Arşı taşıyan melekler, Rablerine şöyle derler

Arşı taşıyan melekler, Rablerine şöyle derler

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Mü'min (Gafir) Sûresi 7-9. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor

7-Arşı taşıyan (1) ve onun etrâfında bulunan (melek)ler, Rablerine hamd ile (O’nu) tesbîh ederler (2) ve O’na îmân ederler ve (kendileri gibi) îmân edenler için mağfiret dilerler. (Şöyle derler:) “Rabbimiz! (Sen) herşeyi rahmet ve ilim cihetiyle kuşatmışsındır; artık tevbe edip senin yoluna uyanlara mağfiret eyle ve onları Cehennem azâbından koru!”

8-“Rabbimiz! Hem onları, hem onların atalarından, zevcelerinden ve nesillerinden sâlih olan kimseleri, kendilerine va‘d buyurduğun Adn Cennetlerine koy! Şübhesiz ki Azîz (kudreti dâimâ üstün gelen), Hakîm (her işi hikmetli olan) ancak sensin!”(3)

9-“Ve onları kötülüklerden koru! Zâten kimi o gün (dünyada iken) kötülüklerden korursan, (kıyâmet günü) ona artık gerçekten merhamet etmiş olursun. İşte büyük kurtuluş ancak budur!”

(1)“Hamele-i Arş ve Semâvât (arşın ve göklerin taşıyıcıları) denilen melâikenin birinin ismi ‘Nesr’ (kartal) diğerinin ismi ‘Sevr’ (öküz) olarak dört melâikeyi, Cenâb-ı Hakk arş ve semâvâta saltanat-ı rubûbiyetine (saltanatının terbiye ediciliğine) nezâret etmek (bakmak) için ta‘yîn ettiği gibi, semâvâtın bir küçük kardeşi ve seyyârelerin (gezegenlerin) bir arkadaşı olan küre-i arza dahi iki melek, nâzır (bakıcı) ve hamele (taşıyıcı) olarak ta‘yîn etmiştir. O meleklerin birisinin ismi ‘Sevr’ ve birinin ‘Hût’tur (balıktır).” (Lem‘alar, 14. Lem‘a, 93-94)

(2)“(Allah’ın) kâinâtı had ve hesâba gelmeyen dakīk (ince) san‘atlı tezyînât (süslemeler) ve o ma‘nîdâr mehâsin (güzellikler) ile ve hikmetdar nukūş (hikmetli nakışlar) ile süslendirip tezyîn etmesi; bilbedâhe (açıkça) ona göre mütefekkir (düşünen) ve istihsân edicilerin (beğenecek kimselerin) ve mütehayyir (hayrette kalmış) takdîr edicilerin enzârını (bakışlarını) ister, vücudlarını taleb eder (varlıklarını ister). (...) 

Mâdem bu nihâyetsiz tezyînât, nihâyetsiz bir vazîfe-i tefekkür ve ubûdiyet (kulluk) ister. Hâlbuki ins (insan) ve cin, şu nihâyetsiz vazîfeye, şu hikmetli nezârete, şu vüs‘atli (geniş) ubûdiyete karşı, milyondan ancak birisini yapabilir. Demek bu nihâyetsiz ve çok mütenevvi‘ (çeşitli) olan şu vezâif (vazîfeler) ve ibâdete, nihâyetsiz melâike envâ‘ları (nevi‘leri), rûhâniyât ecnasları (ruhânî cinsleri) lâzımdır ki, şu mescid-i kebîr-i âlemi (büyük kâinât mescidini) saflarıyla doldurup şenlendirsin.” (Sözler, 29. Söz, 178-179)

(3) Bütün melekler mü’minlere duâ ederler ve onlar için af dilerler. Bir mü’min, başka bir mü’min kardeşine gıyâbında duâ ettiğinde, “Âmîn! Aynısı sana da olsun!” demekle vazîfeli melekler de vardır. (İbn-i Kesîr, c. 3, 236)