Babıali’nin kapısını zorlayanlar

Babıali yüksek kapı demek. Devletin yönetildiği yere verilmiş bu isim çünkü devleti yöneten kapı yüksek kapıdır. Daha sonra bu kapı yazar çizerlerin biriktiği, yazar harmanı olan, yine de idare etmenin ancak kalem ile yazı ile olacağını işar eden manasında kullanılmıştır. Namık Kemal’den, Cevdet Paşa’dan, Şinasi, Recaizade, Mithat Efendilerden daha başkaları da bu kapıda yerlerini almışlar, eserleri ile toplumu yönlendirmeye çabalamışlardır.

Babıali’nin sakinleri birçok koldan topluma hitap etmişler. Kimi romanla, kimi şiirle, kimi deneme yazılarıyla, kimi tiyatrolarıyla, kimi gazetecilikle, fıkra yazılarıyla, siyasi denemelerle siyasi akışı denetleyen eserler vermişler veya yönlendiren yazılar yazmışlardır. Bizde Babıali umumiyetle batının kopyası olarak çalışmış. Basın dediğimiz toplumu muhatap alan gazeteler, milleti yönlendirmeye gayret etmişlerse de toplumun fikren, siyaseten yükselmesine hizmet etmişler midir, bu bir büyük araştırma konusudur.

Fakat kaderin bir remzidir ki, imparatorluğun yıkılmasıyla birlikte, Anadolu asıl milletin tarlası olan bu muhit Babıali’nin faaliyetleri içinde kendini bulamadığı için yine kaderin sevki ile bir takım insanlar İstanbul’a gelerek basın yayın faaliyetlerine katılmışlar. Bu insanların mücadele azmini ve kalemlerinin gücünü güçlendiren, manevi iklimlerin insanları veliler, evliyalar olmuştur. Necip Fazıl bir gün karşıya gemiyle geçerken manevi bir rehber arar, yanındakine “buralarda bir din, fikir, fazilet adamı var mı” diye sorar. Birisi ona Ağa Camii’nin imamını salık verir. Necip Fazıl’ın arayışı aslında ilahi bir yönlendirme ile bir milletin dininin, bakış açısının dinle mümtezic dünya görüşünün anlatılmasıdır. O bilmese de onun arayışı bu kuvveyi harekete geçirmektir, gider o zatı görür, birden etkilenir.

Ondan sonra ona ”benim efendim” der meczubu olur. “Tam otuz yıl saatim çalışmış ben durmuşum, gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum” diye yakınır. Büyük Doğu diye sadece savaşa asker gönderip şehitlikleriyle bir devleti yapan Anadolu çocuklarına bir hedef gösterir büyük yazar. Konferanslar verir, milleti heyecana getirir, savaştan yorgun çıkmış insanlara ideal verir, bir hakikatin peşine gitmeyi öğretir.

Bu saf millete hitap etmek için Babıali’ye itilen bir adam da Bediüzzaman’dır. Onda da yazma faaliyeti fıtridir. Neden yazmaya ihtiyaç duymuştur? Bitlis’te doğmuş medrese tahsili görmüş, ulum-ı şetta üzerinde yoğunlaşmış bu insan birden bire  Şinasi’nin açtığı edebiyat vadisinde gazetelere, dergilere yazı yazmak ihtiyacını neden duymuştur? Birisi ona sordu mu “Azizim neden yazıyorsun Bitlis nere, Nurs köyü nere? Osmanlı gibi kamuoyu olmayan bir toplumda birden bire bir batılı yazar gibi yazmak, onun gibi düşünmek, kurmaca, hikaye, deneme, yorum ve tefsir anlayışı nerden doğdu?”

Çünkü Bediüzzaman’dan önce onun yazdığı sitilde yazı yazmak, hitap etmek edebiyatın bütün ifade kalıplarını kullanmak yok. Nereden ilham oldu, nasıl oldu? Anlayan beri gelsin. İlk dönem eserlerinden itibaren eserlerinde yazı şekilleri, anlatım tarzları sürekli değişir. Nur’un İlk Kapısı’nda büyük bir değişmeye uğrar. O adeta bir kapıdır gerçekten ama ona kadar gelen eserlerinde bir reaksiyon tarzı varsa da sonraki eserlerindeki reaksiyonun anonimleşmesi yoktur. Nurun İlk Kapısı daha sonraki eserlerinin nakıs bir örneğidir ama onların ondan tezahür ettiği ortadadır. Fakat Sibirya sürgünü, daha sonra İstanbul’a gelişi, arkasından Ankara hayatı sonra Burdur ve orada Nur’un İlk Kapısı’nı yazmak, bu yolu ihtiyar etmek önceki dönemlerde yok. Orada neden birden bire şahıslarla konuşmak, bir kurmaca metin inşa etmek, gerilimler bulmak neden icap etti? Hazret yaşasaydı bunları ona sorsaydık.

İneklerinin ağzını bağlayarak onun, bunun tarlalarından yemesini helal-haram anlayışına aykırı bulan saf adam Sofu Mirza’nın oğlu birden bire nasıl oldu da dünyayı sarsacak felsefi, kelami mülahazaları, kurmaca metinleri, harika diyalogları, şeytan ve ruhanilerle mübarezeleri nereden tahsil etti? Kendinden önce Kur’an’ın anlatımında olmayan bu tarzları nasıl tahsil etti ve uygulamaya geçti?

Babıali’nin muzır adamlarından Abdullah Cevdet’in Bediüzzaman’ın Haşir Risalesi’ni fark etmesi, Babıali’ye Bediüzzaman’ın büyük bir eser ile girişi ve orada büyük münkiri ikna etmesiyle başlar. Babıali böylece sarsılmıştır muhakkak. Birgün Süleyman Nazif içtihad Gazetesinin önünden geçerken bir dostuna rastlar. Ona sorar “nereye gidiyorsun?” O da “Abdullah Cevdet’e çıkıyorum” der. Nazif ona “Abdullah Cevdet’e çıkılmaz inilir” der. Süleyman Nazif Diyarbakırlıdır, Bediüzzaman Bitlislidir. Acaba büyük feryat olan Süleyman Nazif ile Bediüzzaman hiç karşılaşmadılar mı bilmek isterdim. İstanbul’un işgaline “Kara bir gün” makalesiyle cevap veren bu büyük adam ile Bediüzaman mizac ve feryad itibariyle benzerler.

Haşir Risalesi’nin telif edildiği aynı dönemde materyalist felsefenin savunucusu olarak faaliyet gösteren Abdullah Cevdet’in bu neşre nasıl tepki verdiği malumdur.

Cumhuriyetin ilk dönemlerinde materyalizm ve Darwinizmin askeri tıpta revaç bulduğunu ifade eden merhum Mehmet Fırıncı Ağabey, bu esnada Abdullah Cevdet’in de orada doktor olarak görev yaptığını söylemişti. “İçtihad” isimli bir gazete çıkarmakta olan Abdullah Cevdet orada yazdığı makalelerinde dinî bütün mefhumları reddettiği gibi “Din bizi geri bıraktı” düşüncesini savunuyor ve haşri de yani öldükten sonra dirilmeyi de hurafe olarak tanımlıyordu.

Üstad Hazretlerinin ise bu esnada Barla’ya sürgün edildiğini anlatan Fırıncı Ağabey, Haşir Risalesi’nin telifinin ardından Bekir Dikmen vasıtasıyla Harf İnkılâbından evvel basıldığını ifade etti. İstanbul’daki bir matbaada Haşir Risalesi’nin dizilip basılma teşebbüsü halk arasında çok geçmeden duyulmuş, bu haber Doktor Abdullah Cevdet’e de “Said-i Kürdi sana cevap verdi” şeklinde ulaşmıştı. Bu duyum üzerine matbaaya gidip Haşir Risalesi’ni okuyan Abdullah Cevdet “Adam ispat etmiş, bunun aksini ispat etmek mümkün değil. Dolayısıyla buna cevap verilmez” diyerek doğruluğunu tasdik etmiş fakat konunun takip edilmemesi için sayfaları karıştırmış ve kitap karışık sayfalarla basılmıştı. Hz. Üstad basılan bu sayfaların karışıklığını dipnotlarla “Bu sayfanın devamı filan sayfadır” şeklinde tashih etmiş ve Risale-i Nur’un yazılan ilk eseri olarak bilinen Haşir Risalesi’nin ilk neşri böyle sonuç vermişti.

Abdullah Cevdet gibi bir büyük dinsizi ikna eden, elini kolunu bağlayan Bediüzzaman’dır. Uyan ey ülkem itikadı bozulmuş gençlerimize dini, Haşir Risalesi’ndeki gibi anlatmayan  hocalara ve felsefecilere uyanın! Gidiş gidiş değil, ateizm, nihilizm nasıl yayılıyor bir bakın. Recep Abi, bir gün uyanır bu devlet. Çoğu gitti azı kaldı. Yavuz Bahadıroğlu’nun tarihi eserlerini beğenen Sayın Reis şu nurları şu millete her gittiğin yerde tavsiye et, insanların yüzünü hakikate çevir. Sayın Bahçeli, Buhara Yanıyor dizisini okumuş. Onu yazan Bediüzzaman‘ın teşviki ile böyle büyük romanlar yazmış. Gelin Nurları okuyun, okutun bu gençlik kabre itikadsız girmesin.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum