Ant ve görev

İdeolojik devlet aklının belirleyici olduğu asırlık mazimiz var. İlkokullarda “ant” okutulmasını kaldıran yönetmelik değişikliğini iptal eden yargı kararı, yeni çağrışımlara ve tartışmaya yol açtı.

Sayın Danıştay 8. Dairesi, Ant’ın devam etmesini sağlayan kararının gerekçesinde,  “Öğrenci andının kaldırılması, ancak bu değişikliği hukuka uygun kılacak bir bilimsel gerekçeye dayanması halinde olanaklıdır” diyor. Cümlenin ifade yapısı güzel de, mantığı ne yazık ki, aynı oranda güçlü ve inandırıcı değil.

Bu karara katılan sayın yargıçlar, “Türküm” diye başlayan bir metindeki ırki aidiyeti, kişinin doğuştan getirdiğini, iradesiyle seçmediğini dikkate alsalar, başka bilimsel gerekçe arama ihtiyacını herhalde duymazlardı.

Bir toplumda ırki aidiyetleri öne çıkarmak, “inkar ve nefreti” kışkırtır. Yirminci asır, İslami literatürde “asabiyet-i cahiliye” diye nitelenen ırkçılıktan beslenen nice kanlı çatışmalara tanıklık etti. Bu gerçeği görmek bile yönetmelik hükmünü kaldırmaya, “kanıt” olarak yetmeliydi.

Bir asrı aşan süre boyunca ırki aidiyetleri kışkırtılarak oluşturulan örgütlerin, bu ülkeye trilyonlarca dolarlık zarar yanında, on binlerce insanın kanına ve hayatına mal olması yeterli ve somut kanıt değil midir?

Bir kişinin etnik aidiyetini kimse inkar edemez. Herkesin etnik mensubiyeti, kişiliğin ayrılmaz parçası ve gerçeğidir. Bu gerçeği inkarın ağır maddi ve manevi bedellerini halen ödemeye devam ediyoruz. Bir yargı organının bu bedeli gündemden kaldırmaya katkı yapacak bir içtihat oluşturması gerekmez miydi?

Türkiye Cumhuriyeti, sayısız unsurların altı yüzyıl bir arada azami bir dayanışma ve barış içinde yaşadığı bir imparatorluk bakiyesidir.

Toplumları, tabii bir istihalenin zaman içinde şekillendirdiği doğal ve bir o kadar heterojen yapılar olarak görmezseniz, sorunu Hitler’in gaz odalarında veya laboratuvarlarında çözmeye kalkarsınız. Sayın Danıştay Dairesi verdiği kararla buna benzer bir “kanıt” mı arıyor? Tek parti dönemi üzerinde alelusul bir tarih okuması yapanlar, yanlış uygulamalara kaynaklık eden nice “tenkiller” ve “kanıtlar” bulmakta hiç zorlanmayacaklardır.

Bu toplumun sinir uçlarıyla çok oynandı. Öyle anlaşılıyor ki, bu sinir uçlarıyla hala oynama fırsatı kollayanlar var. Ant’ın okunmasının devamını sağlayan Mahkeme kararından sonra, sıranın Türkçe ibadete geldiğinin seslendirilmesi bir tesadüf olabilir mi?

Ülkeyi yönetenlerin çoğu, etnik unsurları rızaen bir arada tutmak yerine, çareyi, genelde buyurucu devlet aklında aradı. Özgürlükler çağında bu aklın geleceği olmadığı, yargı başta olmak üzere artık herkesçe görülmüş olmalıdır. Baskıcı yaklaşım, sorunu küçültmedi; aksine besledi ve daha da büyüttü.

Asabiyet (etnisite) konusu, uluslararası piyasada Türkiye’nin kaşınmaya müsait yumuşak karnı olmaya, ne yazık ki devam ediyor. Uluslararası bir krizde ilk kullanılacak vesile olarak tahminlerin ötesinde besleniyor ve etkili silahla destekleniyor. Bu amaca hizmet edecek görüş, karar ve davranışlardan hepimizin özenle kaçınması gerekiyor.

Politik kariyerinin henüz ilk basamağındaki Suud Prensi, İstanbul Konsolosluk cinayetiyle, göstere göstere elini kana bulamış olmanın ilk diyetini, PKK ve uzantılarına 100 milyon dolar haraç havale ederek ödedi. Tecrübesizliğinin bedelini, bakalım daha nelerle ödeyecek?

Asrı aşan nice badirelerden sonra, ırkçılığın “şeametli lezzetine” ağız suyu akıtanlara ve onları kullananlara, artık bedel ödemeyecek kadar bir tecrübe sergileyebilmeliyiz.

Konumumuz ve aidiyetimiz ne olursa olsun, hiç birimizin etnisite değirmenine su taşımak gibi bir görevi yok.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum