Allah onlara bazı günahları yüzünden bir musîbet vermek istiyor

Allah onlara bazı günahları yüzünden bir musîbet vermek istiyor

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Mâide Sûresi 48-50. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

48-(Habîbim, yâ Muhammed!) Sana da Kitâb’ı (Kur’ân’ı), kendinden önceki kitab(lar)ı tasdîk edici ve on(lar)a bir şâhid olarak hak ile indirdik; öyleyse onların (ehl-i kitâbın) arasında Allah’ın indirdiğiyle hüküm ver ve sana gelmiş olan haktan (dönerek) onların arzularına uyma! (Ey insanlar!) Sizden her biri(niz) için (her peygamberin devrine âid) bir şeriat ve bir yol kıldık.(*) Hâlbuki Allah dileseydi, elbette sizi (baştan beri bir din üzere) tek bir ümmet yapardı; fakat size verdiği şeylerle (muhtelif zamanlarda, muhtelif şeri­atlarla) sizi imtihan etmek için (böyle yaptı); öyleyse hayırlı işlerde yarışın! Hep berâber dönüşünüz ancak Allah’adır; artık hakkında ihtilâfa düşmekte olduğunuz şeyleri size (O) bildirecektir.

49-(Ey Resûlüm!) Hem (o kitâbı,) onların arasında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve onların arzularına uyma ve Allah’ın sana indirdiği şeylerin (hükümlerin) bir kısmından seni şaşırtmalarından sakın diye (indirdik). Buna rağmen (sana indirilen hükümden) yüz çevirirlerse, artık bil ki Allah ancak, onlara bazı günahları yüzünden bir musîbet vermek istiyor. Ve şübhesiz ki insanların birçoğu, gerçekten fâsıktırlar.(**)

50-Yoksa câhiliye hükmünü mü istiyorlar? Artık kat‘î olarak îmân edecek bir kavim için, Allah’dan daha güzel kim hüküm verebilir?

(*)“Enbiyâ-yı sâlife (geçmiş peygamberler) zamânında, tabakāt-ı beşeriye (insanlık tabakaları) birbirinden çok uzak ve seciyeleri (ahlâkları) hem bir derece kaba, hem şiddetli ve efkârca ibtidâî (fikirleri basit) ve bedeviyete (göçebeliğe) yakın olduğundan, o zamandaki şeriatlar, onların hâline muvâfık bir tarzda ayrı ayrı gelmiştir. Hattâ bir kıt‘ada bir asırda, ayrı ayrı peygamberler ve şeriatlar bulunurmuş. Sonra âhir zaman peygamberinin gelmesiyle, insanlar güyâ ibtidâî (ilkokul) derecesinden, idâdiye (lise) derecesine terakkī ettiğinden (yükseldiğinden), çok inkılâbât ve ihtilâtât (değişiklikler ve karışıklıklar) ile akvâm-ı beşeriye (insan kâvimleri) bir tek ders alacak, bir tek muallimi dinleyecek, bir tek şeriatla amel edecek vaziyete geldiğinden, ayrı ayrı şeriata ihtiyaç kalmamıştır, ayrı ayrı muallime de lüzum görülmemiştir.” (Sözler, 27. Söz, 158)

(**)Yahudi elebaşıları, aralarında anlaşarak: “Gelin Muhammed’e gidelim de onu dîninden döndürelim” diyerek ona vardılar ve: “Yâ Muhammed! Biz, yahudilerin eşraf ve ulemâsıyız. Aramızda ihtilâf ve düşmanlık vardır. Muhâkeme için sana gelelim, eğer hasmımız aleyhine ve bizim lehimize hüküm verirsen, sana îmân edip diğer yahudileri de kendimize tâbi‘ ederiz” dediler. Habîb-i Ekrem (asm) onların bu tekliflerini, Cenâb-ı Hakk’ın lütfuyla, kabûlden sakındı. Bunun üzerine bu âyet nâzil oldu. (Celâleyn Şerhi, c. 2, 235)