Arka plândaki sır

Kâinat, Allah'ın Zatında bulunan sonsuz güzellikleri ve nihayetsiz mükemmellikleri gösteren bir aynadır. Kâinattaki varlıkların yaratılışında görülen sanat ve güzelliklerin her biri; Allah'ın Rahman, Rahim, Kadir, Alîm, Hakîm, Kayyum gibi pek çok isimlerinin tecellileri ve yansımalarıdır.

Kâinat, her an milyarlarca faaliyetlere sahne olmaktadır. Her bir varlığın kendine biçilen rolünü gerçekleştirdiği bir alandır. Bu haliyle o, dev bir laboratuara veya eşi olmayan muazzam bir sahneye benzemektedir. Böylece kâinat, sanki müthiş manevraların yapıldığı bir askeri alan, akıllara durgunluk verecek kadar büyük bir fuar, devasa bir pazar veya sayısız canlıların ve milyarlarca yaratığın faydalandığı,  yiyip içtiği büyük ve geniş İlahi bir sofradır.

Kâinat, “Bir fabrikaya benzetilerek, bir defaya mahsus olarak Allah tarafından kuruldu ve artık o kendi kendine çalışmaktadır.” denilemez. Çünkü Allah, mahlûkatı yarattıktan sonra isim ve sıfatlarıyla sürekli olarak onlarla bir münasebet ve müdahale içindedir.

Her şeyi kuşatan Allah’ın isim ve sıfatları kâinattan zerre miktar elini çekse, kâinat ve her şey birden yok oluverir. Kâinatın kendi kendini icad edip varlığını devam ettirmesi mümkün olmadığı gibi, Yüce Allah tarafından yaratıldıktan sonra da kendi haline bırakılması mümkün değildir. Nasıl ki, bir matbaanın usta olmaksızın kendi başına bir kitabı basması mümkün değilse, aynı şekilde kâinat fabrikasının da kendi başına varlıkları yaratması mümkün değildir

Hiçbir şey, Allah’tan bağımsız olarak varlığını sürdüremez. Her şey, her an Allah’a ve icracı olan Hayat, İlim,  İrade,  Kudret,  Sem (işitme),  Basar (görme),  Kelâm ve Tekvin (Yaratma, var etme.) sıfatlarına muhtaçtır. Bunlar, her şeyin arka planında iş ve faaliyet gösteren icracı sıfatlardır. Bu sıfatların bir an varlıklardan ilişkisini kesmesi, her şeyin helâk ve yok olması anlamına gelir. Varlıkların her an ayakta durması ise kayyumiyet sırrıyla mümkündür.

Kayyumiyet; Cenab-ı Hakkın, her şeyi sürekli ayakta tutması anlamına gelmektedir.

Kâinatın sürekli hareket halinde olması ve yenilenmesi kayyumiyete kesin bir delildir. Zira hareket halinde olan ve yenilenen fiiller, bir tedbir ve idarenin sürekli olduğunu ve bu tedbir ve idare sahibinin de sürekli işin başında olduğunu gösteriyor. Çünkü fiil ile fail arasında yani yüklem ile özne arasında, zaruri bir gereklilik bağı vardır. Yüklem öznesiz olup kendi başına bir iş yapamaz.

Allah’ın Kayyum ismi, kâinatın kendi haline bırakılmasını asla kabul etmez. Zira sonsuz ilim, irade, kudret sıfatları olmadan, bir karıncanın icadı dahi mümkün değildir. Hâlbuki her bahar mevsiminde sayısız canlılar yaratılıyor. İlim, irade ve kudret sıfatları, bütün bu canlıların oluşum sürecinin her aşamasında faal olarak bulunmaktadır.

"Allah kâinatı yarattıktan sonra kendi haline bıraktı" fikri, materyalist bir düşüncenin mahsulüdür,  Allah’ı inkâr ve ortak koşmanın farklı bir şeklidir. Bu düşünce, Allah’ın varlıklar üzerindeki Ulûhiyetini ve Rububiyetini küçük düşürecek bir inkâr anlamı da taşıyor. Zaten böyle bir düşünce; akıl ve mantık açısından da kabul edilmesi mümkün değil.

Eliyle bir tepsiyi havada tutan bir adam, bir müddet sonra elini o tepsiden çekse, o tepsi yine havada kalır demek ne kadar saçma bir fikirse, Allah mahlûkatı yarattıktan sonra kendi haline bıraktı fikri de; onun gibi saçma bir fikirdir.

Bütün faaliyetlerin arka plânında İlahi bir kudret vardır. En küçük bir zerre dahi her hareketinde, kâinattaki kanunlarla bütünlük ve uyum içerisinde olmak zorundadır. Yoksa ya"Her zerre İlah gibi her şeyi bilir ve ona göre adım atar." diyeceksin -ki böyle bir şeyin olması mümkün değildir- ya da "Bu zerre Allah’ın tedbir ve terbiyesinde, Kayyumiyet sırrı ile hareket eden aciz bir memurdur." diyeceksin...

“Bu kâinatın Halık-ı Zülcelali Kayyûmdur, yani, bizatihî kaimdir, daimdir, bâkidir. Bütün eşya Onunla kaim olup devam eder ve vücutta kalır, beka bulur. Eğer kâinattan bir dakikacık olsun o kayyûmiyet nisbeti kesilse, kâinat mahvolur.” [1]

Allah’ın varlığına ve birliğine işaret eden sayısız deliller aynı zamanda Kayyumiyet hakikatini de ispat ederler. Çünkü kayyumiyet hakikati tevhidin zaruri bir neticesi ve önermesidir. Yani "Allah varsa Kayyumiyet de vardır." İkisini ayrı düşünmek mümkün değildir. Hem Allah var ve birdir ve bütün kâinatı idare eden O’dur diyeceğiz, hem de kâinatın kayyumiyetini başka bir sebebe vereceğiz; bu bir paradoks ve çelişkidir.

Mesela; insan bedeninde çalışan atomların hareket plânı, bedenin genel planı ile iç içedir. Yani bir atom hareket ederken, bütün bedenin plan ve programına uyum içerisinde hareket ediyor. Şayet gelişi güzel bir şekilde hareket etse, bütün bedenin sistemi ve dengesi birden çöküverir. Bu sebeple atom, her adımında ve her hareketinde bedenin genel sistemine uyum içinde hareket etmek zorundadır. Böyle bir hareketin yapılabilmesi için ya atomda bütün bedeni bilen bir ilm ve gören bir gözün var olduğunu ve ona göre hareket ettiğini kabul etmek gerekir veya sonsuz bir ilim ve görme sahibi olan Allah’ın plânı ve programı dâhilinde hareket ettiğini kabul etmek gerekir. Atomun bütün bedeni ve bedenin kâinat ile olan ilişki ve münasebetlerini bilmesi imkân dâhilinde olmadığına göre; geriye ikinci şık olan Allah’ın sevki ve plânı ile hareket ediyor şıkkını kabul etmek kalıyor.

Bu örnekte olduğu gibi atom; Allah’ın İlim, İrade, Kudret ve Kayyumiyeti ile o muazzam işleri yapıyor. Şayet Allah atomun arkasından çekilse; yani ilim, irade ve kudretini bir an atomdan çekse, atom o muazzam işleri yapabilir miydi? Burada hem tevhid var, hem de Kayyumiyet hakikati var, ikisini birbirinden ayırmak mümkün değildir. Bununla ilgili örnek ve delilleri çoğaltmak mümkündür.

Evet, Kayyum isminin tecellisine mazhar olan “İnsan kalbinin durmasıyla vücudumuzda bulunan bütün hücrelerin hareketleri son bulduğu gibi, kâinattaki her şey de Cenab-ı Hakkın Kayyum ismiyle ayakta durmaktadır. Nasıl ki; bir hidroelektrik santıralında elde edilen cereyanla şehirdeki bütün evlerin ışıkları yan­makta, sular binalara pompalanmakta ve faaliyetlerini sürdürmekte olan fabrikalar, santraldaki şartelin bir anlık çekilmesiyle birlikte şehirdeki bütün faaliyetlerin tamamı birden duruverir,”[2] Cenâb-ı Hak da, kâinatta Kayyum isminin tecellisini kestiği an ortada kâinat diye bir şey kalmaz. Her şey darmadağın olur.

Kâinat; Kayyûm isminin sırrıyla ayakta durduğu gibi, bir cihette kâinatın merkezi, medarı ve zîşuur meyvesi ve en mükemmel manada kayyum ismine mazhar olan insan ile de kâinat ayakta duruyor.

Hay ve Kayyum olan Yüce Allah;  insanı bütün kâinata bir merkez ve bir sebep yaparak, kâinat kadar geniş ve zengin nimetlerle dolu bir sofrayı önüne açmış ve kâinatı insan ile mazhar kıldığı kayyumiyet sırrıyla kaim kılmış. Bunun hikmeti ise, insana verilen üç önemli vazife içindir:

Birincisi: Kâinatta yayılmış bütün nimetlerinin çeşitlerini insanla bir düzene koyarak, onlardan faydalanması için tesbih taneleri gibi bir ipe dizmiş ve o nimetlerin iplerinin uçlarını da insanın başına bağlayarak, rahmet hazinelerinin bütün çeşitlerine bir liste yapmak.

İkincisi: İnsan nitelik itibarıyla çok kapsamlı bir varlık olduğundan, Yüce Allah’ın Hay ve Kayyum isimlerine en mükemmel bir muhatab olduğunu ve sanatları karşısında hayret ederek, takdir ettiğini ve beğendiğini, en yüksek bir sesle ilan etmek ve işin şuurunda olduğunu bilerek teşekkürlerin bütün çeşitleriyle ve sınırsız olan bütün nimetlerine karşı memnuniyetini hamd ve sena ile ifade etmek.

Üçüncüsü: İnsanın sınırsız derecede olan acz ve fakrıyla, azıcık iradesiyle, ilmiyle ve kuvvetiyle Onun sonsuz kudretine, ilmine, iradesine ve bütün isimlerine ayna olduğunu anlamaktır. [3]

Görünürdeki bütün bu faaliyetlerin tamamında sebepler sadece zahiridir, yani bize bakan ve görünen yönüyledir. Güneşi, yıldızları ve galaksileri bir kanuna bağlamış, ağacı meyveye vasıta ve vesile yapmış, toprağı kavun, karpuz, domates vb. yiyeceklere sebep kılmış. İneği, koyunu ve keçiyi en besleyici bir gıda olan süt için bir sebep yapmış, tavuğu, kazı, ördeği yumurta için bir sebep olarak yaratmıştır. Evet, Yüce Allah, bütün bunları insanların düşünüp akıl edinmesi için tenteneli bir perde kılmıştır. Ta ki;  düşünüp akıllarını kullanarak sebepler perdesini aralayarak arka plânda asıl iş gören esmanın tecellilerini ve İlahi Kudreti görebilelim.

Sonuç olarak; kâinatta meydana gelen bütün faaliyetlerin arka plânında iş gören İlahi kudret, İlahi isim ve sıfatlardır.

 

[1] Otuzuncu Lem'anın Altıncı Nüktesi Birinci Şua

[2] Mehmed Kırkıncı, Hikmet Pırıltıları

[3] Otuzuncu Lem'a Hay ve Kayyum İsimleri, Beşinci Şua

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.