Özlem ALBAYRAK

Özlem ALBAYRAK

Allah'ın Sadık Kulu: Bediüzzaman

Evet, Hür Adam filminden sonra ikinci Bediüzzaman filmi de geldi. Ve bu, program için aradığınız sosyologlardan "Bediüzzaman çalışmış akademisyen zor bulursunuz, uzun zaman şeffaf bir yasak vardı" cevabı aldığınız bir ülkede yaşıyorsanız, bu iyi bir haberdir.

Allah'ın Sadık Kulu: Barla adlı animasyon filmden sözediyorum. Vizyona girmesinin üstünden geçen üç haftaya rağmen, üçüncü pazarın 21.00 seansına bile zor bilet bulabildiğim derecede ilgi gören film; şöyle tam boy aileli, yere dökülmüş çubuk kraker parçalı, bol çocuk ağlamalı, şenlikli bir sinema atmosferinde bile kendinizi kaptırıp izleyebileceğiniz ölçüde değerli...

Filmin teknik boyutu, yani "motion capture" tekniğiyle çekilmiş olması, Bediüzzaman ve talebelerinin tamamen orijinal fotoğraflarından faydalanılarak üç boyutlu olarak modellendirilmesi, Barla'nın üç boyutlu ağaç ve bitki örtüsüyle aslına uygun olarak hazırlanması ve benzeri ilkler bir yana, değerli kelimesini seçişimin nedeni; Dersim üzerinden Cumhuriyet'in ilk dönemleriyle hesaplaşmaya başladığımız bugünlerde; o dönemde din alimlerine deva görülen muamelelerin apaçık şekilde gözler önüne serilmesi ve Cumhuriyet'le ilgili devasa mitlerin gözlerimizin önünde tuzla buz oluşu sürecine sanatın da inceden dönüşerek; konu ve alan itibariyle demokratikleşerek katkı veriyor olması.

Ben, Atatürk'ün, yalnızlık çekebilen ya da dertlenebilen, bizim gibi bir piri fani olduğunu anlatma günahını (!) işleyen "Mustafa" filmi nedeniyle Can Dündar'ın uğradığı linç hareketini hatırlatayım; siz, sanatta içe kapanmacılık ve varoluşunu korkmak-korkutmak üzerinden temellendiren bütünün tüm parçalarından kastımın ne olduğunu anlayın.

Allah'ın Sadık Kulu: Barla'yı önemsemeyi gerektiren tek neden Cumhuriyet rejiminin Bediüzzaman'la ilgili bizlere yalan söylediğini açık etmesi değil sadece; hem suya sabuna, rejime, döneme dokunmadan bir Bediüzzaman filminin çekilmesi zaten mümkün olmazdı. Olsa da o yapımın anlattığı tarihi şahsiyet Bediüzzaman olmazdı.

Bu yapımı değerli kılan biraz da kaybettiklerimizi, merhameti, her gün yüzyüze geldiğimiz dünyanın pislikleri karşısında insan sevgisini yitirmeden yaşayabilmeyi, haksızlıklar karşısında kin ve nefretle kalbini karartmadan ilerleyebilen vakur ve dik bir insan olabilmeyi hatırlatması. Dünyanın, hayatla tanıştığından bu yana üzerinde süregelen iyi-kötü; hayır-şer çatışmasından sadır olacak olanın, ama er ama geç hayrın ve iyiliğin galibiyeti olduğunu müjdelemesi...

Nitekim, bir karınca yuvasının bozulmasına, bir köpeğin çocuklar tarafından tartaklanmasına, çimlerin üstünde ateş yakılmasına tahammül edemeyecek ölçüde merhamet sahibi olandan sözediyoruz. Merhamet, yani imanın tahkimi için en çok ihtiyacımız olan şey...

Keşke rejim bekçilerinin gadrine uğramış, isimleri hep kuşkuyla zikredilmiş ama asla yenilmemiş diğer alimlerin sözgelimi Mehmet Akif'in, İskilipli Atıf Hoca'nın da hayatı sinemaya aktarılsa.. Elmalılı Hamdi Yazır'ı da, İmam Azam Ebu Hanife'yi de tanısa insanlar. Aile boyu, çoluğunu çocuğunu alarak sinema salonlarına koşsa..

Fena mı olur?

Yeni Şafak

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
7 Yorum