Bediüzzaman Başbakan ve Cumhurbaşkanını tebrik ediyor

İmam Bediüzzaman Başbakanı ve Cumhurbaşkanını tebrik ediyor

Cihan Harbinden sonra Millet-i İslamiye’nin şemsiyesi olan Osmanlı Cihan Devleti parçalanmıştı. Avrupa’nın kan dökücü canavarlaşmış medeniyeti, ırkçılık fikri ile önceden ifsat ettiği Müslüman unsurları, kabile devletçiklerine böldü. Bunların arasına bir taraftan İsrail çıbanını ekerken diğer taraftan her birinin arasına çözümü imkansız sınır ihtilafları bıraktı.

Bu küçük kralların pek çoğu haksız olarak İngiliz yardımı ile oturdukları tahtlarında kendi halklarına karşı güven içinde yaşayamazlardı. Köksüz ve güvensizdiler. Bu güvensizlikten yararlanan İngiliz siyaseti, onları birbirine düşman ederek daha çok kendine bağımlı hale getirdi. Görevleri İngilizlerin verdiği ev ödevlerini eksiksiz yerine getirmek olan küçük kralların halklarına karşı hangi yalanları söylediklerini bilmiyorum, ama Türk politikacılar işin kolayını bulmuşlardı. Biz batıya rağmen batıcı idik. Lozan’ın yalanlarını saklamayı başarmıştık. Yapılanlar birer devrimdi. Liderler birer kurtarıcıydı. Yedi düvele karşı savaşıp yeni bir ülke kurmuşlardı. 

Oysa önümüze konulan programı uygulamaktan başka ne bir marifet, ne de bir seçenek vardı.
Buna göre İslamî kurumlar tasfiye edilecek, diğer İslam devletçikleri ile her türlü ilişki kesilecekti. İngiliz siyaseti bu noktada içerde İslamiyet aleyhindeki çalışmalara destek veriyor, hatta onları yönlendiriyor, dışarıda ise “bakın Türkler İslamiyeti bıraktı” diye propaganda yapıyorlardı.

Bu yıkıcı çalışmalar sonrasında İslam milleti parçalanmış, dünkü vilayetlerimiz, bize çok uzak yabancı ülkeler haline gelmişlerdi.
Ancak Asrın İmamı, henüz hutbesini tamamlamamıştı. O sözünü tamamladığında her şey yeni baştan tarif edilecekti.
İslam coğrafyası tek bir vatandı. Biz mü’min idik ve kardeştik. O günkü sayımız 400 milyondan fazlaydı.  Davasının bir ünvanı olan Risale-i Nur’un imandan sonra en mühim farz vazifesi, İttihad-ı İslamı sağlamak olacaktı.

İslam milletinin tarihî, dinî ve sosyal değerlerini reddeden tek partinin inkarcı düzeni, çok sürmedi. Nur hizmetinin heyecana getirdiği ruh dalgaları, ezan sesi ile yeni bir devrin başladığını ilan etti.
Demokrat Parti iktidarı, çeride ve dışarıda çeşitli cuntaların hedefindeydi. Buna rağmen İslam Kahramanı Menderes, Türkiye’nin tarihî ve coğrafi sorumluluklarının bilincindeydi.
Sovyet Rusya'nın Orta Doğu'ya sızması önlenmeli, Ortadoğu ülkeleri arasında bir ittifak kurulmalıydı. Başbakanın bizzat ilgilendiği çalışmalar sonrasında ilk olarak 1955 Şubatında Türkiye ile Irak arasında Bağdat Paktı imzalandı. Nisan 1955'te İngiltere, Eylül 1955'te Pakistan ve Kasım 1955'te İran bu anlaşmaya dahil oldular. Beklentilere göre bölgedeki diğer İslam ülkeleri bu ittifaka katılacak, ekonomik ve savunma konularında işbirliği gerçekleştirilecekti.
Asrın İmamı bu gelişmeyi İttihad-ı İslam adına alkışladı. Bir mektup ile cumhurbaşkanı ve başbakanı tebrik etti.

Reis-i Cumhura ve Başvekile
Size iki hakikati beyan ediyorum:

“Evvelâ: Sizlerin Pakistan ve Irak'la gayet muvaffakiyetkârâne ittifakını, bu millete kemâl-i samimiyetle, sürûr ve ferah ile kazanmanızı bütün ruh-u canımızla tebrik ediyoruz. Bu ittifakınızı, inşaallah 400 milyon İslâmın sulh-u umumiyesine ve selâmet-i âmmenin teminine kat'î bir mukaddeme olarak ruhumda hissettim. Ve namaz tesbihatındaki kuvvetli bir ihtar ile bunu size yazmaya mecbur kaldım.

Otuz kırk seneden beri dünyayı ve siyaseti terk ettiğim halde, şiddetli bir alâka ile bu ihtar-ı kalbînin sebebi: Elli seneden beri imanı kurtarmak için gayet kısa bir yolu bulan ve Kur'ân'ın bu zamanda bir mucize-i mâneviyesi olan Risale-i Nur'un Arabistan ve Pakistan'da her yerden daha ziyade tesiratı olduğu ve makbul olması, hattâ aldığımız habere göre, mahkemece tesbit edilen miktarın üç misli Risale-i Nur'un talebelerinin o havalide bulunmalarıdır. Bu sır için âhir hayatımda kabir kapısında bu netice-i azîmeyi görmek ve beyan etmeye ruhen mecbur oldum.”

TÜRK, MÜSLÜMAN DEMEKTİR

“Saniyen: Irkçılık fikri, Emevîler zamanında büyük bir tehlike verdiği ve hürriyetin başında "kulüpler" suretinde büyük zararı görülmesi ve Birinci Harb-i Umumîde yine ırkçılığın istimaliyle mübarek kardeş Arapların mücahid Türklere karşı zararı görüldüğü gibi, şimdi de uhuvvet-i İslâmiyeye karşı istimal edilebilir ve istirahat-i umumiye düşmanları gizli dinsizler, yine o ırkçılıkla büyük zarar vermeye çalıştıklarına emareler görünüyor. Halbuki, menfî hareketle başkasının zararıyla beslenmek ırkçılığın seciye-i fıtrîsi olduğu halde, evvelâ başta Türk milleti dünyanın her tarafında Müslüman olduğundan onların ırkçılıkları İslâmiyetle mezc olmuş, kabil-i tefrik değil. Türk, Müslüman demektir. Hattâ Müslüman olmayan kısmı, Türklükten de çıkmışlar. Türk gibi Araplarda da Araplık ve Arap milliyeti İslâmiyetle mezcolmuş ve olmak lâzımdır. Hakikî milliyetleri İslâmiyettir. O kâfidir. Irkçılık, bütün bütün bir tehlike-i azîmdir.”

IRKÇILIĞIN ÇARESİ İTTİHDA-I İSLAMDIR

“Sizin bu defaki Irak ve Pakistan'la pek kıymettar ittifakınız, inşaallah bu tehlikeli ırkçılığın zararını def edecek ve dört beş milyon ırkçıların yerine, 400 milyon kardeş Müslümanları ve 800 milyon sulh ve müsalemet-i umumiyeye şiddetle muhtaç Hıristiyan ve sâir dinler sahiplerinin dostluklarını bu vatan milletine kazandırmaya tam bir vesile olacağına ruhuma kanaat geldiğinden, size beyan ediyorum. (…) Said Nursî “
 
Üstad bu mektubu ile çok önemli iki noktanın altını çizmektedir:
Bunlardan birincisine göre Risale-i Nurların Irak ve Pakistan’da yaptığı tesirli hizmet, bu ittifakın gerçekleştirilmesinde etkili olmuştur. İkincisine göreyse İslam milletini –özellikle de bu ve benzeri ittifakları-  tehdit eden en büyük tehlike ırkçılıktır.
Yazık ki Üstad’ın haber verdiği tehlike gerçek olmuştur. Öteden beri Arap ülkelerine lider olma hevesi taşıyan Mısır, bu ittifaka şiddetle karşı çıkmış, Suriye, Suudi Arabistan ve Yemen ile birlikte ortak savunma antlaşması imzalamayı başarmıştır. (21 Nisan 1956)  İslam aleminde ortaya çıkan bu ayrılıktan yararlanan Rusya Ortadoğu’ya inme fırsatı bulmuş, Mısır’ı etkisi altına almıştır. Öte yandan Irak kralını deviren Baasçı (Arap ırkçısı)  generaller, Irak’ı Bağdat Paktı’ndan çıkardılar. Üstadın büyük umutlarla alkışladığı bu ittifak sonuçsuz kaldı.

TEDBİR ALINIRSA TARİH TEKERRÜR ETMEYECEK

Türkiye, Ürdün, Lübnan ve Suriye arasında serbest ticaret ve serbest vize bölgesi oluşturma anlaşması Bağdat Paktı kadar önemlidir. Adını "Yüksek Düzeyli Dörtlü İşbirliği Konseyi (YDDİK)"  olarak duyuran anlaşma, kurumsal bir çerçevede, uzun vadeli stratejik ortaklık ve ekonomik entegrasyonu hedeflemektedir.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun okuduğu ortak deklarasyona göre: Türkiye, Ürdün, Lübnan ve Suriye’de yaşayan halklar,  ortak tarih, kültür ve coğrafya ile emsalsiz bir şekilde birbirleri ile bağlıdılar. Bu bağ siyasi diyalog, ekonomik bağımlılık ve kültürel etkileşimi zorunlu kılmaktadır. Öncelikle serbest ticaret ve vize muafiyeti alanlarında yoğunlaşacak olan bu anlaşma,  bölgedeki tüm diğer kardeş ve dost ülkelerin katılımına açıktır. (Basın)

Bu gurur verici çok güzel anlaşma ile, Başbakan ve Cumhurbaşkanı Üstad’ın yukarıda geçen tebriğini hak ediyorlar kuşkusuz. Ancak Bağdat Paktı’nın başına gelen tehlikenin bu anlaşmanın da başına gelme korkusu inkar edilemez.  Bu tehlike nasıl bertaraf edilecek?
Üstad’ın tebrik mektubu aslında bu soruyu cevaplamaktadır. Üstad’a göre bu ittifakın en büyük düşmanı ırkçılıktır. Irkçılığın tek çaresi ise İttihad-ı İslam’dır.

İttihad-ı İslam sağlanabilirse Türkiye’nin karşı karşıya olduğu bölücü terör belası da kendiliğinden sona erecektir. Bunu sağlamanın yolu Üstad’ın çok yerde dile getirdiği gibi Risale-i Nurları önce ülke içerisinde ders kitabı yapmak, sonra Alem-i İslam’da dağıtılmasını ve okutulmasını sağlamaktır.
Sadece ekonomik ya da askerî güçle Alem-i İslam’a lider olunamaz. Böyle bir teşebbüsün Risale-i Nur gibi çok sağlam bir programa ihtiyacı vardır. Üstadın şu sözleri bu noktada yeniden hatırlanmalıdır.

“Size katiyen ve çok emarelerle ve kat i kanaatimle beyan ediyorum ki, gelecek yakın bir zamanda, bu vatan, bu millet ve bu memleketteki hükumet, alem-i İslama ve dünyaya karşı gayet şiddetle Risale-i Nur gibi eserlere muhtaç olacak; mevcudiyetini, haysiyetini, şerefini, mefahir-i tarihiyesini onun ibrazıyla gösterecektir. Said Nursi”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum