Barla bir sürgün yolu

Barla bir sürgün yolu – 1

Risale Akademi, Isparta Kültür ve Eğitim Vakfı ve Mekke Eğitim Vakfı tarafından tertiplenen Barla Lahikası Sempozyumuna gitmek üzere aynı günün sabahı yola çıktık. Bu sefer sempozyum için yola çıkan kafile ile beraber olmak sebebi ile farklı bir atmosfer hakimdi yolculukta. Bu debdebeli dünya içinde bir kurtarılmış bölge gibi idi seyyar medresemiz. Yol boyu yine dersimize çalıştık ve Mustafa Polatdemir Ağabey vasıtası ile gayri münteşir mektublardan derlenmiş bir demet mektubu okumak şerefine de nail olduk.  

İlk defa fark ettim ki biz Üstadın sürgün olarak mahsun gönderildiği yere nedense her seferinde sevinçle gidiyorduk. Belki de Üstadın uzun zaman bulunduğu bir yere gitmenin sevinci ile idi bu halimiz. Fakat bu sefer ben çok farklı duygular içindeydim. Günlere damgasını vuran bir hüzün vardı. Elbette Üstadın İslam Alemi için çektiği elemleri yaşadığı sıkıntıları hayal bile etmemiz zor idi belki ama hiç olmazsa Risalelere hizmet edememenin hüznü gibi masum bir hüznü taşımak mümkündü. Belki böylelikle Barla bizim için turistik gezi mekanı gibi anlaşılmak gafletinden kurtulmuş olurdu.

Barla’yı gafletten kurtarmak belki bizim oraya ona nazarımız ile alakalı. Biz Risalelerin manasını ve misyonunu ne kadar anlayabilirsek Barla da bizim gafletimizden o kadar korunmuş olur belki.

İnsan çevresinden etkilenmenin yanında çevresini etkileyendir de. Umreye gittiğimde fark etmiştim ki bu gibi kutsal bir ibadete bile insanlar ülfet ile ve gaflet ile bir gezi nazarı ile bakabiliyorlar. Ne ise.

Kainat insanı uyandıracak parlak ayetler ile dolu olmasına rağmen insanın gaflette kalabilmesi ve bizi uyaran bunca yaşanmışlıklara rağmen aymazlığımız zaman zaman bize pahalı düşmektedir.

Said Nursi’nin sürgün edildiği yerlerde kendisini sürgün edenler ile hiç ilgilenmemesi ve doğrudan doğruya küfrü hedef alması çok manidardır. Kendini sürgün edenlere yönelik yazılar kaleme alsa idi biz bugün Risale-i Nur Külliyatı gibi bir eseri okumak şerefine ulaşamayacaktık. Küfr-ü mutlakın yaptığı tahribden bahsetmeden dessasların desiselerini incelikleri ile ifşa etmeden imana ve Kur’ana çalışmış olması harika değil mi?

Evet Said Nursî, harika bir iş yapmış ve harika bir eserin vücuduna sebeb olmuştur. Bediüzzaman lakabı ona verilmesi elbette tesadüf değildir. Biz ise onu övmek haddimizi aşıyor çünkü onu övmek için onu evvela anlamak gerekiyor. Onu anlamak ise elimizdeki eserler ve hayatı vasıtasıyladır. Hayatına ise sathi bir bakış onu anlamaya yetmeyeceği açıktır.

Üstadı ve misyonunu anlamak ise bizim için hayati önem taşımaktadır. Zira onu anlamazsak Risale-i Nur’a talebe olduğumuzu zannetmekle beraber Mesnevi-i Nuriye’de verilen misal gibi ardından gitmek istediklerimiz şark tarafına gider iken biz onlara aynadan baktığımız için Batı’ya gittiklerini zannedip Şark tarafına giden ecdadın peşinden gidiyoruz zannı ile Garba yola dizilmiş olabiliriz. Bu temsil üzerinde ciddi bir inceleme yapmamız gerekir.

Biz Üstada nereden bakıyoruz? “gözlerinizi bana gönderin başımda misafir edeyim ve benim baktığım yerden bakın” diyen Üstada kendi başımızdaki gözler ile bakmakla onu anlamamız mümkün mü? Cüz’i ve kendi nazarımız ile Üstadı anlamamız mümkün mü? Dünyayı evvelen nazara almaya alışan bir nazar ile Üstadı anlamamız mümkün mü?

Evet Barla yolunda bunlar geldi aklıma. Üstadı anlamaz isek mesajlarını nasıl anlayabiliriz? Durduğu ve baktığı yeri bilemez isek dediklerini kendi anlamak istediklerimize indirgemiş olmaz mıyız? O zaman kendi istediğimizce bir hayat sürüp de Rabbimizin muradınca hareket ettiğimiz zannına kapılmaz mıyız?

İnbisat etmek gerek belki, genişlemek. Rabb-i Rahimimizin bizim fıtratımıza koyduğu şefkati mümkün olduğunca daha çok mahluka yayıp kabımıza sığamamak, olduğumuz kadar olmamak, bütün mahlukatın adeta bekaya bakan cihetleri kadar genişlemek. İnsan gerçekten de bu genişlikte ve ulviyette yaratılmış. Dar düşüncelerin, dünyevî değerlendirmelerin bizi boğması da bundan değil mi?

Ne zaman ki asıl fıtratımızdaki genişliğe uygun yaşarsak o zaman daralıp bunalmaktan kurtulabiliriz. Dünyanın kısa ve fani işlerini ahirette meyve verecek bir tarz üzerinden dizayn etmeyi ve küçük bir adetimizi bile ibadete çevirecek nebevî bakış açısını ne zaman yakalayabilirsek o zaman ferahlayabiliriz.

Barla’nın bağlarına, denizine, Risale-i Nur’un dili olmuşların sözlerine Risale-i Nurca bir bakış açısıyla bakmak temennisi ile.

***

Barla bir sürgün[i]yolu - 2

Babam bakkal olduğundan mıdır bilmem mahalle bakkallarını pek severim. Tabi ki şehirlerde az var. Fakat küçük yerlerde bakkal demek her şey demektir. Hem bir terapi merkezi hem buluşma mekanı hem hem... Barla’da da bu böyle. Gelişmişlik düzeyimiz de fena sayılmaz ki; Barla’da bakkalda internet ihtiyacımı bile karşıladım. Allah razı olsun demek bakkalın da Risale Haber’e gönderilecek yazıda katkısı oldu. Hem Risale Haber sayfasından canlı olarak sempozyumu da izliyordu. Hem dükkanda hem sempozyumda idi yani.

Barla Lahikası Sempozyumu Barla’da bu manada yapılan ilk etkinlik olma şerefini de taşıyor. İnşallah hayırlı bir kapı açılmasına sebeb olur da Kur’ani metodu günümüze getiren Risale-i Nurların hayata geçirilmesi açısından bütün dünyanın buhranlı insanlığına ilaç olacak faaliyetlere kapı açmış olur.

Barla’ya gelirken yolda hep Emirdağ Tabelalarına gözüm takıldı kaldı. İnşallah Emirdağ’da da Emirdağ Lahikası Sempozyumu olur.

Kat’i kanaatim geldi ki Barla’ya yalnız gelmek gerekiyor. Biz genelde cemaatlerimizle, gruplarımızla geldiğimiz için çok da Barla havasına giremiyoruz. Risalelerin lafzına öyle çok hizmet etmemiz gerektiğine odaklanmışız ki Risale-i Nur’un ruhunu soluklamak için şöyle biraz durup Barla’nın havasını doyasıya içimize çekecek vakit bulamıyoruz. Allah bizi affetsin kardeşlerimizin irşadı ile de meşgulüz de kendimize sıra gelmiyor. Ne ise.

Bediüzzaman Hazretleri buraya mecburi ikamet için gönderildiğinde yolu yokmuş Barla’nın. Üstadın tabiri ile Barla Denizi yolu ile geliyor buraya. Şu anda ben de Barla Denizi’ne nazır oturmuşum. Bakmaya çalışıyorum o güne; bir sandal ile kıyıya usul usul yanaşmaları… Nasıl hisler içinde idi acaba Bediüzzaman?

Burada kuşlar da bir başka ötüyor. Mardin’de de dikkatimi çekmişti orada da kuşlar sanki bir başka canlı. Ankara’nın kuşları küstüren bir havası mı var? fazla mı taşlaşmış.

Ankara ve taş deyince dünkü tefekkürüm hatırıma geldi. Barla’nın fıtrî ve sıcak insanları içinde kendimi Ankara’dan gelen bir taş gibi hissetmiştim. O betonların ve uzağımda da olsa bürokrasinin havası Ankara’yı boğmuş gerçekten. En kara bir halet ise Nurlar şükür ki o kara haleti tard ediyor. Sürüyor.

Evet evet asıl sürgüne giden kara kalbli kara yüzlü olanlardır. Nurlar sürgüne gönderir onları Cehennem çukurlarına kadar sürer. Bununla beraber tabi ki cehennem değil Cennet daha çok sakin kazansın için çalışır. Allah’a bilerek ve isteyerek düşmanlık edenden gayrı (ki böylesi pek azdır) herkesin ne kadar yüzünü kara edecek günahları olsa da tövbe ile affa mazhar olmasını diler. Şiddetli baskılar altındaki talebelerin “Ey muannid sen benim dünyamın mafvına çalışıyorsun ama ben senin ebedi saadetin için çalışıyorum” demeleri gibi.

Ne tuhaf Barla’da hiçbir şeyin eksikliğini hissetmiyor insan. Gerçekten de burada bir Ramazan geçirmek gerek. Barla’da daim Ramazan havası var. Hatta bu sabah kahvatlı ederken bir an “Ramazan geldi mi yoksa” diye içimden geçti de sabah namazı vakti gördüğüm ay hatırıma geldi. Artık epey incelmiş ama daha Şaban ayındayız. Büyük şehirlerde ayı da ne az görüyoruz ve güneşi de…

Bugün Sempozyumun ikinci günü. Dün çok güzel dolu dolu sunumlar oldu. Fırıncı Ağabey’in “hepimiz Barla’ya hoş geldik” demesi çok hoş geldi bana. Ve Barla’da bir sempozyum olacağını duyduğunda adeta bir elektriğe kapıldığını da vurguladı. “hiç beklemiyordum böyle bir şeyi” dedi. Dünyanın birçok yerlerinde sempozyumlara katıldığını ama bu Barla Lahikası Sempozyumunun bir taç gibi hepsinin üstüne oturduğunu vurguladı. İnşallah tebliğlerin bir kitap halinde yayınlanmasını Rabbim kolaylaştırır da tam metinleri elimizde kitap olarak bulunur.

Kuşları, ağaçları, denizi, rüzgarı hepsi bir başka Barla’nın. Barla denizi etrafındaki dağlar kudretin azametli eserlerini başka dağlara nisbeten daha net okutuyor sanki. Bulutların sevki, rüzgarların tasrihi daha bir başka burada. Evet her bir Risale-i Nur okuyucusu yalnız olarak gelmeli ki tefekküre fırsat bulsun. Risale-i Nurlar mürşidimizdir. Daha birbirimizi irşada ne hacet. Sadece taktir edici yoldaş, civanmert kardeş, fedakar arkadaş ve samimi dost olmak değil mi birbirimize karşı vazifemiz.

Üstad, üstad iken “ben size itimad ediyorum çünkü Risale-i Nur’un akıl, kalb ve ruhunuzda ettiği tesire güveniyorum” der iken biz ise birbirimize itimad etmeden irşada kalkınca tabii ki işler karışıyor. Hele gıybet ve benzeri şeyler ile kardeşlik bağları da zedelenirse hakiki vazifemiz olan tesanüde çalışmak vazifesi akîm kalıyor. Bu vazife akîm kalınca da sair bununla bağlı olan vazifeler husule gelemiyor. Bu nedenle şeytan ve sair dessaslar hep kardeşliğimize halel verecek fitneleri çeviriyorlar.

Evet, kırk dakika sonra bugünkü oturumlar başlayacak. Bereketli ve feyizli olacağından şüphem yok. Rabbim bereket ve feyzi alacak kalb kanallarımızı açsın inşallah.

Bu da var ki eğer bir Nur Tarapisi Merkezi ya da Nurlar Rehabilitasyon Merkezi açılacak ise bunun yeri Barla olsa gerek. Hasta bir Nur okuyanı en güzel burada iyileşir bence. Her şeyi para kazanmaya endekslemiş olanlardan Rabbime sığınarak bunu yazıyorum. Hastalar Risalesi ile tedavi uygulanacak bir merkezin ve İhtiyarlar Risalesi ile manevi doping yapılacak bir merkezin de fıtrî ortamı burası olabilir.

Elbette buranın manevi iklimini bozacak büyük avm gibi yerlerin açılmasına fırsat vermeden bunların planlanması gerekir. Belki de bu sakin havanın korunması için böyle yerler burada olmaması daha münasib. Bu hali ile Hafız Ali’leri, Şamlı Tevfik’leri, Sıddık Süleyman’ları, Santral Sabri’leri, Bayram’ları, Ceylan’ları ve nicelerini sokaklarda gezerken hayal etmek daha kolay.

Barla bir sürgün yolu - 3

Barla Lahikası Sempozyumu … başladı ve devam etti ve manaları ile devam ediyor inşallah. Bitmek kelimesi ne Risale-i Nur’un ne de Risale-i Nur ile alakalı olan hiçbir şeyin yanına yakışmıyor. Adı üzerinde nurun risalesidir. Nur bitmediği gibi nurla alakalı olanlar da bitmez ve sona ermezler. Ancak göklerin ve yerin nuru olan Allah’ın katına yükselirler. Kur’an nurlarını neşreden Risale-i Nur ve ona taalluk eden işler de onun ruhuna zıt olmamak kayd-ı şartı ile kıyamete dek daim olacak ve Cennette karar kılacaktır inşallah. Nurdan gelen nura gider.

Hüznün, sürgünün göz yaşının çillenin ve çileli bir hizmetin merkezi Barla…

Feveran ettirecek, aklı devre dışı bırakacak, “yeter artık bu kadar da olmaz” dedirtecek, gençleri ihtiyarlatacak zulümlerin merkezi barla. Diş sıkmanın zerreleri lerzeye getirecek hallerinin sessiz sedasız yaşandığı yer Barla.

Gözyaşları ile sulanan ağaçların doksan sene sonra tatlı tatlı meyveler verdikleri yer Barla.

Müsbet hareketin asayişi korumak iklimi öyle sirayet etmiş ki köpekleri bile saldırgan değil Barla’nın.

Çocuk arkadaşım Hüseyin Talha ile çınar ağacının orada son kez karşılaştık. Çocukları daha bir çocuk Barla’nın, taşları taş gibi taş, dağları dağ gibi dağ. Üstadın iki çeşmeleri[ii] iki gözden akan sıcak ve tuzlu suların aksine Cennet pınarlarından zemzem akıtıyor.

Aman çeşme canım çeşme Üstadımı gördün dimi…

Barla’dan Ankara’ya dönmek ne garip. Topraktan taşa dönmek. İnsan sıcağından mermer soğuğuna geçmek. Terli iken soğuk duş almak.

Daha çok Barla daha çok Barla. Evet her fırsatta gitmek Barla’ya. Her dolu doludola dola ağlamak isteyenin bulabileceği en münasib yer Barla. Göz yaşlarının fevkalade semereler verdiği yer Barla. Kabul edilmiş duaların merkezi Barla. Güzel hayallerin sümbüllendiği yer Barla.

Ahh Barla. Ne kadar anladım ki seni hakkında ne desem. Daha yakından tanımak gerek seni. Seni tanımak sende yaşayanları tanımak iledir. Sende edilen duaları bilmek iledir. Bize uzanan nurlu elin senden lemean eden bir dua olduğunu anlamaktır. Nurların ne gibi çileler içinden çıktığını fark etmek iledir. Zulmetin en koyu olduğu zamanın nurun habercisi olduğunu bilmek iledir.

Hira’da başlayan vahyin nurunun Horhor’dan yansıyıp her insanın kendi kalb mağarasında parlaması serüveninin şahitlerinden biri Barla.

Barla’yı anlamak için sakin bir ruh hali ile, dünyadan tecerrüd ederek aynasını dünya ve dünyevilerin müzahrafatından olduğunca saflaştırıp durmak gerek Barla’nın içinde. Hulusi Ağabey’in “zihnimi safileştirip” nurların karşısına oturuyorum dediği gibi biz de Barla’ya zihnimizi safileştirip bakabilmemiz gerekir. Hem kendisine hem de Lahikasına.

Barla’yı anlamak için kabristanında zaman geçirmek gerek. Şamlı Hafız Tevfik’i, Sıddık Süleyman’ı, Bayram Ağabey’i, Ali Uçar Ağabey’i, Mustafa Çavuş’u dinlemek gerek. Onları dinlemek, hayatları ile anlattıklarına şehadet etmek, “işte bu insan bu dava uğrunda çalışıyor” demekle şahit olmak bile bir şeref. Davanın ne olduğunu anlamak ve davanın metodunu anlayıp uygulamak ise ciddi bir çaba gerektiriyor. Öyle “ben yaptım oldu” denecek bir iş değil.

Kendini, davasını, hizmetini, şevkini, coşkusunu, elemini, hüzün ve kederini kaybedenler Barla’da bulabilirler. İster Lahikası ister kendisi, kim nerede bulabiliyor ise…

 

[i] Malumdur ki sürgünün iki manası var. Biri; bir yerden cebir ile bir başka yere sevk, diğeri de bir ağaç kesilmek ile canına kast edilir de bir yeni sürgün vermek ile ağacın hayatı devam eder. İşte Barla sürgünün yeridir. Dirilişin, ölsün için üstüne topraklar saçılanın ayağa kalktığı yer. 

[ii] Çınarın dibindeki çeşme ve Çam Dağı’nda kullandığı çeşme. Bilmem ki acaba Üstad oraya gitmeden de o su var mı idi yoksa Üstada mı bir ikram olarak verildi, Üstadın varlığıyla mı var oldu.   

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum