Atasözleri her zaman doğruyu mu söyler?

(Yirmi Üçüncü Söz Okumaları, Ders Notları, 5)

Bazen atasözlerine takılırım. Pek fena takılırım. Ta lise yıllarımdan beri vardır bu. Onların doğruluğunu sorgularım. Çocukluktan kalma; “Atalarımız ne demişse doğrudur” tavrı vardır ya bizde. İşte ben ona ifrit olurum. Tahkik asrında, hâlâ doğruluğunu taklide zorlandığımız şeyler sinirlendirir beni.  Tamam, içlerinde çok güzelleri de olabilir. Fakat bir güzel söz, bütün sözleri güzel kılmaz ki... İlla mizana vurmak gerek. Özellikle de bu sözler çeşitli önyargıları ve önkabulleri de içlerinde barındırıyorlarsa.

Ne zaman atasözleriyle bir şeyi kabule zorlansam Bakara suresindeki şu ayeti hatırlarım: “Onlara; ‘Allah’ın indirdiğine uyun’ dendiğinde, ‘Biz atalarımızdan görüp alıştığımız şeye uyarız’ derler. Ya onların ataları hiçbir şeyden anlamaz ve doğru yolu bulamamış kimselerse?” Bu ayet bana, atalarımın her zaman, her şeyi en doğru bir şekilde bilemediği kanaatini de verir ve hatta destekler. Onların daima yanılma payları vardır ve pek tabii olacaktır. Bu yüzden onların da sözleri, her bilgi gibi sınanmalıdır.

Lisedeki edebiyat öğretmenimle tartışmıştık ilk kez bu konuyu yanlış hatırlamıyorsam. Bana; “Kompozisyonların güzel, ama içlerinde fikrini destekleyecek atasözü, deyim, vecize kullanmalısın” demişti. Ben de o zaman şakayla karışık; “Atasözlerinin doğruluğunu kim destekleyecek hocam?” demiştim. O zamanlar çocukça savunduğum şeyleri, şimdi daha mantıklı bir şekilde savunuyorum. Çünkü biliyorum, çok atasözü var, ders kitaplarımıza bile girmiş olsalar da, manası pek güzele benzemiyor.

Bunlardan bir tanesi “Her koyun kendi bacağından asılır” olanı. Doğrusu; ferdi, toplumsal hayattan soyut, kendi başına ve sadece kendisinden sorumluymuş gibi gösteren bu sözü şimdilerde hiç haklı bulmuyorum. Zira piyasada günahıyla dolaşan çok koyun var, ama günahları yalnız kendilerinin kalmıyor. Hem günahların bir melanet huyu var. Sari hastalık gibi yayılıyorlar. Bazen öyle bir ortama girdiğinizde bile manevî sıkletini hissedebiliyorsunuz.

Ama bugün asıl eleştirmek istediğim, o atasözü değil. Bugün değineceğim, irdeleyeceğim atasözü; “Parayla imanın kimde olduğu belli olmaz” şeklinde olanı. Parayla imanı birbiriyle kıyaslanabilir iki meta gibi göstermesi bir yana, bu atasözü, yaptığı çağrışımlarla da sakıncalar barındırıyor. Ben bunu özellikle Yirmi Üçüncü Söz’ü tefekkür ettiğim şu günlerde daha bir ayan beyan görüyorum.

Yirmi Üçüncü Söz’ü okuyanlar bilirler. Bediüzzaman orada insanın alay-ı illiyine çıkmasına vesile olacak sırrı “nur-u imanı” olarak isimlendirir. Fakat dikkatinizi çekerim, sadece “iman” olarak isimlendirmez onu. Özellikle ve özellikle “nur-u iman” der. Belki baştaki ayette iman ve amel-i salih olarak yer alan ikiliyi, bu tek kelime içinde birleştirir ve ona terminolojik bir anlam da yükler.

Hem böyle de bırakmaz Bediüzzaman o bahsi. Noktalar boyunca hep “iman” ve “nur” bağlamında vurgular yapar. Hatta ikinci noktada çok daha zahir bir şekilde; “İman nasıl ki bir nurdur; insanı ışıklandırıyor, üstünde yazılan bütün mektubât-ı Samedâniyeyi okutturuyor. Öyle de, kâinatı dahi ışıklandırıyor” der. İmanın okutturucu özelliğinden bahseder. Hatta daha birinci noktada; “Eğer nur-u iman, içine girse, üstündeki bütün manidar nakışlar, o ışıkla okunur. O mü’min, şuurla okur ve o intisapla okutur” der.

Bediüzzaman’ın Yirmi Üçüncü Söz boyunca yaptığı bu “iman, ışık, okuma, okutma” terkibi bana çok manidar gelir. Bu metinden ve terkipten anlaşılır ki; Bediüzzaman, imanı sadece kalbe ait bir iç mesele olarak görmemekte, aksine, onun hayata yansımalarının da olacağından bahsetmektedir. Hatta baştaki ayet-i kerimenin ifade ettiği; “İman eden ve güzel işler yapanlar müstesna...” vurgusunu da  belki böyle yorumlar: “O mü’min, şuurla okur ve o intisapla okutur.”

Demek iman hem “okuma” hem “okutma”dır. İki boyutludur. Kalpte barınmak kadar, hayatta da amel-i salih şeklinde tecellilerini göstermeye muhtaçtır varlığını devam ettirebilmek için. Bu yönüyle bizim ibadetlerimiz de iki yönlüdür. Hem okumaktır, hem okutmaktır. İnsan hem memurdur, hem ilancıdır. Hem okuyandır, hem okutandır.

Bu noktadan bakınca işte; “Parayla imanın kimde olduğu belli olmaz” sözü bana pek nakıs gelir. Zira Yirmi Üçüncü Söz bize şunu anlatır ki; imanın kimde olduğu ışığından, amel-i salihlerinden belli olur. Çünkü iman bir nurdur, etrafını da Marifetullahtan gelen bir ışıkla, ışıklar içinde bırakması gerekir. Bunun en birinci vesilesi de, yine ayetin dersiyle, amel-i salihtir. Amel-i salih hem imanın bir neticesi, hem de destekleyicisidir.

Evet, benim Yirmi Üçüncü Söz’den bu defa da çıkardığım ders bu oldu. Bir sonraki yazımda yine bu konu üzerinde bir şeyler yazmak istiyorum. Ama madem bu kadar nurdan bahsettik, bu dersimizi de Bediüzzaman’ın çok sevdiği ayet-i nur ile bitirelim:

“Allah göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun misali, bir lamba yuvası gibidir ki, onda bir kandil vardır. Kandil de cam fanus içindedir. Cam fanus ise, inci gibi parlayan bir yıldıza benzer ki, ne doğuya, ne de batıya ait olmayan mübarek bir ağacın yakıtından tutuşturulur. Onun yakıtı, kendisine ateş dokunmasa bile ışık verecek kabiliyettedir. O nur üstüne nurdur. Allah dilediğini nuruna kavuşturur. İnsanlara da Allah böyle misaller verir. Çünkü Allah her şeyi hakkıyla bilendir.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum