Ay ve mehtap

Gecelerimizi zifiri karanlıktan kurtaran Ay, gökbilimcilere göre kocaman bir
kaya parçasıdır, sıradan bir gezegendir. Fakat şairler, müzisyenler, âşıklar o
kaya parçasına baktıklarında “mehtab”ı görürler!

Ay’ın sıradan bir gezegen olduğunu öğreten bilim olmasaydı bugünkü medeniyet
olmazdı.
Fakat bir de “mehtab”ın bizde uyandırdığı duyguları, “yıldızlı semalardaki
haşmet”in ruhumuzda yarattığı titreşimleri kaybettiğimizi, ‘makineleştiğimizi’
düşünün... İnsanlığımız kaybolurdu.
‘Bilimcilik’ adına bunu isteyenler olmuştur. Bizde pozitivizm akımlarının önde
gelen isimlerinden Kılıçzade Hakkı Bey, şiirin yasaklanmasını savunmuştu; akıl
ve bilimle değil, duygularımızla ilgili olduğu için!
Yasaklamak! Görüyor musunuz, mesele sadece bilim felsefesiyle değil,
hürriyetlerimizle de ilgili.

Bilimdeki değişim

Bu konu nereden aklıma geldi? İsmet Berkan’ın dünkü “İnsanın evreni anlama
çabası” adlı çok güzel yazısında okudum: 20. yüzyılın büyük filozoflarından
Bertrand Russell matematikçi bir arkadaşıyla, “mantıkla matematiği birleştirmek,
matematiğin formel bir sistem olduğunu kanıtlamak için” Principa Methematica
adlı dev eserini yazmıştı.
Fakat Avusturyalı matematikçi Kurt Gödel 1931’deki doktora tezi ile Russell’ın
bu görüşünü temelinden yıkmış, “Bütün formel sistemlerin doğruluğu veya
yanlışlığı kanıtlanamaz, dolayısıyla karar verilemez” diye yazmıştı.
Dikkat, bırakın duygularımızı, mantık ve matematik alanında bile bilimin ve
aklın “doğru” veya “yanlış” diye karar veremeyeceği bir “belirsizlik” alanı var!
Bu belirsizlik alanı fizikte de var. Determinizmin sonu (indeterminizm) ve
tabiat kanunlarının zorunsuzluğu gibi yeni teoriler fizikte de pozitivizmin 19.
yüzyıldaki hâkimiyetine son vermiştir. Pozitivizm, bilimin her alanda geçerli
olacağını savunmuştu.

Russell’ın ıstırabı

Russell, 1931 yılında yazdığı bir kitabında determinizmin yıkılıp bilimde
“belirsizliğin” ortaya çıkmasını ele almış, “Tuhaf değil mi, sıradan insan ilime
inanmaya başlamışken laboratuvar insanı bilime inancını kaybediyor” diye
yakınmıştır. Gençliğinde bilim adamlarının fizik ve matematik kanunlarından hiç
şüphe etmediğini, şimdi ise şüphenin ortaya çıktığını üzülerek yazmıştır.
Russell’ın deyimiyle, “bilimsel inancın nasıl ve niçin zayıflamakta olduğunun”
bir örneği, büyük İngiliz fizikçisi Sir Arthur Eddington’un çalışmalarıdır.
Kuantum teorisinin hızla gelişmekte olduğunu da belirten Russell, bu teori ile
“Newton zamanından beri fiziği idare eden hükümlerin temelinden altüst olduğunu”
da yazmış, çağımızda ‘sezgiciliğin’ büyük düşünürü Bergson’a hücum etmekten de
kendini alamamıştı.
Russell bu gelişmelerden ilahiyatçıların memnun olduğunu da yine üzüntüyle
yazmıştı. (Bilimden Beklediğimiz, s. 80 vd).

Bilimin sınırı

Newton fiziğinde saat gibi işleyen, zamanı ve mekânı hesaplanabilir bir evren
vardır; işte gök cisimlerinin hareketlerini saniyesi saniyesine biliyoruz. Fakat
kuantum teorisi ile fizik öyle bir “sınır”a dayandı ki, orada “zaman”ı da,
“mekan”ı da saptamak ve hesaplamak imkânsız.
Ama insanoğlunun merakları, sezgi ve hissedişleri o “sınır”da durmuyor; başka
bir ‘alan’a giriyorsunuz: Sezgi, mistisizm, tasavvuf, inanç, sanat, doğaüstü...
Ne derseniz o.
Bırakın bu muhteşem “belirsizliğin” metafiziğe açtığı büyük kapıyı, besbelli ki
Ay bir “gezegen”dir. Aynı zamanda “mehtap”tır! İkisine de ihtiyacımız vardır
fakat birinin ışığıyla öbürü bulunmaz.
Deney-gözlem-matematik alanında mürşidimiz bilimdir. Onun ötesinde ve iç
hayatımızda mürşitlerimiz duygularımızdır, inandığımız felsefi, sosyal ve
estetik değerlerdir, özgürlük alanıdır.

Hürriyet

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum