Bediüzzaman’ın kabri hep gizli mi kalmalı?

"Sizden şunu rica ederim ki mâzi kıt'asına geçmek için geldiğiniz vakit mezarıma uğrayınız. O çiçeklerin birkaç tanesini, mezartaşı denilen, kemiklerimi misafir eden toprağın kapıcısının başına takınız." Münazarat'tan.

Bu mesele zihnimi bir süredir meşgul ettiği için yazacağım. Ben, Bediüzzaman'ın, vefat hastalığında Urfa'ya gidişini tesadüf olarak görmüyorum. Hiçbir nur talebesinin de böyle görmediği kanaatindeyim. (Daha 1951 yılında cübbesini Urfa'ya gönderişinin bazı talebeleri tarafından oraya gideceğine yorumlandığı da bilinmektedir.) Hatta nur talebesi olmasın, fakat Bediüzzaman'ın işlerinde hikmetle hareket ettiğine inansın, o da bunun bir tesadüf olduğuna ihtimal vermez. Bediüzzaman Urfa'ya orada ruhunu Rahman'a teslim etmek üzere gitti. Ve dolayısıyla diyebiliriz ki: Defni için Urfa'nın mübarek toprağını ihtiyar etti. Peki neden orayı seçti?

Çok şeyler söylenebilir. Ben, Allahu’l-a’lem kaydıyla, kendi kanaatimi arzedeyim:

Bu seçimi Türk-Kürt-Arap kardeşliğine atılmış bir dikiş gibi tefekkür ediyorum. İttihad-ı İslam'a yapılmış bir hizmetti Bediüzzaman'ın Urfa'da vefatı ve defni. Nasıl? Bediüzzaman'ın mübarek kabri orada olduğu sürece, ömrünün büyük bir kısmında aralarında yaşadığı vefakâr Türkler, onu akrabaları ve kahramanları sayan dindar Kürtler ve dine hizmetini takdir eden mübarek Araplar Urfa'ya akın akın gidecektiler. Tıpkı bugün onunla ilgili diğer mekanlara teberrüken gittikleri gibi. Ve bu gidiş-gelişler ister-istemez Türkler-Kürtler-Araplar arasında bir etkileşim oluşturacaktı. Hatta kardeşi Abdulmecid ağabeyi bu zulme mecbur edenlerin "Suriye'den Bediüzzaman’ı ziyaret için kaçak girişler olduğunu" bahane etmeleri dahi onun 'büyük bir birleştirici' olduğunu gösteriyor. (Hatta Son Şahitler'da nakledilen bir hatırasında da Bediüzzaman ‘eğer Urfa'ya giderse Türkiye ile Suriye'yi birleştireceğini’ söylemiştir.)

Yani Bediüzzaman Urfa'ya defnini böyle bir etkileşime sebep olacağı için de tercih etti. Hayatını İttihad-ı İslam'a adamış birisinin vefatını da bu yola hizmetkâr etmesi hiç uzak bir ihtimal değil. Dâr-ı bekâya irtihalinden sonra Zübeyir Gündüzalp ve Bayram Yüksel gibi talebelerinin 'vasiyetidir' diyerek Urfa'da kalmaları da bu ihtimali kuvvetlendiriyor. (Sonraki dönemde polis baskısıyla Urfa’dan çıkartılmışlardır.) Hatta öyle geliyor ki bana: Eğer Üstad Hazretlerinin kabri Urfa'dan zorla taşınıp kaybettirilmeseydi; Türkler, Kürtler ve Araplar arasındaki diyalog da bugünkünden çok daha iyi bir seviyede olurdu. Belki coğrafyamız iletişimsizlikten kangren haline gelmiş sorunlarla uğraşmayacaktı bu kadar. Birbirimize karşı daha anlayışlı olacaktık. Daha şefkatli olacaktık. Etkileşim bunu sağlar. Bu meselenin bencileyin tarafı.

Nur talebeleri Allah'ın takdiriyle gerçekleşen her işte bir hikmet ararlar. Bu, bizzat Kur'an'ın, hadislerin ve Bediüzzaman'ın hikmet arayışlarının onlara verdiği bir derstir. Birşeyi 'irade etmek' ellerinde değilse, şartlar olgunlaşıncaya kadar, 'müsbet hareket' diye tarif ettikleri metod içerisinde gayret etmeye devam ederler. Ben, nur talebelerinin gerçekleşmesine engel olamadıkları bu zulmün ardında kaderin elini görüp, ona Bediüzzaman'ın metinlerinden beslenmiş bir tefekkürle bakmalarında beis görmüyorum. Hatta okumalarının hiç de haksız olmadığı kanaatindeyim. Bu okumanın Urfa için de önemli olduğunu, topraklarında gerçekleşmiş bu zulme engel olamamaktan kaynaklanan öfkeden onları koruduğunu düşünüyorum. Bence hem Urfalılar, hem Nurcular, hem Türkler, hem Kürtler, hem Araplar... Bediüzzaman'ın kabrinin taşınması meselesinde dişlerini sıkıp kadere tevekkül etmişlerdir.

Ancak sorgulamayla karışık bir özeleştirim de var: Bediüzzaman'ın Emirdağ Lahikası'nda geçen; "Benim kabrim gayet gizli bir yerde... bir iki talebemden başka hiç kimse bilmemek lazım geliyor. Bunu vasiyet ediyorum. Çünkü, dünyada sohbetten beni men eden bir hakikat, elbette vefatımdan sonra da o hakikat bu surette beni mecbur ediyor..." ifadelerinin onun son vasiyeti olduğuna emin miyiz? Eğer Bediüzzaman, bu vasiyetinin kesin ve son kararı/kanaati olduğunu düşünüyorsa neden Urfa'da vefat etmeyi seçmiştir?

Emirdağ'dan hiç hareket etmeyerek, hatta belki daha da ıssız bir yerde vefat etmeyi seçerek (bunu istese talebeleri elbette emrine uyarlardı), mübarek bedeninin gizli bir yere defnedilmesini sağlayamaz mıydı? Zira neshe dair hükümlerde olsun, sünnete dair uygulamalarda olsun, fıkha dair içtihadlarda olsun, 'son olan esas alınır' diye biliyorum ben.

Bu açıdan nur talebelerinin yaptıkları okumayı çok mutlaklaştırmasında da hata var bence. Şartlar olgunlaştığında Bediüzzaman Said Nursi'nin kabrinin tekrar Urfa'ya nakledilmesi imkandan uzak görülmemeli gibi geliyor bana. Bu, topraklarındaki emanete yapılan saygısızlığın telafisi anlamında, hem özelde Nurculara ve Urfalılara, hem de genelde dindar Türklere, Kürtlere ve Araplara doğru hoş bir adım olmaz mı?

Bediüzzaman'ın ahir ömründe orada vefat etmeyi seçmesiyle son vasiyetinin Urfa'da medfun bulunmak olduğu düşünülemez mi? Ki taşınmasa hâlâ orada olacaktı. Nur talebeleri "Vasiyeti böyle değildir!" deyip kabri taşımayacaktı.

Hasılı: Bu konuya dair sorgulamalarım var. İnsafla düşüncemi yazdım. En doğrusunu elbette Allah bilir. Fakat Sungur ağabeyden nakille işittiğim ‘mezarın hep gizli kalmayacağına’ dair muştular da beni bu işin olabilirliği hakkında heyecanlandırıyor.

Yeni Türkiye’yi düşlerken bu düşün en somut adımlarından birisini, Ayasofya’nın tekrar cami olmasıyla birlikte, böylece atamaz mıyız? Tevfik Allah’tandır. Mevsimi gelince çiçeklerini o açtırır. Yeter ki çiçekler açmaya küsmesin. Âmin.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
10 Yorum