60. vefat yılında Bediüzzaman üzerine akademisyen değerlendirmeleri

Aşağıda dört akademisyenin Risale-i Nurlar üzerinde otuz yıldan bugüne uzanan analizlerinin özetini bulacaksınız.

Açıklanan görüşlerde zamanın eskitemediği ve değiştiremediği gerçeklerin hala aynı canlılık ve tesir gücüyle gündemde olduğunu göreceksiniz.

1-Prof. Dr. Kemal Karpat (ö: 2019)

Osmanlı’nın son dönemi ile Cumhuriyet dönemi tarihini, sosyal ve siyasi arka plan analizleriyle ele alan Prof. Dr. Kemal Karpat uluslararası çapta değerli bir tarihçimizdi. Yıllar önce bir ansiklopediye “Said Nursi ve Nurculuk” maddesini yazmış. Yazdığı makalede, “Nurculuk, Kur’an ve Sünnet üzerine kurulmuş bir doktrin” tespitini yapıyor. Keza Nurculuk için, “milletlerarası en güçlü diriliş hareketlerinden biri” diyor. Bu iman hizmetini “çağdaş ihya hareketlerinin en önde ve en demokratı” olarak vasıflandırıyor.

karpat.jpgBediüzzaman’ı vefatının 60. yılında Prof. Karpat’ın, bu tespitleri ışığında ele almanın gereğine inanıyorum.

Padişah II. Abdülhamit’in “bu benim meselemdir” diyerek 1908’de ilan etmek zorunda kaldığı 2. Meşrutiyet, Eski Said’in nazarında çok farklı bir öneme sahipti. Hatta Meşrutiyetin ilanını, (acâib-i seb’a-i meşhure) yani “dünyanın yedi harikasından birisi” olarak karşılayacak kadar büyük bir değer atfetti. Çünkü, “bu inkılab-ı azim, hürriyeti tevlit etmesi” yanında; siyasi rüştünü kazanan topluma, “vasiye” ihtiyacı olmadığını gösterme imkanı veriyordu.

Bediüzzaman, dünyanın yedi harikasından birisi olarak karşıladığı meşrutiyeti, bu kavramın kökeninde yatan “adalet, meşveret, kanunda cem’i kuvvet” ilkeleriyle tanımlıyordu. Kısaca devlet, kuvvetler ayrılığının gereği olarak, adil bir yargıya, milletin seçtiği meclise ve hakkı üstün tutan bir hukuk devletine dayanmalıydı. Osmanlı döneminde savunduğu bu esasları, çok partili dönemde, demokrasinin de dayanması gereken değerler olarak görüyordu. “Adalet müessesesi hiçbir tesir altında kalmaz” diyerek bağımsız yargı istiyor; “ben hak ve hürriyetimi hiçbir keyfi kanunla tahdit ettirmem” diyerek hukuk devleti istiyordu.

mardin-002.jpg2–Prof. Dr. Şerif Mardin (ö:2017)

Sosyolojide uluslararası kariyere sahip Prof. Dr. Şerif Mardin’in Nurculuk üzerine çalışma arzusu Türkiye’de başlı başına bir olaydır. “Said Nursi Olayı - Modern Türkiye’de Toplumsal Değişim” isimli eserini yazacağı duyulunca, üniversiteden ve medyadan gelen tepkiler üzerine, “Türkiye henüz buna hazır değil” diyerek 1984’te İngiltere’ye gitti ve eserini İngilizce yazdı. Amerika’da yayınladı. Kitap 1992’de Türkçe yayınlandı.

Prof. Mardin, Said Nursi üzerine bir çalışma yapmayı kendisi için vicdani bir borç bildi. Onun, Bediüzzaman’a olan borcu şu idi: Mensup bulunduğu öğretim üyelerinden bir grup, 1970 öncesinde, “irticaya karşı bildiri yayınlıyoruz, senin de imzalamanı istiyoruz” diyerek imzalanacak metni gönderirler. Tanıdığı ve güvendiği insanlardan gelen metni incelemeden imzalar ve gönderir. Bir süre sonra bildirinin irtica bahanesiyle Bediüzzaman’a hakaret içeren bir bildiri olduğunu öğrenir. Ve konuyu içine atar.

Rahmetli Cemil Meriç’in Bediüzzaman’ı çalışmasını söylemesi ve konunun kendi alanı olması avantajıyla Prof. Mardin 1975’li yıllarda Risaleleri tanıma çabasına girdi. Bu süreçte değerli gazeteci Suat Alkan’ın organizasyonları sayesinde sıklıkla sohbetlerde bulunduk. Sosyolog olarak, sadece kitaba bağlı kalmıyor, hem soruyor, hem konuyu müşahedeye özen gösteriyordu. Toplumun her kesiminden ve her yaştan insanın kitaba bağlı, dini bir mensubiyet içinde olması, onun üzerinde, kısa sürede çok olumlu intibalar oluşturdu. İlişkilerimiz karşılıklı saygı ve anlayış içinde kısa sürede güvene dayalı hale geldi. Risale-i Nurun mahiyetini ve kişileri tanıdıkça, dayanağı olmayan ön yargılarını bir tarafa bırakarak ilim adamı olmanın gereklerini yapmaya başladı. Bediüzzaman’ın yaşadığı yerleri yerinde görme ve değerlendirme imkanı buldu. Bediüzzaman’a hizmet etmiş talebelerini 1975’li yıllardan itibaren yakinen görme ve tanıma fırsatı buldu.

Arkadaş hatırına hakaretamiz bildiriyi imzalamış olmasını, kendisi için düzeltilmesi ve ödenmesi gereken bir borç olarak gördü. İşte bu noktadan sonra “benim Bediüzzaman’a ödenmesi gereken bir özür borcum var, bunu ancak onun hakkında bir çalışma yaparak ödeyebilirim” noktasına geldi. “Said Nursi Olayı” isimli kitabı, itina ile ve kararlılıkla yazıp ortaya koydu. Bütün külliyatı okuyamamış olmasından kaynaklanan bazı eksiklik ve hataları hatırlatıldığı zaman, büyük bir anlayışla kabul ve düzeltme yoluna gitti.

Cumhuriyeti kuran kadroların çoğunun çocuğu Mardin'in arkadaşı idi. Said Nursi hakkında yazdığı kitabı görüp okuduktan sonra, “biz Said Nursi’yi böyle bilmiyorduk, yanlış tanımışız” diyerek kusurlarını itiraf edenler oldu.

Kitabının İngilizce baskısı çıkınca, 1990’da Cumhuriyet gazetesine Nurculuk konusunda mülakat verdi. Gazete bunu aynen yayınladı. Halbuki, mülakattan birkaç sene önce, risalelerin reklamının yayınlanması, bu gazetede olay olmuş ve yönetim değişikliğine yol açmıştı.

Prof. Mardin mülakatında, “Nur hareketi, değişim içinde referans çevresini kaybetmiş grupların günlük ilişkilerini düzenliyor, onlara yeni bir referans çerçevesi sunuyor” diyordu. Ona göre, tek parti döneminde kimlik kaybı endişesi yaşayan toplumun imdadına Nurculuk yetişiyor ve topluma istinat noktası oluyordu. Merhum Mardin, bu kapsamlı mülakatın bir yerinde şunu da söylüyordu “Said Nursi yaşadığı çağın farkındadır ve Batı’nın tartışılmaz üstünlüğünün bilimsel başarısından kaynaklandığını yadsımamaktadır. Bunun için de Müslümanlık ile akılcılık arasında yeni bir sentez yapmaya kalkışmıştır.” Sözü edilen, “iman ve akıl” sentezi idi. Nursi’ye göre, bu sentez eğitime de taşınmalıydı. Eğitim, “Medresetü’z Zehra” isimli bir dar-ül fünun’da yapılmalıydı. Böylece,Arabistan, Hindistan, İran, Kafkas, Türkistan, Kürdistan'daki milletler, menfi ırkçılık” tehlikesinden korunacak, “felsefe fünunu ile ulûm-u diniye” burada birbiriyle barışacaktı. “Avrupa medeniyeti, İslâmiyet hakaikiyle” tanışacaktı.

Prof. Mardin, “Said Nursi Olayı” isimli eserinin 60. sayfasında, bu eğitim kurumunu,  “Mutaassıp çizginin dışında kalan, henüz tanık olunmadık ölçüde modern renk taşıyan” özellikleriyle tarif ediyor. Bediüzzaman, “ellibeş yıllık hayalim” dediği bu yapı kuruluncaya kadar, risalelerin okunduğu yerlerin o boşluğu doldurmasını istedi. Mimarisinden müfredatına kadar bu eğitim kurumunu ete kemiğe büründürme sorumluluğu halen akademiyanın omuzlarında duruyor.

turner.jpg3–Prof. Dr. Colin Turner

Bir İngiliz vatandaşı olan Prof. Dr. Colin Turner İslamiyet’i tanıdıktan sonra 1975’te İslam’ı seçmiş. Teolog bir ilim adamı olarak, İslam’ın Risale-i Nurlarla Batı’ya tanıtılmasına çalışıyor. Uzun yılların çalışması olan, “Kur’an’ı Said Nursi ile Okumak – Risale-i Nur’un Temel Kavramları” isimli ve hacimli eseri tercüme edilmiş olarak yakında  yayınlanacak.

Abdullah Yeğin’in Bediüzzaman’a ilk gittiğinde şikayet ettiği “Muallimlerimiz Allah’tan bahsetmiyor” konusu, Dr. Colin’in de gündemindeydi. Devrimi öncesinde, eğitim sebebiyle 1979’larda İran’dadır. Sokak gösterilerinde kendisine “Lailahe İllallah-Allahu Ekber” diye slogan atarken birisi yaklaşır “bu ifade ne demek” diye sorar fakat kelime karşılığından öteye tatminkar bir cevap veremez. İşte o zaman, kendisini Abdullah Yeğin’in cevabını aradığı soru karşısında bulur. O saatten sonra bu soruya cevap aramaya başlar. Nihayet bu sorunun cevabını, takvimler 2000 yılına yaklaşırken Risale-i Nur’u tanıyarak bulur.

Aradan yirmi yıl geçer.  Hala aynı sorunun devam ettiğini görür. Prof. Colin, “bizim alimlerimiz de Allah’tan bahsetmiyor” demek ihtiyacını duyar. “Kanundan, yasaktan bahsediyorlar, fakat Allah’tan bahsetmiyorlar” diyor.

Prof. Colin, “Risale-i Nurlar ile Allah’ı kainatın merkezine alıyoruz” diyor. Bediüzzaman’ın İslam dünyasında tanınmaması şeddeli ayıbımızdır. Ona göre, bugünün insanının her şeyden evvel Allah’a imanla münasebet kurması en büyük meseledir Bugünün Müslümanlarının Mekke’si olmayan bir İslam algısında olduğunu söylüyor. “Mekke olmadan Medine olmaz” diyor.

Hatta bir itirafta bulunuyor: “Risale-i Nur’u tanımadan önce Müslümandım ama mümin değildim” diyor. Bu hal, insanın neye, niçin inandığını bilmeyişidir.

“Ben Bediüzzaman’ı okudum. Onun, Allah’ı isim, sıfat ve tecellileriyle tanıtan metinlerini, eserlerini okuduktan sonra Müceddit olduğuna inanıyorum” demektedir. “Müslümanlar olarak bir geleceğimiz olacaksa, Bediüzzaman sayesinde olacaktır. Onun öğretisi sayesinde olacaktır” diyor.

baz.jpg4–Doç. Dr. İbrahim Baz

Bediüzzaman hakkında son bir değerlendirmeyi Doç. Dr. İbrahim Baz’dan aktarmaya çalışacağım. Şırnak Üniversitesinde İlahiyat Fakültesi Tasavvuf Ana Bilim dalında görev yapan sayın akademisyen, bulunduğu bölgenin sorunlarına eğilen çalışmalar yapıyor.  Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin yaşayageldiği sorunlar ile bunların gelecekteki muhtemel sonuçları üzerinde çalışıyor. Sağlıklı değerlendirme yapmak için gerekli olan maddi-manevi verileri tesbite çalışıyor.

Bölgenin son yüz elli yıllık zaman dilimindeki sosyal, siyasi, ekonomik, kültürel, etnik ve dini konularını hareket noktası alan sayın akademisyen, çalışmasını sadece Türkiye ile sınırlı tutmuyor. Komşu ülkeler coğrafyasını, Türkiye’yi ilgilendiren yönleriyle etnik, dini, cemaat, tarikat, aşiret ve akraba ilişkileri açısından da dikkate alıyor. Toplumdaki sivil kuruluşların devletle olduğu kadar, birbiriyle de ilişkilerini analize yönelik çalışmalar yapıyor.

Genelde Türkiye’nin, özelde Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinin ekonomiden demografiye kadar geniş bir alanda sağlıklı verilerini toplamaya çalışıyor.

Detaylı bir çalışma haline getirdiği dosyasını, kısmi veya ana hatlarıyla takdim ettiğinde ilgi çekici bir içerik görülüyor. Sabırlı bir çalışmanın sonunda, topladığı verilerin bir anlam ifade edebilmesi için psikolojik ve toplumsal dayanışmanın mutlaka sağlanması ihtiyacı öne çıkıyor.

Çalışmaya bakıldığında toplumsal dokudaki, din, mezhep, etnik ve aşiret benzeri yapıların iç dayanışması, başkasına ihtiyaç duymama eğilimine kaynaklık ediyor. Toplumdaki bu psikolojiye karşı “Bediüzzaman” kimliğinin her temayüldeki fert ve gruplar için ortak payda oluşturduğu çalışmada açıkça ifade edilmiş.

Sayın akademisyenin topladığı veriler ışığında eğer, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde güçlü bir geleceğimiz olsun isteniyorsa, bu sonuç, Bediüzaman’ın bölge insanı için tartışmasız ortak değer ifade eden kişiliği sayesinde olacaktır. Kardeşlik ve dayanışmayı yaşanır kılan bir hareket elbette bir gelecek güvencesidir.

Baştan buraya kadar aktardığımız görüşler, Bediüzzaman’ın “vefatım, hayatımdan ziyade bu vatana hizmet edecektir” ifadesini, vefatının 60. yılında da doğrulamaya devam ediyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum