Avrupa’da ve Bizde İslamofobya

İslamofobya, İslam korkusudur. İyilik ve güzellik dini olan İslam’dan kim, niye korkar? Öncelikle insan bilmediği şeye düşman olduğundan korkar. Bu korkunun ve düşmanlığın asıl nedenlerinin cehalet ve menfaat temeline dayandığını söylemek mümkündür. İslamafobyanın bir Müslümanlara bakan yönü vardır, bir de İslam olmayanlara, daha doğrusu Müslümanlardan korkanlara bakan yönü vardır.

Müslümanlara bakan yönünü Bediüzzaman; Eğer biz doğru İslamiyet’i ve İslamiyet’e lâyık doğruluğu ve istikameti göstersek, bundan sonra onlardan fevc fevc dâhil olacaklardır.” (Münazarat, s. 86) sözleri ile veciz bir şeklinde özetlemiştir.

İslam’da tebliğ çok önemlidir. İslam’ın tebliği lisandan çok, hal dili ve yaşantı iledir. Peygamber Efendimizin tebliğ şekli de yumuşak sözlülükledir. Yani İslam’ı doğru anlamak, perde olmadan ayna olmaktır.

İslam toplumlarının büyük çoğunluğunun cehalet, fakirlik ve gelişmemişlikle boğuşması, çoğu davranış biçimlerinin İslam’ı yansıtmaması, İslam’a karşı olumsuz kanaatlerin ve korkuların oluşmasına neden olmaktadır. Diğer yandan bu toplumların yaşadıkları bölgelerdeki tabii kaynakların zenginliği, kapitalist ve emperyalist güçlerin iştahını kabartmakta, siyasi, askeri ve ekonomik birçok oyunun oynandığı ve dalaverelerin çevrildiği bir savaş alanı haline gelmektedir. Bu arada kendi hakları uğruna savaşan ya da siyasi mücadele veren Müslümanlar da bütün dünyaya isyancı ve terörist olarak takdim edilmektedir.

Bu yanlış anlayış ve takdimin önüne geçmek, İslam’ın insanlara verdiği iman ve güzel ahlakın kaliteli bir yaşam tarzı olarak seçilmesi ve uygulanması ile olacaktır. Mümin ferasetlidir, dürüsttür. Bu nedenle mümin kolay kolay aldanmaz, aldatmaz ve oyuna gelmez. Güzel ahlakı ile sevgi saçar, etrafına güven verir. Peygamberimiz hakiki mümini “İnsanların elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir.” (Tirmizî, Îmân, 12; Nesâî, Îmân, 8.) şeklinde tarif etmektedir.

Nefsini terbiye edemeyen başkasını terbiye edemez” kaidesince ilk önce kendimizi düzeltmemiz gerekmektedir.

İslamofobya, Batı’da gittikçe tırmanan veya sürekli kaşınarak tırmandırılan bir konudur. Bu da özellikle Avrupa’da yaşayan Müslümanların günlük yaşantılarında zorluklar yaşamalarına neden olmakta, her sabah evlerinin kundaklanması, camilerinin taşlanması ve yakılması endişesi ile uyanmalarına neden olmaktadır.

Batı’da İslam düşmanlığı, haçlı zihniyetine dayanmakta ve bunun yeniden uyandırılmaya çalışıldığı gözlemlenmektedir. Haçlı döneminde, İslam karşıtı akımların haçlı ordularını toplamak için çok kullanıldığı gibi, 1990’lı yıllarda da İslam aleyhine kışkırtmalar ve toplumdaki algıyı yanlış bilgilerle değişme çabaları yaşanmıştır. Bu nedenle İslamofobyanın kaynağının, Müslüman toplumlarının hatalarının, kimler tarafından kışkırtıldığının, insanların algılarının değişme nedenlerinin bilimsel olarak çok iyi analiz edilmesi gerekmektedir.

Bediüzzaman Said Nursi, demokrasi ile Kur’an’ı birleştiren bir anlayış getirmiştir. Bu hareket, İslamofobyayı sonlandıracak bir harekettir. Arap baharının başlamasında ve Türkiye’deki demokratikleşme sürecinde bu hareketin önemli bir rolü olduğu görülmektedir.

Ünlü Müslüman Boksör Muhammed Ali, 2011’de yıkılan kuleleri ziyarete gittiğinde bir gazeteci, “İkiz kulelerin yıkımına sebep olan İslamcı terörist Husame bin Ladin’in Müslüman olmasından dolayı ne hissediyordunuz?” sorusunu sorduğunda çok güzel bir cevap verir; “Siz Hitlerin Hristiyan olmasından ne hissediyorsanız ben de aynısını hissediyorum” der. İşte bu anlayış, İslamofobyayı kıracak bir anlayıştır.  


İslam dini, Kur’an ahlakından ibarettir. Bilinen birkaç marjinal terör eylemlerini aynı karede değerlendirmek çok büyük bir haksızlıktır. Cihat kavramı, Müslümanlar tarafından yanlış anlaşılmaktadır. Kur’an-ı Kerim’e ve Hazret-i Peygamberin hayatına baktığımızda “barış  esas, savaş istisna” olmuştur. Barışa bu derece önem veren bir dinin terör ve istibdatla anılması, son derece kötü bir algılamadır. Bunun objektif bilimsel tartışma alanları ile değiştirilmesi gerekmektedir.

İslamafobya küresel barışı tehdit etmektedir. Bugün Avrupa’da yirmi üç milyon Müslüman yaşamaktadır. Avrupa Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığını İzleme Merkezi’nin raporlarına göre; yapılan minare oylamasında İsviçrelilerin yüzde 58’i minare görmek istemediğini söylemiştir. Gerek çalışma şartlarında, gerekse eğitim ve barınma konularında Avrupa’daki Müslümanlar ayrımcılığa tabi tutulmaktadırlar. Avrupa’da İslam, yaygın bir şekilde güvenlik tehdidi olarak algılanmaktadır.  Yüzde 58’lik önemli bir rakamın arkasında, İslamiyeti güvenlik tehdidi olarak görme vardır ve bunun başlangıcı da 11 Eylül 2001’de yaşanan ikiz kuleler trajedisidir.  

Silah ve savaş lobileri bütün dünyada İslam medeniyeti ile Hıristiyan medeniyetini çatıştırmak istemekte ve bundan faydalanmak isteyenlere de sermaye vermektedirler. Savaş lobisinin taşeronlarının yaptığı eylemler, İslamofobyanın yükselmesine sebep olmakta, bu da siyasette karşılık bulmaktadır. Norveç’te 70 kişinin öldürülmesi olayında olduğu gibi, yabancı düşmanları, partilerinin oylarının yükselmesi için proje üretmektedirler. Müslümanlar, birçok ülkeye girerken birçok zorluklar yaşamaktadırlar. Mesela, Almanya ve İngiltere’de birçok vatandaşlık testlerinden geçirildikten sonra göçmen olarak kabul görmektedirler. Bu da antiterörizm adı altında yapılmaktadır. Gerekçesi de tabiî ki, 2001 ikiz kuleler olayıdır. Nihai hedef de Avrupa’daki ve Amerika’daki Müslümanları Endülüs’te olduğu gibi yok etmektir. Halbuki Avrupa medeniyetinin temeli Endülüs’ün mirasından oluşmaktadır. Bilindiği üzere, 700 sene ayakta duran Endülüs medeniyetinde; Avrupa’nın ilk hastanesi ve ilk üniversitesi bulunmaktaydı. Müslümanlar Kurtuba’dan çekildikten sonra, oradaki bilgilerin yansımalarıyla Rönesans ortaya çıkmıştır. Avrupa’daki Haçlılar, Katolik hareketiyle o zamanki Kur’ân ve İslâm karşıtlığını, yani İslamofobyayı harekete geçirmişlerdir. Aynı korku şu anda Avrupa’daki Müslümanlar için devam ettirilmektedir. Endülüs’teki Müslümanlar nasıl yavaş yavaş Kuzey Afrika’ya uzaklaştırılmış ve asimile edilmişlerse, Avrupa’daki Müslümanlar da aynı şekilde ya asimile edilmeye ya da kaçırtılamaya çalışılmaktadır. Geri dönüşün yavaş yavaş başladığı da gözlemlenmektedir. Müslümanlar İslamofobya ve diğer önyargılardan kurtulmayı başaramazsa, elli sene sonra Avrupa’daki Müslüman nüfusu çok azalacaktır. Bediüzzaman’ın “Avrupa İslam devletine hamile” sözü gereğince, çok çalışıp bir şeyler üretilmesi gerekmektedir.

Teröristle terörün, Müslüman’la İslam’ın ve marjinal radikal grupların mutlaka birbirinden ayırt edilmelidir. Bu da akademisyenlerin işidir. Çünkü en güçlü silah, bilgidir. Bilgi çok iyi bir şekilde değerlendirilirse, bütün oyunlar bozulacak ve fitneler ortadan kaldırılacaktır. Bu konuda ciddi bir psikolojik savaş var, algı yönetimi ile İslâm algısını değiştirmek için büyük bir çaba sarf edilmektedir.

Batı’da, özellikle akademik çevrelerde İslam algısı; “İslam statiktir, değişmez, cevap vermez, moralitik bir bloktur. Müslüman barbardır, cahildir, kapalı fikirlidir, hoşgörüsüzdür, fanatik insanlardır.” şeklindedir. Bu bilgi oryantalist bir kibirle okunmaktadır. Bu algı internet, sosyal medya ve bilimsel zeminlerde çok rahatlıkla değiştirilebilir. Çok kültürlülüğün önemli olduğu Batı toplumlarında sağlıklı, sağlam ve güçlü fikirler yerini bulacaktır. Bu nedenle İslamofobyayı analitik bir biçimde ortaya koymak çok daha önemlidir. Bunu yok saymak çok tehlikelidir ve bir kanser hücresini görmemezlikten gelmek gibidir, hızla yayılabilir.

Obama’nın Türkiye’ye geldiğinde yaptığı konuşmasında; “Ben bir tarih öğrencisi olarak veya bütün tarihçiler bilir ki, bugün medeniyetin İslam dinine büyük borcu vardır.” demiştir. Bu borcun hatırlatılması gerekmektedir. Bediüzzaman yüzyıl önce 1907-1908’lerde meşrutiyetin gelmesiyle birlikte hürriyet, adalet, musalahat gibi, gelen zihinsel dönüşümünü Anadolu’ya anlatmak için Kürt aşiretleriyle sohbetler etmiş, orada hep eşit vatandaşlığı savunmuş ve demokratik kültürün tohumlarını atmış, yani demokratik kültür, eleştirilebilirlik, özgürlükçülük, katılımcılık, çoğulculuk gibi temel değerleri anlatmıştır. Bediüzzaman, çoğulculuğun, temsiliyetin, katılımcılığın, fikirlerini üretmiş ve demokrasiyle İslam arasında doku uyuşmazlığı olmadığıyla ilgili tezini savunmuştur. Münazarat isimli kitabında bunları görmek mümkündür.

Bediüzzaman’ın Kürt aşiretlerine verdiği derslerde, bu teorik temel çok önemlidir. Çünkü genellikle demokrasi, Batı kavramı olarak görülmekte ve siyasi anlam yüklenmektedir. Hâlbuki demokrasi sadece değer değil, aynı zamanda yöntemdir. Kur’ân’da yöntem, insanlara bırakılmıştır. Bu çağda, hakikati anlatabilmenin ve yaşayabilmenin yöntemi demokrasidir. Bu yöntemin ve kültürün temellerini, İslam tarihinde bu derece yüksek sesle dile getiren, onun fikrî temellerini atan Bediüzzaman, Avrupa’ya cephe almak tarzındaki yaklaşım yerine, müspet ve menfi diye ikiye ayırmıştır. Yani tamamen analitik bir yaklaşımla isim ve sıfatları ayrıştırmakta, iyi sıfatlara dost, kötü sıfatlara karşı bir duruş sergilemektedir.

Bediüzzaman’ın yaptığı “manevî cihad”, “müspet hareket” gibi tanımlamalar, Batı’nın ve Batı’daki bilim çevrelerinin anlayabileceği dildendir. İslam literatüründe, genellikle büyük cihat, nefisle savaş olarak görülmektedir. Tebük savaşından dönülürken Hz. Peygamber Aleyhisselam’ın “küçük cihad bitti, büyük cihad başladı” dediği büyük cihadı, yani nefisle olan cihadı Bediüzzaman ön plana çıkarmıştır. Bu nedenle gerçek cihad, düşmanı terörle vurmak değil, düşmandan daha güçlü olmaktır. Batı’nın önemli bir değeri olan kabul ve hoşgörünün kaybolmasından Batılı entelektüel çevreler çok rahatsız olmaktadırlar. Bu nedenle Birleşmiş Milletlerin medeniyetler ittifakı ile ilgili bir kararı vardır, küresel barışa hizmet edecek her şeyi desteklemek durumundadır ve insanlığın da buna şiddetle ihtiyacı vardır. Çünkü artık küresel bir savaş çıkarsa, insanlığın biteceğini herkes bilmektedir ve dünyada insanlığı sona götürebilecek nükleer güç vardır.

İslamofobyayı yerli ve yabancı diye ikiye ayrılması ve ikisinin de yenilmesi gerekmektedir. Bediüzzaman, olaya ben ve öteki diye bakmamaktadır. Ben ve öteki dediğiniz zaman, ikinci önerme cümlesi; “ya ben, ya o”dur. Üçüncüsünde de, “benim kazanmam, onun  yok olması” dememiz lazımdır. Bu da milliyetçi damarı, dini fanatizmi ve ülkeler arası ayrışmayı doğurmakta ve arttırmaktadır.  

Bediüzzaman, Avrupa’da kendisine yakın gördüğü fikir, sanat, bilim ve ruhaniyatı önemsemekte, beri taraftan da bizde olup aslında bize ait olmayan menfilikleri, olumsuzlukları mesela ümitsizlik, darbecilik, istibdad, aramızdaki birlik bağlarını bilmeme gibi kavramların bize ait olmadığını söylemektedir. Hem Batı’da, hem Doğu’da, hakikat çiçeklerinin açmasını arzu etmektedir. Çiçek barışı, sempatiyi, yakınlaşmayı, dostluğu temsil etmektedir. Korkuya en anlamlı cevap bir çiçektir. Bir çiçekle bir tebessümdür. Böylelikle Batı’ya daha da bir tebessümle bakmak gerekmektedir.

Endülüs devletinden günümüze kadar Batı’nın İslam’ı algılayamayışında, onların kültürlerinden, davranış ve inançlarından kaynaklanan sebepler olduğu gibi, bizim kültür, davranış ve inançlarımızdan kaynaklanan sebepler de vardır. Bu da Bediüzzaman’ın tabiriyle “doğru İslam” sunulabilirse çözülebilecektir. Böylece yerli ve yabancı birçok stratejistin korkularına da cevap verilmiş olacaktır. İslamofobya da ortadan kalkmış olacaktır.  

Bediüzzaman’ın Lemeat adlı eseri, “emn” ve “eman”  ile başlamaktadır yani “hem selam, hem de güven vermek için ben bunu yazdım” demektedir. Bizim de içimizde İslam diye hatırladığımız ama gerçekten bizim korkularımız olan ya da algıya dönüştürdüğümüz, sonra kanaat ve fikir diye sunduğumuz, birçok yanlışımız bulunmaktadır. Bu belki de Batılılarla yüzleşip yeni bir dünyanın kurulmasına vesile olacaktır. Çünkü Batı medeniyetinin şu anda ekonomik, siyasi ve sosyal krizleri ve engelleri ortadan kalktıktan sonra Bediüzzaman’ın tabiriyle; “yeni bir medeniyet inkişaf edecektir”.

Batı’da olumlu düşünen, savaşa, kürtaja karşı olan, insani düşünen bir kitle bulunmaktadır. Bunlarla buluştuğumuz zaman yeni bir medeniyet oluşacak ki, bu da İslam medeniyetidir.

İslam medeniyetini ve Müslümanları görmezlikten gelmek ve yok saymak dünya barışına katkı sağlamayacak, dünyanın bir aile gibi iletişime açık olduğu bir çağda, medeniyetler çatışmasını arzulamak, hiçbir derde deva olmayacaktır.

Kamuoyunu kirleten yanlı yayınlar, yükselen ırkçılık ve fanatik saldırılar karşısında elbette Müslümanların ve sağduyu sahibi Batılı düşünürlerin söyleyecekleri olmalıdır. Bu bağlamda, ortak yaklaşım arayanlar, insanlığın ilim, insaf ve özgürlük parametrelerini yeniden inşa edeceklerdir. Tehlike çanları ve korku senaryoları ile kitlesel nefrete dönüştüğü takdirde, artık dünyayı tehdit eden unsurların ayıklanması güçleşecektir. Bunu önlemenin yolu, insanlığın yeni yüzyıldaki yol haritasını beraber belirlemekten geçiyor.

İslam’ın güzellikleri, hakikatleriyle tanışmaya ve anlamaya doğru Batı’da uyanan yeni bir algının oluşu sevindiricidir. İslamofobya karşısındaki, korkuyu/paranoyayı yenmek için, hakikat çiçeklerini muhataba göre doğru tasarlayıp sunmak, korkuyu sevgiye, nefreti barışa, endişeleri dostluğa çevirebilecek derin bir fikir ve irfan asaletini sağlamak zaruret haline gelmiştir. Bu hakikat çiçekleri sayesinde, Avrupa’nın kendi içindeki menfi ve müspet ayrışmasından doğan bir inkişaf, onları İslam’a yakınlaştıracaktır.

Kendimizle de yüzleşmemiz, “Yerli ve yabancı İslam korkusunun temelinde İslam’ın kendisi mi, yoksa Müslümanların hareketleri mi var?” sorusunu iyi cevaplamamız ve bu problemi, ilkeli beraberliklerle aşmamız gerekmektedir.

Batı’ya çiçek takdim etmek önemli bir estetik davranıştır. Onların korkusunu yenebilmemiz için bu hakikat çekirdeklerden ve çekirdeklerinden bol miktarda takdim etmemiz gerekmektedir. Çünkü bir korkuyu yenmenin en güzel yolu, onlara çiçekle tebessüm etmektir ve şefkat göstermektir. 

Kaynak: Risale Akademi, Uluslararası Katılımlı 1. İslamofobya Sempozyumu, Merak yayınları, 2012.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.