abdullah Gürgür’le yaptığımız röportaj…

Röportaj: Dursun Sivri, Fotoğraflar: M. Emin Benek

 

Giriş:

Alperen Ocakları Merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun fikir ve düşünce yapısının sivil toplum kuruluşu ayağı. Bazı olaylara tepkileri ile kamuoyu biliyor.

Merhum Yazıcıoğlu ile aynı dönem Ankara’da üniversitede okuduk. Okullarımız ayrıydı. O zaman Ülkü Ocakları başkanıydı. Farklı kulvarda faaliyet gösteriyorduk. Ama zamanın hareketli olaylı günlerinde haberdar oluyorduk, kimin ne yaptığından.

Alperen Ocakları kendi içlerinde ve arka plan çalışmaları bağlamında sessiz ve sakin bir örgüt organizasyonu imajı var. Bunları merak edenler için araştırmak, sormak istedik.

Oldukça açık yüreklilikle ve samimi olarak düşüncelerini paylaştılar.

Başkan Abdullah Gür, 28 yaşında olmasına rağmen yaşından fazla ağırbaşlılığı ve fikri derinliği hissedilen bir delikanlı.

RisaleHaber’in Hür Adam filmindan bahsetmesi ile filmi hangi Risale-i Nur Grubunun yaptığını bize sordular. Biz de Mehmet Tanrısever’in şahsi girişimi olduğunu, ancak böyle bir hizmeti Risalehaber olarak çok yakından takip edip haber yaptığımızı söyledik

“Biz siyasi okumaları olan aksiyoner bir grubuz” diye kendilerini tanımlıyorlar.  Siyasi amaçlarını gizlemiyor açıkça ifade ediyorlar. Milliyetçilik vurgusu manevi değerlerle daha iç içe girmiş bir vurgu öne çıkıyor. Gündeme ve güncele dair bir takım sorular sorduk.

 

Abdullah Bey, önce sizi tanıyabilir miyiz? Abdullah Gürgür kimdir?

 

Erzurum doğumlu bir memur babanın evladı olarak Ankara’da ve Konya’da eğitimimi tamamlayıp, harita mühendisi olarak özel hayatımda faaliyet göstermekteyim. Sivil toplum anlamında ortaokul yıllarımızdan itibaren Alperen Ocakları, o dönem Nizam-ı Âlem Ocaklarıydı, Nizam-ı Âlem Ocakları üzerinde 14 yaşımdan bu yana başlayan, sosyal bir hayata sahibim. Bu bağlamda cemiyet, cemaat organizasyonlarından bu milletin fayda gördüğünü düşündüğüm gibi şahsi karakterimin olgunlaşmasında da bu tarz organizasyonların faydalı olduğuna inanıyorum.

 

abdullah_gurgur_haberici.jpg

 

Alperen Ocakları genel başkanlığına iki sene önce başladım. Merhum şehit liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu vefat etmeden dört ay önce bu görevi kendisinden almıştım. Vefatından sonra da yoğun bir sürece girdik, hassas bir sürece girdik. Sizler de takdir edersiniz ki fikir hareketlerinde lider pozisyondaki şahsiyet kaybedildiği zaman hassas bir süreç yaşanır. İki yıldır sizlerin de kamuoyundan takip ettiği bu hassas sürece nezaret ediyorum. Ve bu bağlamda Muhsin Yazıcıoğlu ile birlikte görev yapmış olmaktan, O’nun sonrasında O’nun inandığı değerlere, O’nun temsil ettiği duruşu devam ettirmekten mutluluk duyan bir sivil toplum organizasyonunun genel başkanlığına nezaret eden bir genç arkadaşınızım.

 

Merhum Yazıcıoğlu vefat ettikten sonra O’nun fikir, düşünce ve amaçlarını devam ettirme bağlamında bir görüş, bakış açısı belirleme noktasında farklı görüşler ortaya çıktı mı? Çünkü beklenmedik bir anda oldu bu kaza… Tabi Takdir-i İlahidir bilemeyiz. Camiayı bir arada tutma anlamında bir konsept oluşturma gibi bir çalışmanız oldu mu?

 

Beklenmedik bir anda, soru işaretleri ile dolu bir vefat anı gerçekleşti merhum şehit liderimizle alakalı. Tabi O’nu yakından tanıyanlar -ki siz de üniversite yıllarınızdan tanıdığınızı ifade etmiştiniz.-

O, dik duruşuyla, o yılmak usanmak bilmeyen mücadele ruhuyla ki tarihteki birçok dava adamının ortak paydasıdır. Yorulmak bilmeyen, hep dimdik durarak mücadele ve etrafına güven bir fıtrat. O’nun dik duruşundan dolayı etrafında binlerce insanın şekillendiği bir karakter yapısına sahipti.

 

Yakından tanıyanların ortak kanaati, ölümün O’na yakışmadığıydı ki zaten son dakikaya kadar metanetli bir süreç yaşandı. Bulundu, bulunacak.

 

KAZA SONRASI İLGİLİ KURUMLARIN EKSİK ÇALIŞMALARI OLMUŞTUR

 

Kaza sonrası ilk haberlerde hastaneye geldi gelecek haberleri verildi.

 

Geldi, gelecek gibi çeşitli bilgi kirliliklerinin yaşandığı bir süreçte O’nun vefat ettiğine hiç inanmamıştık, son dakikaya kadar. Resmi açıklama yapılana kadar hep O sanki çıkıp gelecekti. Ve hatta vefat ettikten uzun bir süre sonra da biz O’nun vefat ettiğine hiç inanamamıştık. Hep sanki bizimle birlikteymiş gibi hissediyorduk.

 

Tabi bu işin içerisinde bunun millet vicdanı ile aydınlanması ile alakalı ilgili kurumların bugüne kadar eksik çalışmaları olmuştur. Sivil Havacılık Genel Müdürlüğünün, Ulaştırma Bakanlığının, Başbakanlığın çalışmaları millet vicdanını tam tatmin edememiştir. Bu bağlamda milletimiz hep soru işareti ile konuya bakmaktadır. Tabi işin bir de rahmet boyutu vardır. Muhsin Yazıcıoğlu’nun Türkiye’deki her eve giren bir cenaze olması da böyle bir sürecin neticesi olmuştur. Hakikaten herkesin kendi cenazesi gibi kabullendiği bir süreç...

 

Bir başka yönüyle ve neticeleri itibarıyla de rahmet boyutu da belki tecelli etti denilebilir mi?

 

Tabi. Milyonlarca hatimler okunmuştur. Binlerce, milyonlarca tekbirler ve salâvatlarla uğurlanmıştır. Bu, herkese nasip olmayacak bir cenaze sürecidir. Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesi ile de “Kimin himmeti milleti ise, o tek başına bir millettir” kavramını hayatında müşahhaslaştırmış ve bir milletin davasını gerçekten yüklendiğini cenaze merasimindeki o duygusal atmosferde adeta hepimize bir kez daha yaşatmıştır, diye düşünüyorum.

 

Sivas da vefasını gösterdi denilebilir mi? Oradaki başarı bir vefa sayılabilir mi?

 

Evet. Kim neyi bu dünyada ihlâsla isterse, onu talep ederse, bununla alakalı mücadele ederse başarıya ulaşırmış, diye biz iman ediyoruz. Muhsin Yazıcıoğlu da büyük bir birliktelik arzuluyordu. Gerçekten bundan yıllar önce hiç konuşulamayan konuları O, 1992-93’lü yıllarda büyük birlik tasavvuru ile ortaya koymuştu. Kürdü, Türkmeni, Lazı, Çerkezi, Alevisi, Sünnisi herkesin kendisini mutlu hissedebildiği bir birliktelik oluşturmak istiyordu.

 

Yaşamında belki tam anlaşılamadı. Hep birileri O’nun milli ve yerli duruşundan dolayı farklı olaylarla ilişkilendirmeye çalıştılar. O’nun gerçek manasını hiçbir zaman medyada anlatmasına müsaade etmediler belki. Ama cenaze merasimiyle O, yapmak istediği, oluşturmak istediği büyük birlikteliği orada aslında oluşturdu, diyebiliriz. Aslında askeri-sivili, Alevisi-Sünnisi, Kürdü-Türkmeni, Lazı-Çerkezi herkes O’nun cenaze merasiminde bir oldu. Herkesi bir araya belki de son yolculuğunda bir araya getirmek nasip oldu.

 

Bu atmosferi bazen de ‘Sizin şer gibi gördüğünüz şeyler hayırlıdır…”meâlinde bir ayet var. Hikmet-i İlahiyi bilemeyiz. Böyle bir olayla gönüllerin ortak paydasının ortaya çıkmasından sonra faaliyetlerinizi planlamada ne gibi bir yansıması oldu mu?

 

Biz, hakikaten cenaze sonundaki süreçte kurumlarımıza çok büyük taleplerle karşı karşıya kaldık. “Biz Muhsin Yazıcıoğlu’nu tanıyamamışız, O’nu tanıyamamışız, Bir şekilde O’na temas edememişiz, O’nu anlayamamışız” diyen insanlar kurumlarımızda faaliyet göstermek istediler. Çok sayıda yeni temsilcilikler açma istekleri geldi.

 

Tabi, ülkemiz, milletimiz hassas bir süreçten geçiyor. Biz bu süreci, çılgınca bir büyüme süreci olarak değerlendirmedik. Gerçekten özel hayatıyla, temsil kabiliyeti ile sosyal hayattaki duruşuyla bizi temsil edebileceğini düşündüğümüz yeni katılımlarla birlikte, eski arkadaşlarının vefalarıyla, yeniden bu davayı devam ettirme hissiyatlarıyla birlikte yapılarımız şu an. Yazıcıoğlu’nun hayattaykenden daha diri, daha güçlü durum söz konusu. Herkesin temsil mecburiyetinde olduğu bazı değerlerin daha fazla omuzlara yüklendiği bir süreci şu an yaşamaktayız. Hakikaten Muhsin Yazıcıoğlu’nun tek başına büyük bir temsil kabiliyeti vardı. Mecliste tek başınaydı ama hepimizi temsil edebiliyordu ve hepimizi de tatmin edebiliyordu. Ama biz farkındayız O’nun omuzlarında olan temsil mesuliyeti şu an inandığımız değerler manzumesi etrafında kurumsallaşmış ve bu kuruma mesuliyet duyan her insanın omuzlarında eşdeğer bir şekilde yayılmış durumda. Bu bağlamda hepimiz özel hayatımızda, ticaretimizde, eğitim hayatımızda, sosyal hayatımızda, içtimai organizasyonlarımızda toplumun bizden Muhsin Yazıcıoğlu olgunluğu beklediğinin farkındayız.

 

abdullah_gurgur_haberici1.jpg 

 

İLİM… SANAT… DİN… TASAVVURU

 

Muhsin Yazıcıoğlu’nun hayata, topluma, ülkeye bakışını özetlemek isterseniz hangi cümlelerle ifade edersiniz?

 

Son dönemde bu tarz spot cümlelerle Muhsin Yazıcıoğlu’nun anılması gerektiğini düşünüyoruz. Birçok tasarımızda da kullanıyoruz. Bu resimde de kullanmaya çalıştık. Bir medeniyet tasavvuruydu. Muhsin Yazıcıoğlu bir medeniyet tasavvuruydu. Bizim kısa bir tabirle özetleyebileceğimiz cümle oydu. İnsanın bir medeniyet tasavvuru olması demek ne demektir? Ben bunu biraz açıklamak istiyorum.

 

Seyit Ahmet Arvasi, bir medeniyet tasavvuru olabilmesi için bir insanın, bir organizasyonun üç şart ortaya koyuyor: Biri ilim, biri sanat, biri de din.

 

Bunu da bir örnekle açıklıyor. Sultanahmet Camisinde mesela hendese ilminin, mühendislik ilminin en son noktasındaki tezahürlerini görebilirsiniz. Ta o yıllardan yapılan o caminin raylı sistemlerle depreme dayanıklı olması, akustiği ile sesin her noktaya aynı şekilde yayılması, onun bir medeniyet ürünü olduğunu bizlere gösteriyor.

 

CAMİLER İSLÂMİYETİNİ GÜZEL GÖSTEREN ESERLERİMİZDİR

 

Süleymaniye mi Sultanahmet mi?

 

Sultanahmet’te de Süleymaniye’de de ikisinde de var. Tüm medeniyet eserlerinden ortak paydadır bu. Türk İslam sanatının en ince detayları bu camilerde gizlidir. Bu iki husus yüce dinimiz İslamiyet’i daha da güzel göstermek adına yapılmıştır.

 

Bakın doğu milletlerinde ilim, sanat, din üzerine medeniyetler inşa edilir.

Bu bağlamda Muhsin Yazıcıoğlu da zihninde bir medeniyet tasavvuru olan şahsiyettir. Medeniyet tasavvuru bir insanın zihninde olursa ne oluyor? Olmazsa ne oluyor? Diye olaya baktığımız zaman;

Meselâ, bir siyasetçinin, bir yazarın, bir entelektüelin, bir düşünürün, bir sanatçının zihninde medeniyet tasavvuru yoksa çok kalıcı olmuyor.

 

Medeniyet tasavvurunun içini dolduran o ruh ve mana İslam medeniyeti diyorsunuz?

 

Tabi. Az önce ifade ettiğimiz gibi İslam dini ile mezc olmuş bir medeniyet anlayışından bahsediyoruz.

 

Mesela günümüzde şu an popüler kültür hareketlerinin ön plana çıkarttığı köşe yazarları, aydınlar, entelektüel insanlar ki, şu an büyük köşe yazarları olabilir. Büyük gazetelerin başyazarları olabilirler.

 

Bunların ortak özelliği kendi tarihlerine hakaret etmek olabilir. Bir yerlerde tutunabilmek için “Türkler de Ermenileri katletti’ diyebilirler. Kürtler ile Türkler arasında aslında olmayan husumetleri varmış gibi gösterebilirler. Çok çarpıcı çıkışlar yapabilirler. Milli ve manevi değerlerimizi hiçe sayan, tarumar eden organizasyonlar tertip edip, bunu sanki bir radikalleşme olarak gösterebilirler. Böyle aydın olabilirler, böyle entelektüel olabilirler.

Ama bunların hiçbirisi beş sene sonra hatırlanmaz. Tarihte de böyle olmuştur.

 

Muhsin Yazıcıoğlu hiç başbakanlık yapmadı. Hiç bakanlık yapmadı. O Türk siyasi tarihinde zaman ve mekân işgal edebilme adına hiçbir şey yapmadı. İ’la-yı Kelimetullah için nizam-ı âlem dedi. 1977 Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı döneminde Müslümanları zulme karşı tek yumruk, “Kanımız aksa da zafer İslam’ın”,” Çağrımız İslam’da dirilişe”, “Kavgamız vurguncu düzenedir düzene!”

 

Bu beş sloganla çıkış yaptı. Ve milliyetçilik düşüncesinin nizam-ı âleme kayan İslam’la daha barışık yönünü vurgulayan o çıkışı Muhsin Yazıcıoğlu buralara getirdi.

 

“İlim, sanat ve din” noktasındaki bu olguyu o yılların jenerasyonu, o öğretiden o iklimi, o havayı kapmıştı. Günümüz gençlerini bilinçlendirme, sanat ve din şuurunu kazandırma anlamında ne tür faaliyetleriniz var?

 

Bizim organizasyonlarımızın kendine ait bir eğitim programı var. Yıllık eğitim programımız var. Bu, ocaklarımızda rutin olarak gerçekleştiriliyor. Bunun yanı sıra “sine-tiyatro” diye bir çalışma başlattık son zamanlarda. Tarihimizden alperenliğin kesitlerini anlatan programlar. Şu an hangi noktadayız? Bazı değerlerimiz nasıl tahrip ediliyor? Nasıl dejenere oluyoruz? Bunları ifade eden yurt genelinde tiyatro oyunları yapıyoruz. Sanatçılarımız var. Onlarla konser organizasyonları düzenliyoruz. Ve biz, sisteme karşı eleştirel tavrı olan kurumsal yapıyız. Bu bağlamda sadece insanları eleştirip, yerip, bunlara hakaret eden hiçbir organizasyonu tertip etmeyi doğru görmüyoruz. Alternatif ürünler koyarak sivil toplum anlamında faaliyetler göstermemiz gerektiğini düşünüyoruz.

 

Mesela yılbaşı gecelerinde kendi kültürümüzle örtüşmeyen birçok kutlama ve programlar yapılıyor.

 

abdullah_gurgur_haberici2.jpg

 

Alperen Ocakları burada sisteme karşı eleştirel tavrını nasıl belli ediyor?

 

Bizim de yurt genelinde Seyit Ahmed Arvasi’yi anma programları, Mekke’nin Fethi’ni hatırlama programları, Dursun Ali Erzincanlı konserleri, tiyatral gösteriler, dünden bugüne alperenler…

Demek istediğimiz, sadece eleştirme değil yerine alternatif organizasyonlar da tertip edebilmeyi önemli gören bir yapıyız.

 

Bu bağlamda bizler de oyunlarımız içerisinde de biraz önce ifade etmiş olduğum o medeniyet unsurlarını her zaman vurgulamaya çalışan organizasyonlar yapmaya çalışıyoruz. Ancak bu şekilde Alperen Ocaklarının Türk-İslam tarihinde yer tutabileceğini düşünüyoruz.

 

Toplumun diğer kesimlerine yönelik neler yapıyorsunuz?

 

Tabi biz hususiyetle gençler üzerinde yoğun faaliyetler gösteren bir organizasyonuz. Fakat ifade ettiğimiz topluma açık sosyal organizasyonlarda tüm kesimlerin katılabileceği, herkesin kendini ifade edebileceği programlar yapmaya da özen gösteriyoruz. Türkiye’de birçok yapının aksine Alperen Ocakları lokomotifini gençlerin oluşturduğu bir organizasyondur. Diğer yapılarda belki de büyükler bir organizasyon tertip eder, gençler de o organizasyonlara iştirak eder. Ben de 28 yaşında bir kardeşinizim. Ben de bazen nasıl bu tarz organizasyonlar tertip ettiğimizin farkına varamıyorum. Cenab-ı Allah’ın bir kerameti gibi görüyorum. Biliyorsunuz bu tür organizasyonlar arka planında ciddi maddiyat isteyen ve ciddi güç isteyen organizasyonlar. Bizde gençler organize ediyor, aksakallılarımız, ihtiyarlarımız geriden geriye destek olma gayretindeler.

 

Alperen Ocaklarının yetiştirdiği nesiller içerisindeki şu özellik dikkati çekiyor; gençlerimizin mevcut yaşlarına nazaran aşırı olgunluk sergilemeleri. Ve yöneticilik kabiliyetlerinin gelişmesine de bu organizasyonlar kaynak oluyor. Bizdeki genel organizasyon şeması böyledir. Cemiyet olarak ifade ettiğiniz bu hususu kurumsal yapıyla ancak tesis edebilirsiniz. Yani orta yaşlara, meslek gruplarına da dernekler, sosyal organizasyonlar açarak yapabilirsiniz.

 

Mutlaka inanç, iman esasları merkezde yer alıyordur. Yani ilim tahsilinde din ilmi ve diğer ilimleri ayırt etmek pek uygun olmayabilir. Bu konudaki, iman ve bilinçlenme noktasında hangi kaynak ve yöntemler uygulanıyor?

 

Bizim, Alperen Ocaklarının her sahada müthiş organizasyonlar tertip ediyormuş gibi bilinmesi doğru olmaz. Bizler uzmanlık ocağı değiliz. Bizler manevi bir ruh ocağıyız.

 

İşte o maneviyatı besleme kaynakları diyeyim.

 

Biz o zaman önce kendimizi tanımlayalım:

Alperen Ocakları, “Türkiye’ye dair siyasi okumaları olan bir sivil toplum örgütüdür.”

Bir cemiyet hareketidir. Bu bağlamda mensuplarımızın tasavvuf ehli olması, cemaat ehli olması, herhangi bir tezat bizim için ifade etmez.

 

Yani cemaat gruplarının mensubu sizinle ortak çalışma içinde bulunabilir?

 

Tabi, bulunabilir. Bu bağlamda Anadolu’daki bin yıllık cemaat kültürünü, Anadolu’daki bin yıllık tasavvuf geleneğine bizler yaşatılması gereken ve hatta imanların kurtarılabilmesi için zaruri olan özellikler olarak değerlendiririz. Kendimizin de tabi ki bu konuda organizasyonları olur.

 

Ocaklarımızda vakit namazlarını hep birlikte kılma gayreti içerisinde oluruz. Hep birlikte okuduğumuz dini sohbetler olur.

 

BEDİÜZZAMAN DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE BÜTÜNLEŞTİRİCİ BİR ÂLİMDİR

 

Risale-i Nur’dan istifade ediliyor biliyoruz. Bu anlamda birçok arkadaşınızı tanıyoruz…

 

Tabii ki Risale-i Nurlar’dan da istifade ediliyor. Biz sadece tek bir kitaba da indirgeyemiyoruz. Sosyal-siyasal organizasyonlarda da olduğumuz için. Ama orada bir dergimiz var mesela, milliyetçilik anlayışını işlemişiz. Orada Bediüzzaman Hazretlerinin Mektubat’tan Üçüncü Mebhas’ından da bir bölüm koyduk.

 

Çünkü Bediüzzaman hakikaten artık Türkiye’de ve dünyada birçok alanda fikrilerinden istifade edilen, anlaşılabilirliği artık ortaya çıkmış, bizim topraklarımızda yetişmiş, bütünleştirici bir âlimdir. Bu bağlamda bizlerin de O’ndan istifade etmemesi zaten düşünülemez.

 

abdullah_gurgur_haberici3.jpg

 

POLİSİN UYGULADIĞI AŞIRI GÜÇ KULLANIMINI DA YUMURTALİ TEPKİYİ DE TASVİP ETMİYORUZ.

 

Son üniversite olaylarındaki düşüncenizi almak istiyorum. 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde birçok Anadolu gencinin mağdur olması gibi bir sonuçları olduğu gibi bir de darbeye gerekçe hazırlandığı biliniyor. Sonunda anlaşıldı ki o zamanki bazı olaylar provokasyonmuş. Son zamanlar da benzeri olayları nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizin camia bu olaylara katılmadığını biliyoruz. Bunu nasıl sağlıyorsunuz? Gençleriniz mutlaka tahrik oluyordur. Bu tahrikleri nasıl önlüyorsunuz?

 

Bizler aksiyonel bir yapıyız. Türkiye’deki gelişen hadiselerle alâkalı kimi dönem tepkiselliği ile de ön plana çıkan bir grubuz.

 

Fakat bunu bizler merhum şehit liderimizin de bizlere birçok öğretisiyle provokasyonlara kapalı bir şekilde yapmaya gayret eden bir grubuz. Ne pahasına olursa olsun bir şekilde tepki göstermekten ziyade usulünde, üslubunda, kurumumuzun anlaşılabilirliğine halel getirmeyecek bir şekilde, meşruiyet çizgisi içerisinde bu tarz organizasyonları tertip etme gayretindeyiz.

 

Son dönemde gelişen hadiselerle alakalı iki yönlü uyarıda bulunmakta fayda var diye düşünüyorum.

 

Bu vesileyi de sizin aracılığınızla ifade edelim. Emniyetin ve hükümetin öğrenci hareketlerine karşı usulünde, üslubunda asrın idrakine uygun yöntemlerle, öğrenci psikolojisinin, genç psikolojisinin anlaşılarak müdahalelerde bulunulması gerektiğini ve bunu bir baskı rejimine dönüştürmeden hareket etmesi gerektiğini vurgulamak istiyorum.

 

Çünkü son dönemde toplumda siz ne derseniz deyin bir algılama var. Sanki muhalif grupların üzerine hükümet ve emniyet tarafından bir baskı uygulanıyormuş gibi hissediyorlar. Tarihimizde de bunlar yaşandı.

 

Mesela Sultan Abdulhamit Han döneminde bile biliyorsunuz M. Akif, Bediüzzaman gibi büyüklerimiz dahi Abdulhamit Han’ın uygulamalarını bir devr-i istibdat olarak değerlendirdiler. Toplumda o zaman şöyle algılandı, kardeş kardeşe dahi güvenemeyeceği bir hale geldi. Jurnalleme, dinleme, muhalif hareketlerine karşı aşırı baskıcı bastırmalar halkta büyük bir sıkışma ve birikime neden oldu.

 

Aşırı baskı uygulama, gençliğin kendini ifade edememesine neden olur. İstanbul’da gördüğümüz hamile kız çocuğunun her ne sebeple olursa olsun, hangi düşünceden olursa olsun karnına tekmeyi yiyerek çocuğunu düşürmesini biz kabul edemeyiz. Bunu vicdani olarak hep birlikte dışlamalıyız, hep birlikte bir kenara itmeliyiz. Solcu olsun, sağcı olsun, ne olursa olsun buna hep birlikte tavır koymalıyız.

 

Üniversitelerde de tepki koymak, yapılacak organizasyonları engelleyecek nitelikte olmamalı. Devletin bir bakanına da 180 tane yumurta atmanın bir fikir hareketiyle veyahut Türkiye’ye dair derdi olan bir insanın hareketleri ile örtüşmeyeceğini düşünüyorum. Bu organizasyonları da hep birlikte dışlamalıyız. Ortak bir tavır, ortak bir akıl geliştirmeliyiz bunun için.

 

İŞARETÜL İ’CAZ’IN KÂĞIDINI ENVER PAŞA TEMİN ETMİŞ

 

Şu duvardaki portre kime ait?

 

Enver Paşa,’ya. Ben Enver Paşa hayranıyım.

Bediüzzaman Hazretlerine İşarat-ül İ’caz yazılırken kâğıtlarını temin etmiş. O’nun Bediüzzaman Hazretlerine de muhabbeti var, diye biliyorum.

 

Şimdi tabi İttihat Terakkinin içinde birçok unsurlar var. İttihat Terakki’den sonra Osmanlının stratejileri tartışılıyor.

 

İttihat Terakki ile alakalı genelleme yapmanın ben doğru olmayacağını düşünüyorum.

 

Evet. Bediüzzaman da genelleme yapmıyor. Jön Türklere çok tepki var onların mason olmayan bir kısmına gerçekten vatanını seven insanlardır diyor. Tabi Enver Paşa özel yeri var.

 

Bediüzzaman Hazretleri, Enver Paşa, Mehmet Akif, Muhsin başkan ortak bir özellik tespit ediyorum. Hep diyorlar nasıl yapacaksın? Nasıl başaracaksın?

 

Bediüzzaman, Enver Paşa için “şehit oldu” diyor.

 

İslam ordusu kumandanı olarak Türkistan’da. O zaman diyorlar Enver Paşa’ya, sen ne yapacaksın? Hepsi kendi başına nefsaniyete düşmüş, bunlar bir araya hiç gelmezler, niye mücadele ediyorsun?  Diye soruyorlar.

 

O’ da (Enver Paşa) diyor ki; ‘Bizim burada şehit olmamızın dahi gelecek nesillerde uyandıracağı bir mana vardır.

 

Bediüzzaman Hazretleri üç-beş talebeyle belki başladığı bir organizasyonda sürgünler, sıkıntılar, zehirlenmeler yaşadı… “Niye bu kadar uğraşıyorsun? Git Medine’ye orada ilim tahsil et, demişler. İran’a kaçıralım demişler. Gitmemiş. O kendisi de ifade ediyor:  “Biz kışta geldik siz cennet-asa bir baharda geleceksiniz” diyor.

 

Hakeza Muhsin başkan da öyle. 18 sene oldu 20 sene oldu, olmuyor. %1 ancak oluyor.

Diyor ki; ‘Bizim bu damarı yaşatmamız lazım. “Nizam-ı âlem” dediğimiz mâna Türkiye’de bir vesile ile yaşatılmasıyla ‘one minute’ ta kendini gösteriyor. Ahmet Davudoğlu’nda kendini gösteriyor. Mavi Marmara’da kendisini gösteriyor. Çok farklı şeylere vesile oluyor.

 

www.RisaleHaber.com